KARA ZAMAN ŞİİRLERİ’NİN İZLERİ
“Bir şiirin güzelliği kendi dışında bıraktığı kelimelerin sayısıyla doğru orantılıdır. Bir şiirin güzelliğine, düzen örgüsüne hemen varılamaz.”
Salah Birsel
Modern Türk şiirinin gelişiminde önemli köşe taşlarından biri de, beslenme kaynaklarının çokluğu olmuştur. Modern şiirimizin yol alışında hiç şüphesiz II. Yeni şiir kaynağından gelen akış, XX. yüzyılının ikinci yarısını meydana getiren Türk şiir geleneğinin ilke ve yönelişlerini de belirlemiştir. Modern şiirimizi zenginleştiren yeni örnek ve imzaların varlığı, potansiyel bir zenginlik kadar; kökeni, tabanları açısından yeni tartışmalara da yol açacak oluşum ve uygulamaları da beraberinde getirmiştir.
Martin Heideger’in Sein und Zeit’ından başlatacağımız “zaman” problemi, biyografisinin bir yanı da felsefeyle kesişen Kenan Sarıalioğlu’nun şiirine yön tayin eden noktalardan biri olmuştur. Metnin/kitabın çeşitli bölümlerine yayılan “ben” deki zaman, “şaşmaz saat”, “gün batımı”, “ günler”, “sarkaç”, “insan zamanı/zaman/insanı yutuyor” ifadeleri kesin bir dayanım noktası gibi görünmese de, en sade anlamıyla, şairin ruh hâli ile kurcaladığı ontolojik açmazların yüzeyde şekillenmiş izleridir. Kenan Sarioğlu’nun “Zamandaki ben”ini, her şeyden önce düşünüşün gün yüzüne vuran belirtileri olarak düşünebiliriz.
Thomas Hobbes, “Hayatımdaki tek tutku korku olmuştur” demiştir. Kenan Sarıalioğlu’nun zaman konulu iki ayrı mısrasında geçen benzetmeleri, görünenin arkasındaki “anlam”a ulaşmak için sözü edilen bu korkuyu, belirgin bir tasvirle karşımıza çıkarımıştır: “zaman/nabzını/sayar” ile “zaman ki/akmayan/kum/saatidir.” Bu mısraların bağımsız değeriyle baktığımızda, kelime kadrosunda ki “nabız” ve “kum saati” göndermeleri esas anlamlarının da dışında, tezat ve otokontrolü de belirlemektedir.
Kitapta/Kara Zaman Şiirleri’nde Kenan Sarıalioğlu, zaman gibi varlık konusuna işaret etmeden geçmez. Varlık konusunun özellikle, farklı şiirlerinin değişik mısralarına taşındığını gördüğümüz şair, kapalı bilincin kıyısını da yoklamıştır. Meselâ, “Kuyu” şiirinde “insanın içindeki kuyu” tanımlaması, “balçık ve can” referansı, “taşların/kalp/atışlarından” ifadeleri gibi somut örneklere rastlarız. Bu arada, Hilmi Yavuz’un Kuyu[3] kitabını da hatırlarız.
Zaman problemi, uç noktalarında çıkmaza kapılarını açan mihenk boyutları ve netleştirmeyen bilinç dağarcığıyla da kendini şekillendirir. Kenan Sarıalioğlu’nun “Eşikte” şiirinde ise, bir gizli hesaplaşmanın içerisine girilmiştir. Kenan Sarıalioğlu, “Sardunyalar eşikte dinlenir/kırk yıldır gittiği yoldan/ansızın çıkagelir” mısralarıyla güncelleştirdiği ve benzer bir ikilemin sunduğu zaman aralığını daha postmodern bir söyleyişle anlatmıştır. Öte yandan, mısraların zarf-sıfat uyumu, “kırk” kelimesinin gönderme ve açılımları hissedilir bir göz alıcılıkla işlenerek çağrışımlara dayandırılmıştır.
Kenan Sarıalioğlu’nun bu taşra sıkıntısını şiire taşıyan mısraları arasında, özellikle, “kesik günler yarasından kan sızar”; “kapanır kendine kelebek” ve “zifte batmış karabatak” mısralarını dikkat çekicidir. Bu mısraların arka plânına yöneldiğimizde karşımıza benzer duygular çıkaracaktır. Özellikle, “kesik günler” ve onu tamamlayan “yara” sembolizmin sınırlarına ulaşan bir biçimde hissi deşifre etme yolunu göstermektir.
Orhan Veli kuşağının, ironi dışında, yan yana işlemeyi düşünmediği “karabatak” ve “zift” kelimelerinin değil aynı mısrada, aynı şiirde/manzumede bile yer alışı söz konusu değildir. Bu yüzdende, “karabatak” sözünü mecaz, gerçek ve yarı anlamları dışındaki açılımlara da uygun oluşunun özel bir önemi vardır. Dahası, bu iki kelime için Azerbaycan Türkçesi’nin sentaks ve fonetiğinin sağladığı nüansı da düşünürsek; konunun/bu bileşenin ayrıntısını daha pekiştirmiş oluruz. Ki, metinler arası okumada, Kenan Sarıalioğlu’nun Fransızcaya da çevrilen “İçdenizin Açığında” şiirinde geçen, “Katran/daha saydamdır” (Le goudron est/Plus transparent) mısraları kendi içinde özel bir yer seçmiştir. Tam da bu noktada, Hilmi Yavuz’un “Yolculuk ve Mevsimler” şiirinde geçen bir bölümü hatırlatalım: “Kimselerin bilmediği giz/bendim dışına düşen uçurumların/kimseye kıyısı yok iç deniz.” Genel bir “uzlaşı” açısından yakın bir beslenme kaynağı diyebileceğimiz bu (iç) deniz, daha genel hâliyle “umman” motifi, hem rastlantı, hem de Şeyh Galip sonrası benzetmeler dünyasının zenginleştirildiği çerçeveyi ortaya koymaktadır.
Cahit Külebi şiirinin, toplumcu-gerçekçilikle çakışan boyutlarına baktığımızda, sosyal realitenin, iç’e dönük yakınmalarının, biraz da ironiyle birleşen hâllerini görürüz. Kenan Sarıalioğlu’nun şiirinde ise, bunun tam tersi tekrar hissi uyandırmayan, şikâyetsiz ve masalımsı bir dünyayla tanıtıldığına şahit oluruz. Ki “çocuktum, arpa çarık yıllarıydı” mısrası bunun somut örneklerinden biridir. Aynı şekilde, “soğudu taş oldu magma”; “ve çürüyen bir kaburga” ile “hayat, koyu bir çay gibi” mısralarında da, halk söyleyişini içinde barındıran kurcalıyıcı “ceht”in, Trabzonlu bir başka şair Yaşar Miraç’ın mısralarında pratik bir anlatımla sunulduğunu görmekteyiz: “Akar yakamoz ter akar/Fındıktan çaydan tütünden.”
Sonuç olarak, Kenan Sarıalioğlu’nun Kara Zaman Şiirleri üzerinde şiir inceleme yöntemlerini uygulayacak olursak; bunları, en yalın hâliyle gözden geçirdikten sonra, biyografik okuma ve beslenme kaynaklarından gelen ana motif ve varsa modern şiire ait “mazmun”ları çıkarıp yeni bir gözle analiz yapabiliriz. Bununla da kalmayıp; şairi yeni adreslere götürenin ne oluşu, duygu dünyasının izleri ile metnin teknik boyutlarına da eğilebiliriz. Böylece, şekil ve tematik açılardan yaklaşımlarla şiirin temel varlığına giden ipuçlarına ulaşmaya çalışırız.
[1] Kenan Sarıalioğlu, Kara Zaman Şiirleri, Ankara 2006, Kül Sanat Yayıncılık, 62 s.
[2] Özcan Özbilge, Kara Tenli Şiirler, İstanbul 1983, Yazko Yayınları, 60 s.
[3] Hilmi Yavuz, Kuyu, İstanbul 1994, Afa Yayıncılık, 82 s.