Havaalanı tarafından şehir merkezine geçmek için çıkmıştım. Birkaç kişi bekliyordu durakta, o kadın da benimle aynı anda geldi oraya. Orta yaşlı, zayıf ve başı kapalı biriydi. Eli kolu çanta ve poşetlerle doluydu. Yerde diğer yanına koymuştu poşetlerini.
Ezan okunuyordu o sıra, her zamanki gibi baskın bir sesti, baktım, avucuyla ağzını kapatmış, yoğun bir hüzünle sessizce ağlıyordu. Anlamaya çalıştım; bir yakını mı öldü de apar topar cenazesine gidiyor? Aklıma nedense ölüm geldi ilk olarak. Hele de durakta çanta ve poşetleriyle bekliyor ve ortalık yerde ağlıyorsa bir kadın!..
-Bir şey mi oldu? Diye sordum.
-Yok dedi, elini ağzından çekmeden, ağlamaya devam ederek.
-Ağlıyorsun da, bir yakınını mı kaybettin?
Anlatmak, konuşmak istemiyorum, ilişme bana, anlamında elini, kafasını salladı.
Diretmeden kendime döndüm ben de, fakat aklım ondaydı. Ezan devam ediyordu, o ise ağlayışını sürdürüyordu. Acaba ezan mı duygulandırdı onu? (Bizde neden en hüzünlü tondan okuyorlar ki ezanı? Neyi, neleri hatırlatmak amacı yatıyor altında? Biliyordum da…) Bir derdine, yoksunluğuna mı değdi başka bir hüzün? Sorunu ne, bilmiyordum ama ağlamak konusunda cesur olduğu apaçıktı… Akıllılık edip içine doğru değil, dışa doğru ağlıyordu… Ki kendine yönelik ruhsal ya da bedensel iyilik, çare isteği de vardı bu ağlayışta…
Oturduğu yerde de ağlamaya devam ediyordu. Ülkemde kadınların ağlamaları değil de ağlamamaları anormal sayılır ya!.. Hemen yanındaki boşluk kısmında eğik halde duran ve düşmemek için bir kolunu ön koltuğa dayayan uzun saçlı genç de benim gibi şaşkın şaşkın bakıyordu ona. Fakat hiçbir şey sormadı, belki de toyluğundan soramadı.
-Ağlıyorsun yine ama sana ne olduğunu söylemek istemiyorsun? Biri mi bir şey yaptı? Diye sordum tekrar. Ağlayışını duyan şoför de neden ağladığını sordu önden. Sıkıntısını paylaşmak istemediğini söylediğimde;
-Paylaş, açılırsın diye seslendi ona, önüne, ilerlediği yola bakarak.
-Anlatsam da bir şey yapamazsın, dedi kadın çaresizce bana dönerek.
Doğal halde derinlik yüklemişti ağlayışına. Beni bir ben anlarım, ağır havası… Daha da meraklandırdı beni. Biri ölmediyse, kritik bir haber mi aldı bir yerden? Bir yakını amansız bir hastalığa mı yakalandı? Birlikte yaşadığı birileri; eşi, kaynanası vs. evden mi kovdu onu yoksa? Gündelik hayat dopdoluydu bu örneklerle…
-Haklısın, belki bir şey yapamam ama sürekli ağlıyorsun yanımda. Kaygılandırıyorsun beni, benim de canım sıkıldı. Konuşuruz az da olsa, belki benim söyleyeceğim bir şey iyi gelir sana.
Bugüne değin hep dertleşmişimdir etrafımdakilerle, arkadaş ya da dostlarımla. Onların işi sonradan iyice abartmasına bakılırsa iyi sayılırım bu konuda!.. Tabi sonra olan bana olur, benimle konuşarak rahatladıkça alışkanlığa dökerler işi, olanca negatif enerjilerini yansıtırlar bana. İçim kararır, enerjim düşer. Doğrusu artık kaçınır oldum o tür durumlardan. Fakat bu öyle bir şey değil. Sakinleşmesi için bir şeyler yapmak gerekiyordu.
Ağıt yakarcasına ağlamaklı bir tonda anlatmaya çalıştı sorununu. Oğlunu, babası kendine ait evinden çıkartmış, eşyasını, her şeyini dökmüş kapıya… Doğrusu ben daha kritik bir durum bekliyordum. Demek ki onun için önemli bir gelişme bu. Devamında başka şeyler de olmalı, hüzünlü bir hikaye… İlk dakikalarda neden üzülüyor diye, anlamaya çalışırken gözümün takıldığı çanta ve poşetlerini gösterdi. Bir tanesinden küçük bir paspas halı sarkıyordu.
-Bunları alabildim sadece, diğer eşyaları, hepsini kendim çalışıp biriktirerek almıştım ona, oraya buraya, camiye veririm artık.
-Küçük müdür oğlun, öğrenci midir?
-Yok, büyük, evli.
-E daha ne! Erişkin biri, başka ev tutar. Çalışıyor mu?
-Tutamaz, bilmiyorsun.
– İkna edemedin mi eşini sen? Ayrı filan mısınız ondan?
-Değil ama edemedim. Oğlum da benimle konuşmuyor, karısı etkiliyor onu. Gidecek kaynanasında kalacaklar. Orda kalmasını hiç istemiyorum.
-Kalsın, rahatsız olursa ayrılır oradan, yeni ev tutarlar.
-Yok, yok bilmiyorsun, benim oğlum yapamaz, çıkamaz ordan daha. Mahvolacak orda, çok borçlandırdılar onu, deyip ağlamasını derinleştiriyordu söylediği şeyleri düşündükçe.
-Ağlama bunlar için, halledilebilecek şeyler sonuçta, kendini üzme bu kadar, dedim.
Son zamanlarda altını çize çize kendime söylediğim şeyi söyledim ona da: “Hem hiçbir şey yaşandığı andaki gibi kalmıyor. Sonraları, bazen de hemen sonra, işin rengi değişiyor, bambaşka gelişiyor her şey. İstediğin gibi olur sonra bakarsın. Üzülmemeye çalış, hasta olursun sonra.
-Ondan başka iki tane daha var, zorla büyüttüm onları, evlere temizlik yapmaya giderek okuttum. Yemedim, içmedim, para biriktirdim büyüğünü öyle evlendirdim. Benimle konuşmuyor ama mahvolmasını istemiyorum. Çok dokunuyor bana bunlar, elimden bir şey gelmemesi.
Of, off! Bu emekçi analar; hayatından, rahatından, keyfinden, özelinden kısarak çocuklarınınkine ekleyenler, katanlar… Onlara gelecek hazırlayanlar… Özel bir tarafları var işte!.. Eminim ki fazla bir karşılık beklemiyorlardır çocuklarından. Sadece hayatlarında yeni başlayan o evreyi iyi yönetmelerini bekliyorlar; hayatında olanlarla birlikte, hayatına yeni girenleri… Söylemesi kadar kolay bir şey değil belki, fakat hepsi bu kadar.
Etrafımızdakilerle, sevdiklerimizle, yakınlarımızla ilgili tercih hakkı tek değil ki. Ana ayrı, kardeş ayrı, baba ayrı, eş ayrı… Hepsine karşı olan sevgi, saygı ve sorumluluk ayrı… Tercih hakkını bire indiren ısrarı, amacı, niyeti, üst gelmeyi, bencilliği sorgulamalı iyice!.. Bizim toplumumuz bu konularda sınıfta kalmış bir toplum ne yazık ki! Dünyayı yönetemese de erkeklerini yönetmek gibi biricik dertleri oluyor evli kadınların. Çok kalp kırılıyor, çok hayal kırıklığı yaşanıyor bu konularda. Muhakkak ki bir tarafta acıtan bir var yokluğu ve yalnızlık yaşanıyor.
Dakikalardır yanımda içli içli ağlayan kadın derdini anlatınca da canım sıkıldı. Emeklerinin, duygularının ince bir yaklaşımla karşılık bulamamasından çok, hala daha oğlunun düşeceği kritik durumu düşünüp üzülüyordu.
-Neyse ki ölen kalan yok, çocukların yaşıyor, bunu düşünerek iyi olmaya çalış, olur mu, dedim ineceğim sıra. Oğlun da er geç seni, onun için yaptıklarını anlayacaktır. Kendisi için de doğru olanı bulur umarım.
Bazen ölüm kadar ağır, bazen dünyaları vermek kadar kıymetli, bazen hüzün, bazen de olanca hüznünü sonbahar yaprakları gibi yüreğinden savurup atmak değil de nedir ki söz? Karşılıklı konuşmamızdan sonra bir parça daha iyi hissettiğini fark ettim.
Bir dolu teşekkürle birlikte dualar etti bana inerken. Fakat ben… Başta, gelişen sorunlarla başa çıkamadığı için hüzünlenip ortalık yerde ağlayan bir kadın olmak üzere, birkaç kişilik bir aile dramını izlemiş de çıkmış gibiydim bir sinema salonundan…