Selim İleri, Orhan Kemal roman ödülünü aldığı Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak romanıyla, hem roman dünyamız, hem de kendi roman serüvenine yeni bir tat getirdi. Bir otobiyografik hikâye karakterindeki bu roman metninde esas anlatım, Halit Ziya’nın oğlu Halil Vedat’ın intiharına odaklanmış. Söz konusu bu vak’aya, daha önce, Halit Ziya’nın Bir Acı Hikâye adlı kitabında hüzün ve üzüntünün doruk noktasına çıkmış haliyle rastlarız. Kalemi bu kez kendine, kendi iç dünyasına çeviren ünlü yazar, üç ayrı kitaptan oluşan hatıra külliyatı içinde (diğerleri Kırk Yıl, Saray ve Ötesi) özel bir yere koyar. İşte, Selim İleri, aradan uzun yıllar geçtikten sonra bu konuyu yeniden, bu romanıyla gündeme taşıdı.
Önceleri, Annem İçin ve Hatırlıyorum metinlerinde anı-otobiyografi arası yol tutan yazar, bu anlatımların daha ileri bir boyutunu taşımış Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak’a. Yine, önceki roman ve hikâyelerinde izlerine rastlanan anılar toplamı, geçmişin yazar belleğine ve metinlerine taşınışının örneklerini sergilemekte. Yazarın, kendi eserleri içinde oluşan değişimler ve hayat hikâyesi eser içerisine yerleşmiştir. Böylelikle, Selim İleri, bu durumu, yaşadıklarının izini yalnızca, Saz Caz Düğün Varyete, Ölünceye Kadar Seninim ile Kafes romanlarında sürmez.
Selim İleri’nin, taslağı üçüncü kez yazdığını söylediği Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak, Malraux’nun “Her roman aslında bir otobiyografidir” epigrafiyle açılır. Gerçekten hem roman sanatının tarifini yapan, hem de teknik olarak romanın kaleme alınış, anlatış biçime vurgu yapan bu açıklamalar, edebiyat sosyolojisi açısında da romanın bir anlatım türü olarak nedenli önemli olduğuna işaret eder. Öte yandan, Selim İleri, bir röportajında, roman ve otobiyografi kelimelerinin yan yana gelişine çarpıldığını itiraf eder. “Dinle neyden kim şikâyet etmede/Ayrılıklardan şikâyet etmede” beytinin ikinci epigraf olduğu roman, “Hepsi yaşandı, bitti” gibi realist ve mutlakçı bir kısa cümleyle başlar. Cümle, “Zamanları birbirine karıştı, tek bir zaman gibi oldu” ifadesiyle de iyice pekişerek; okuyucuyu romanın iç dünyasına davet eder. Yazar, kendine düşenin, ayıklama, sıralama ve çözme olduğunu ise, ikinci paragrafta “şimdi anlatmaya, sıraya koymaya, çözmeye çalışıyorum” açıklamalarıyla verir.
Bunların dışında, romanı mutlak bir “kurmaca” gibi görmenin sakıncalı olduğunu düşünen Selim İleri, kurmacada romancının hayat tecrübelerini, dünyayı algılayışını yabana atamayacağımıza dikkat çeker. Nitekim Ehrenburg’un Paris Düşerken, Mihail Alexandrovich Sholokhov’un Ve Durgun Akardı Don romanlarında verilen reel ve toplumsal dünya, yazarın bilinçaltından gelen ferdi yansımalar taşırlar. “Ben bir roman yazmak istiyordum, ayrılık için bir roman. Herhangi bir ayrılık, somut bir ayrılık için değil, bütün ayrılıklar için” diyen Selim İleri ise, Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak, fertten topluma uzanan bir ince naif çizgiyi gündeme getirmektedir.
Yazarın 1975’te yayınladığı, Dostlukların Son Günü adlı kitabında, “Kaç hayatı bir arada yaşıyoruz, her ana bir başkası gibiyim” cümlesi, bir itiraftan çok, romancı-hikâyeci konumunun, kendi hayatıyla kahramanları arasındaki gelgitlerin öne çıkışına vurgu yapmaktadır. Gerçekten de, Selim İleri’nin gündelik hayatı, yazma serüveni, komşuluk ilişkileri ve çevresinde olup bitenlerin onun dünyasındaki algılanışları, birer birer roman sayfalarına taşıdığını görürüz. Bu romanda ise, belki de hepimizin ders kitabını okuduğumuz ünlü coğrafyacının son yıllarına ışık tutan yaşama biçimi, Vişne Bahçesi’nden Eylül’e uzanan okuma denemeleri ve anlatımlar, evrenin okuyucuya yeni yolculuklar hazırlar. Yine bu romanda, -benim de çok sevdiğim (birincisi kendi hikâyemle çakıştığı için, ikincisi Halit Ziya’nın evinin orada olmasından ötürü) iki semt olan- Yeşilyurt ve Yeşilköy kapalı, dar ve iç mekân olarak eseri kucaklamaktadır. Keza, romanda, Bir Acı Hikâye’nin izi, bu mekânların iç’e korku, ürperti ve hüzün veren atmosferi aracılığıyla sürülür. Dahası, bizler, Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak’ta “acı” bir hikâyeyi yeniden yaşarız.
Bu yaz ayrılığın ilk yazı olacak. Evet. Selim İleri’nin bu, roman yayınına on yedi yıl ara verdikten sonra basılan ilk romanı, yalnızlık, ayrılık, ölüm temalarını yoğun olarak yansıttığı, soyut-somut arası bir metindir. Metnin başında, epigraf olarak Malraux’nun “her roman aslında bir otobiyografidir” ifadesi, yazarın metnin aralarına anılarını serpiştirdiği, yaşanmış iki intihar vak’ası, yine tarihî bir roman taslağından bölümlerle zenginleşmiştir. Zaten, metni yazarın kendisi de, romana “biraz bungun da olsa etkileyici bir hüzne sahip” diyerek ipuçlarını önümüze çıkarmış. Bu hüznü, metinden aldığımız bazı cümlelerle yakın mercek altına alabiliriz. Meselâ, “Ne değişecek balkona çıksam? Yıldızlar yüzlerce, binlerce yıl önce sönmüş, soğumuş. Yüzlerce, binlerce yıl ayrılık olmuş. Kim bilir, ‘acı’ kim bilir ne kadar eski. Daha demin umutluydu, Terez’le ilk aşkla başlayacak, aşklar, dilsiz dostluklar, Madam Ester’in Yeşilyurt’taki arkadaşına gidişi ve yazınca. Yazmak, oysa yalnızlığın ta kendisidir. Neyi yazarsan yaz, yalnızlığın sesini dinlersin. Sonra aşk da geçer. İlk aşk da biter, son aşk da geçer.” Bir romancı, bir yazar itirafıyla ilerleyen bu cümleler, içinde bulunulan durumu açıkça resimlemekle kalkmayıp; veciz ifadelere imza atmış.
Anlatıma dayalı eserlerin, yazara açığı pencereden bakışı iyi yakalayan Selim İleri’nin, bu hüzün veren kitabı, her şeyden oldukça yaralayıcıdır. Gerçekten de, her yaz, yeni bir ayrılığın ilkyazı gibi çıkar karşımıza.
1995 kışında, Selim İleri’ye, Sermet Çifter Kütüphanesi’ndeki “Salı Toplantıları”ndan birinde konuşurken; dinleyicileri şaşırtan, “50 yıl sonranın edebiyat tarihi ve okuyucuları tarafından hatırlanacağınızı düşünüyor musunuz?” şeklinde bir soru yöneltmiştim. O yıl, kendisinin de hakkında müstakil bir kitap yayımladığı Halit Ziya Uşaklıgil’in ölümünün 50. yıl dönümüydü. Dinleyicilerin şaşırtan, hatta biraz da içten içe öfkelenmelerine sebep olan, sorudan çok, belki de soruda bu yıl dönümüne işaret etmem oldu. Gayet nazik ve tevazu ile soruyu cevaplandıran İleri, kısaca, “benim 50 yıl sonra hatırlanmak gibi bir iddiam yok” demişti. Bugün, yazarlık hayatının 50. yılını kutlayan İleri, elbette ki, sonraki on yılların edebiyat ve kuşakları tarafından bilinecek ve örnek alınacaktır.