“That’s facts/Gerçekler.”
John Steinbeck
“İnsan hem iyidir, hem kötü.”
Conor Curise O’Brien
Albert Camus, varoluş, saçma/absürt ve başkaldırma kavramlarını hayatı boyunca aklından hiç çıkarmamıştır. Yazı ve konuşmalarında bu üç kavram, onun için merkez nokta olmuştur hep. 29 yaşında yayımladığı Yabancı romanıyla dünya çapında bir üne kavuşan Albert Camus, bu romanında hem yukarıda söylediğimiz üç kavramı, hem de yabancı oluşu/kalışı sorguya çekmiştir.
Esasen varoluş, kimlik ile benlik problemleri açısından XX. yüzyılın yaygın bir psikolojik anlayışıdır. Foucault’nun düşünce sistemine getirdiği varoluşun estetiği kavramı, kişinin doğrudan doğruya kendi hayatını bir eser malzemesi kabul ederek varoluşunu şekillendirmesi üzerinde durmaktadır. Tam da bu noktada, Albert Camus’nün “varoluş” düşüncesi/endişesi önümüze çıkar. Diyebiliriz ki, Albert Camus’yü kendi çağdaşlarından ayıran, hatta öne çıkaran da bu var/oluş meselesidir.
Albert Camus’nün, Mutlu Ölüm, Yabancı, Veba, Sisifos Efsanesi, Düşüş hatta Başkaldıran İnsan kitapları arasında, en çok tanınan, incelenen ve yabancı dillere çevrilen kitabı Yabancı romanı olmuştur diyebiliriz. Edebiyat metinleri arasında, getirdiği felsefe ve varoluşçuluk manifestosu noktasında özel yerde konumlanan Yabancı romanını, biyografik, felsefî, sosyolojik ve politik açılardan okumak mümkündür. Ontolojik, varoluşçu ve epistemolojik açılardan da incelenebilecek Yabancı romanı, varoluşun o andaki şartlardan bağımsız olarak gerçekleşmesi gerektiğine işaret etmektedir. Kısacası, Yabancı çok katmanlı ve temelinde roman-tez-varoluş bilincini ele alan bir metindir. Nitekim romana adını veren ve roman metniyle bağlantılı işlenen ‘yabancı’ (the outsider), kavramı ise, “dışarıdan gelen, ülkeden olmayan” karşılıklarıyla bir bakıma Albert Camus’nün “absürt”ten “başkaldırma”ya giden yoldaki izleridir.
Albert Camus, savunduğu düşüncelerde genel olarak “denge” ve “ölçü” sınırlarına dikkat etmiştir. Döneminin diğer aydınları arasında bu sınır ya da tutarlılığın olmayışını hisseden Albert Camus, bir karışıklığın/çelişkinin içine girmemek, diğer varoluşçularla karıştırılmamak için “varoluşçu” olmadığını açıklayan beyanda bulunmuştur. Zaten Albert Camus, 1951’de Başkaldıran İnsan’ı yayımladıktan sonra gelişen karşılıklı sert eleştirilerle birlikte Sartre ve çevresinden tamamen kopmuştur.
Albert Camus, Yabancı’da Simmel sosyolojisinin merkezi olan “yabancı” kavramını felsefe ve kurgu açısından somutlaştırmıştır diyebiliriz. 1936’da Cezayir Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden diploma alan Albert Camus’nün bu varoluşçu romanı, daha ilk cümlesinden itibaren okuyucuda sarsıcı bir etki bırakmaktadır. Nitekim bunu, romanı kendi kişisel okuma ve analizlerin dışında, üniversitedeki Dünya Edebiyatı ve Batı Edebiyatı derslerindeki okuma materyali seçme sonrasındaki tepki ve izlemler de pekiştirmektedir.
Yabancı’ya biyografik okuma açısından ele aldığımızda, bu romanda verilenlerin hayatın içinden bir şeylerin yakalanması arzusu kendini hissettirir. Albert Camus, roman kahramanının kimliği aracılığıyla aslında, “hayatın anlamını ararsan asla hayatını yaşayamazsın” diyerek Başkaldıran İnsan portresine bir yolculuk yapmamızı ister. Dahası, Yabancı ve Meursault aracılıyla, Düşüş’ün (La Chude) resmini çizer. Keza, Yabancı romanında, “varlık”ın anlamsız olgularını saçma/absürt bir düzen içinde yaşayan ana kahraman Meursault, bir simge kahramandan öte gerçeğin algıladığı durumu yapılandıramayan fakat gerçeği yakalamak isteyen bir “boş” bilincin karşılığı olarak verilmiştir.
Politik okuma açısından Yabancı romanını, isimlendirme dâhil Cezayir’de Fransız varlığının tam bir yansıması olarak görebiliriz. Nitekim okuyucu ya da eleştirmen, Meursault’nun kendini çevreleyen toplumla bağlarının olmayışına, ondaki heves ve mahalli ilgilerin yokluğuna şaşırıyor. Çünkü Meursault, Cezayir’de Robinson adasında oturduğu gibi oturmaktadır. Onun bu tavrı, Cezayir Fransızlarının gizli ortak tavrının da yansıtmaktadır. Bu noktada Yabancı, Cezayir Fransızları ile Arapların psikolojik ilişkisi de su üstüne çıkar.
Yabancı romanının tekniğinde Ernest Hemingway’in tekniğinden etkilendiği görünen Albert Camus’nün, Nietzche ve Dostoyevski referansları sağlamdır. Nitekim “başkaldırı”yı merkeze alışı, Nietzche’den gelen nihilist yaklaşımı, Dostoyevski’nin Cinler’inin Ecinniler’e dönüşümü, Albert Camus’yü çağa tanıklık eden önemli eserler kaleme almasına yardımcı olmuştur.
Özetle, yazı ve düşünce hayatı boyunca, insanın “saçma” bir evrende nasıl bir tutum benimsemesine kafa yoran Albert Camus, gerek yazdıkları ve savundukları, gerekse yaşadığı çalkantılı hayatıyla bize yol göstermiş, ışık tutmuştur.