Bir fabrikada çalışan ve sağ elinin işaret parmağını makineye (fabrikadaki makinesine) kaptıran Joseph Walser, bir iç savaş, usta başı Klober, onun insana, tarihe, yaşama ilişkin düşünceleri, olayların geçtiği hayali ülkedeki insan ilişkileri üzerine bir kitap Joseph Walser’ın Makinesi. Yazarı Gonçalo M. Tavaris’in “Krallık” dörtlemesinin ilk romanı. Kitapta dörtlemenin iki romanı yer alıyor. Diğer roman, Bir Adam: Klaus Klump. Bu roman da aynı yerde aynı zamanda geçiyor. Farksa ilk romanın işçiler, ikincisinin toplumun başka kesimleri ve işverenler açısından olaylara yaklaşması.
Joseph Walser’ın Makinesinde ilk satırlardan itibaren kahramanımız Joseph Walser’ı tanımaya başlıyoruz. Yine ilk sayfalarda usta başı Klober Muller’le tanışıyoruz. Konuşkan bir adam Klober, özellikle Joseph Walser’la olduğunda. Ayrıca kesin, net düşüncelere sahip, kendinden emin. Walser’sa disiplinli, hemen her gün aynı şeyleri yapan, kendi halinde bir adam. Tek tutkusu değişik metalleri biriktirmek, bir metal koleksiyonu var. Bakıldığında bu da metaya dayalı, soğuk bir “tutku”, sanat koleksiyonuna benzemiyor. Ama yine de koleksiyon onun mantıksız tarafı. Bu “tutku”su ona bazen hırsızlık yaptırabiliyor. Mantıklı olanın dışına çıkmasına sebep oluyor. Ancak burada koleksiyonerliğe dair o gerçek tutku, o haz duygusunu göremiyoruz. Bu “tutku” onun kendine ait biricik etkinliği olarak değer kazanıyor. Walser makinesini sevdiği gibi seviyor bu metalleri. Oysa makinesi onun değişiyle onu gözlüyor, bir hata yapmasını umuyor ki bu işaret parmağını kaybetmesiyle gerçekleşiyor.
“Yetkinlik duygusunun içine sızmış melankoli. İçinde bir dünyadan –makinelerin dünyasından- sürgün edildiği ve artık orada hoş karşılanmayacağı duygusu vardı. Bir parmak kaybederek, bu başka evrende saygı görmesini sağlayan niteliklerini de kaybetmişti.”Sf.71
Yaşadığı melankoli de gördüğümüz gibi makinesinden ayrılması nedeniyle yaşanan bir melankoli. Herhangi bir duygusallık hissetmiyoruz Walser’a ilişkin anlatımlarda.
Roman boyunca çoğunlukla Walser’ın değil de Klober’ın düşünceleriyle ilerliyoruz. Örneğin
mutlulukla ilgili düşünceler. Mutluluğu bir mekanizma olarak görüyor. Öyle bir mekanizma ki mutlu olmak artık Ruh sözcüğüyle ilintili değil, somut maddelere bağlı. Buna hayır diyerek itiraz etmek pek mümkün görünmüyor tüketim çılgınlığımız düşünüldüğünde. Ama ben yine de ruhun tam olarak mutlulukla ilintili olmaktan çıktığını, insan ruhunun içinde olmadığı bir mutluluğun olabileceğini, en azından bunun gerçek bir mutluluk olacağını düşünmüyorum. Anlık hazlar olsa olsa madde dünyasının bize sağladığı. Gerçek bir doyum için insan ruhunun işin içinde olması gerek ki bu da safi maddeyle olabilecek bir şey değil.
Dahası mutluluğun sadece maddesel ilişkilere bağlı olması Klober’ın dediği gibi varlığı gereksiz bir fazlalık haline getirebilir böylece insana has beklentiler, mücadeleler ya da önseziler de yitecektir.
Kahramanımız Walser’a dönersek, onun düzenli hayatı, metal biriktirme “tutkusu” dışında hafta içi fabrikada çalışma ve cumartesi geceleriyse işten arkadaşlarıyla küçük bahislerde zar atmayla sınırlı. Ancak bu zar atma oyunu da hem bir rutin hem de hafta içindeki itaatin bir tekrarı; burada da şansa ve şanssızlığa itaat ediyor Walser ve arkadaşları. Walser’sa bunu bir güç olarak görüyor.
“Fiziksel dünyanın eveti ve hayırı o an tamamen başparmağının bir hareketine bağlıymış gibiydi.” Sf.27 Yalancı bir tatmin görüyoruz burada. Walser zarlarla kendini güçlü hissediyor.
Bu arada bir savaş başlıyor. Bu savaş bir iç savaş. Walser’ın savaşla buluşması yine bir metal parçasıyla oluyor. Walser bir parmağı-işaretparmağı- eksik sağ eliyle bir silaha dokunuyor ve savaşın bir parçasını tutuyor. (Bu silah parçasının hangi tarafa –askerlere mi, gerillalara mı- ait olduğunun onun için bir önemi yok. )Böylece de kendince savaşa müdahele ettiğini düşünüyor. Oysa savaşa dahil olması Klober’in bir cumartesi akşamı zar atmaya gitmemesi için onu uyarmasıyla oluyor. O Klober’ın uyarısını dinleyip gitmeyerek tutuklanmaktan kurtuluyor. Üstelik arkadaşlarını da uyarmıyor ve bundan rahatsızlık duymuyor. Walser’da pişmanlıktan iz yok. Zaten romanda hayretle karşılanacak şeylere bir kayıtsızlık, duygusuzluk hali çok belirgin. İnsanların duyguları alınmış gibi.
“Ülkenin yönetimiyle karşılaştırıldığında, savaş zamanında her insan bireysel olarak, kendi adına, görevi temelde tekrarları dayatmak olan bir Normallik Bakanlığı kurmuş gibiydi. Çünkü sadece tekrarlar onları yaşatabiliyordu.” Sf.88
Kitabın sonu sürprizli. Fakat Tavares sürprizleri hep sezdiriyor. Yani ne o olacağını tahmin edebiliyorsunuz. Bunu bence bilinçli yapıyor.
İşaret parmağı olmayan biri silah kullanabilir mi? Klober bizi bu soruyla baş başa bırakıyor.
Diğer kitap Bir Adam: Klaus Klump ise daha çok düşünceler üzerinden ilerliyor. Savaşa, makinelere, insanlara, tarihe, müziğe ve utanma, mutluluk, korku, utanç gibi duygulara ilişkin düşünceler bunlar.
“Çünkü korkulduğunda utanılmaz, diğer bir değişle utanç korkudan daha az yer kaplar. Korku devasadır. Ve bu yüzden utanç var olmaz”Sf.143
Müziğe ilişkin düşüncelere de yer verilmiş. Savaş zamanındaki müziğe ve belki faşizm altındaki bir toplumdaki muktedirin müziğine ilişkin oldukça doğru tespitler var. Müziği şehrin üstüne inen vebaya benzetiyor Tavares. Askerlerin gelişini dolayısıyla korkuyu çağrıştırıyor müzik. En çok kadınlar ve çocuklar müzikten korkuyorlar çünkü tecavüz ve yağmalama sürüyor.
Karakterler aracılığıyla savaş içindeki ilişkilere de yer veriliyor roman boyunca. Örneğin romanın kahramanlarından Herthe her durumda ayakta kalmayı başaran savaşı kendi lehine çevirebilen bir kadın. Onun mutluluğu, daha sonra öldürülecek olan “tüm ordu tarafından korunan ve zeki bir kamu mevduatı” olarak tanımlanan Ortho adlı subayın hayatında olmasına bağlı. Onu seviyor ve mutlu. Mutlu çünkü o zeki ve silahlı bir kamu mevduatı. Daha öncesinde ise Herthe savaşa başka bir şekilde dahil oluyor.
“Ve direnişten Herthe ile yatan her adam, onunla tek bir kez yatıyordu çünkü uyandığında etrafı askerlerle çevrilmiş oluyordu. Kaç kişiyi askerlere teslim etmişti acaba? Nasıl bilinir ki? Yedi, sekiz?” Sf.171
Herthe daha sonra bölgedeki en büyük beş fabrikadan ikisinin sahibi olan Leo Vast’la evleniyor. Leo Vast aynı zamanda ilk romandaki kahramanımız Walser’ın patronu.
Kitaba ismini veren Klaus Klump ise matbaa sahibi bir editör. Savaşta arkadaşları ölüyor ve o tarafsız kalmayı bir süre başarıyor, çünkü matbaasına girmeyi başaramamış askerler ya da gerillalar henüz. Tıpkı ilk romandaki Walser gibi o da savaş karşısında kayıtsız ama alışkanlıkları konusunda hassas hatta alışkanlıkları uğruna ölmeye hazır. Fakat romanın ilerleyen sayfalarında tutuklanıyor.
“Herthe, Klaus’u öpmüş bir kadındı. Askerler gelmiş ve aşıkların arasına girmişti.”Sf. 170 Yani Klump savaşla ilgili olduğu için değil Herthe ile birlikte olduğu için tutuklanıyor.
Kitap bize bir tür ikiyüzlülüğü işaret eden, Herthe ve Klump’ın yolda gördüğü bir fahişeye ilişkin şu satırlarla bitiyor;
““Bu iş şehrin sonunu getirecek” dedi Herthe Leo Vast.”
Daha önce söylediğim gibi iki roman da aynı ülkede aynı zamanda farklı insanların bakış açısından dünyaya bakıyor. İlk romanda işçilerin o mantıkla örülü, neredeyse duygusuz dünyalarına tanık olurken ikinci romanda her şekilde ayakta kalmayı başaran insanların iki yüzlülüğüne tanık oluyoruz. İki roman da insanın içinde onu üşütürken, insanlık üzerine düşünmemizi sağlıyor.