Nelere gebedir sokaklar, ah nelere!.. Canın sıkılır çıkarsın, can atarsın çıkarsın… Hiç umulmadık bir yerde rast geldiğin kişi ya da gördüğün manzara karşısında şaşakalırsın. Hiç umulmadık bir zamanda sevinçle dolar için ya da içten içe burkulur.
Her gün, her sokakta oltanı doluya atamazsın yine de. Kendi halinde sessiz sakin, olaysız, anısız da geçer gidersin. Belli belirsiz düşünceler, gölgeler eşliğinde. Duygun, düşüncen neyse ki ya da ne yazık ki bu kez tekdüzelikten tek parça…
Ne zaman ve nereden gelmişlerdi oraya bilmem. Durmuş, küçük bir mağazanın önünden içeriye göz atıyorlardı. Hareketli ve canlı bir çiftti. Daha doğrusu kadın öyleydi… ilk baharın üşüten serinliğine karşı yünlü beyaz montuna iyice sarınmıştı. İçeriden bir şeyler gösterirken, konuşurken, gülerken yanındakine dokunuyor, hatta sokuluyordu. Her hareketine, isteğine onay bekleyen şımarık bir çocuk gibi.
Niyeyse adamların yanında küçük çocukları, kızları taklit eder kadınlar. İri harfli ya da sızılı beklentilerinde nüans farklılıkları olur tabii. Sevgi, ilgi, incelik beklerler. Hep beklerler, en önce beklerler, inadına…
Mağazadan içeri girmeye niyetli gözükmüyorlardı pek. Belki daha sonra… Orada öyle davranarak önemsendiğine dair bir mesaj mı bırakmak istiyordu etrafa kadın ya da oracığa? İnsanlar arasında istediği, beklediği nasılsa yapılır diye miydi bilmem. Akıl sır ermez kadınlara bazen. İki başına dahi olsalar bir ince hesapları hep var… Sokuluyordu adama sokakta, uzun bir aradan sonra görmüşcesine. Candan öte sevip seviliyormuş gibi…
İçlerinde neler yaşar insanlar? Kendi aralarında neler yaşarlar? Ne tür güzellikler, anlamlar, ne tür sorunlar, sürtüşmeler? İster istemez arka planı merak ediyor insan. Görünenle bilinmeyen arasında bir çelişki, bir tezatlık olmamasını umarak. Daha doğrusu, yeryüzünün az biraz iyileşmesine katkı sunacak denli yalansız aşk ya da dostluk öyküleri dileyerek…
Kadına nazaran tepkisizdi adam. O sokak sahnesinin yardımcı oyuncusu gibiydi. Sendin o!..
Yanındaki ne dese, ne yapsa, ne istese kibarlığından ya da mecburiyetinden, itiraz etmeyip onaylayacak haldeydin. Görünüşte normaldi her haliniz. Her şey, günler, paylaşımlar ve hayat yolunda gidiyor der gibiydiniz. Hatta severmiş gibi… Fakat bilmesem… Yanındakine ait değildi yüreğin, ona ait değildi isteklerin, düşlerin. Hayallerinin, özlemlerinin kahramanı, öznesi bir başkasıydı. O en yakındı sana. En yakınındı…
Nasıl gizemli bir beynimiz var öyle. Bir görüntüyle nasıl derinlere dalacağını, ne düşler göreceğini hiç belli etmez bize. Baktığımız şeyin nelere çağrışım yapacağını…
Sendin o, evet!.. Yüreğinin, düşlerinin yabancısıydı yanındaki. Fakat en çok ona değiyordu sesin, en çok onu görüyordu gözlerin, en çok ona değiyordu ellerin; kalpsiz, ruhsuz olsalar bile… Gündelik paylaşımlarda bulunuyorsunuz onunla, düşünsene gündelik!.. Günde en az bir kez kahvaltı masasında toplanıyorsunuz, mutfaktaki yemek kokuları burnunuza kadar geliyor, misafir ağırlıyorsunuz evinizin salonunda ya da bahçesinde birlikte, birbirinizin hastalığına tanık oluyorsunuz, olumsuz bir haber gelmişse uzaktan acısına, tersiyse sevincine… Bir yandan yoğun ve kırgın bir özlemle cebelleşirken içinde…
Özlenen mi şanslıdır, yoksa yakınındaki mi? Daha doğru bir soruyla; kalbindeki mi, mesafece etrafındaki mi, bilmiyorum. Hayat yolunda birbirine ne kadar değiyor, ne kadar dokunabiliyorsunuz öyle, onu da… Fakat ömrün sıradan ya da önemli anlarını paylaşıp, aynı şeylere tanık oluyorsunuz ya. Kalbinin sesini, bir şeyler uğruna, ört bas edebilenler için bu da bir şey değil midir?
Aynı ülkede, aynı güneş değiyor omzunuza, aynı yağmurlarda ıslanıyorsunuz… Birbirinizle dolu ya da değil; beraber uğurluyorsunuz geceyi, beraber karşılıyorsunuz sabahı. Aşılmayacak gibi gözüken bir alışkanlığa dönüştürülmüştür her şey. Ya da şimdilik öyle… Ömrün kocaman bir itirazı olmalı mı bunlara?
Ellerin, gözlerin, dudağın, tenin itirazı?
Bütün o hayal ve beklentilerin?
Yüreğin, evet ya yüreğin kocaman itirazı?
Ahh, aynı evlerde veyahut odalarda apayrı kişilerle neden yaşamak (yaşlanmak) zorunda kalır ki insanlar? Tek bir sözcükle nasıl ve ne koyabilirler o yaşanmışlığın adını?