Ağır ağır çıkılan merdivenlerin her basamağı içinde yeni ve farklı öyküler barındırırken, başka hayatların kilim dokuyucuları gibi desenlerin birbirine karıştığı anları es geçerken, yahut sessizliği bölen haykırışlara kulak tıkarken kimileri, ömrün telaşlı gelgitlerine rağmen dingin bir ruhun çerçevesini çizdiği sathın dışına çıkmadan durmayı başaranlar vardır muhakkak. Selam çaktığı dost görünüşleri saymazsak, etrafında kalabalık eden herkes bir yanından çekiştirir insanı, bir yerlere sürükler peşisıra. Yaptığın ve söylediğin kayda alınır, paha biçilir. İzin kalır dokunduğun dünyalarda.
Kelimeleri cesaretle dönüştüren öykücü-yazar Abdullah Harmancı, İz yayıncılık etiketiyle yayımladığı son kitabı Behçet Bey Neden Gülümsedi? aracılığıyla okurlarını açtığı pencerelerden içeri davet ediyor. Edebiyata verdiği katkının yadsınamaz olduğu gerçeği başladığı noktadan vardığı menzile değin gelişerek attığı adımlardan aşikar hale gelmiştir. Öykülerini oluştururken değindiği konular, yaşamın kıyısında geçen olayları kendine has bir üslupla harmanlayarak kurguya yedirmesi ve okuru içine çekmeyi bilmesiyle göze çarpıyor. Yazar karakterlerine moderni de yakıştırıyor gelenekseli de, giydirdiği kıyafetleri ortamın rengine ve zevkine, takınacakları tavırları hızla dönen çarkın dişlerine göre belirliyor. Kullandığı dil ile yetkinliğini kanıtlamış, daha yazılacak ne çok hikayesi vardır kimbilir diye beklentiye girilmiş ender öykücülerimizden biridir.
“Ressam, bir senedir sabahlarını, akşamlarını, gecelerini tüketen Babil kulesinin ışığını kanatlarına almış mücessem kuşun resmini bitirdiğinde ve birkaç adım geri atıp da bir senenin sonunda rahat bir iskemleye oturarak resmini izlemeye başladığında ve bunun tadını çıkarmak üzere bedenini atölyesinin uzun sedirine bıraktığında, Süreyya yıldızının ışığından kopup gelen bir parça; dağların savrulacağı akşam, denizlerin karışacağı akşam, bedenlerin mezarlardan fırlayacağı akşam, gözlerin çanak çanak kanlanacağı akşam, diri diri gömülen kıza sorulacağı akşam var ya ey ressam, o akşam işte bu resmin de dünyayla birlikte un ufak olacak, parça pinçik olacak, zerre zerre olacak, mahvolacak, fena olacak….diye fısıldadı. O vakit ressam, hiç düşünmeden doğruldu, yanındaki sigara tablasını Babil kulesinin ışığını kanatlarına almış mücessem kuşa fırlattı! Kuşun kanatları paramparça olmuştu! Resminin yeni halini uzun uzun izledikten sonra, bedenini yatağa yeniden bıraktı!”