Şehrin kuytu kalabalıklarında nefes almaya çalışırken yitip giden yılların ardından bakakalırız. İnsanı bir yük gibi taşıyan eşyalara sarılıdır küçük detaylar, sevincimizin ve kederimizin ortağı sandığımız her şey bir noktada saplanıp kalır. Noktanın açılıp genişlemesiyle meydana çıkan gerçeğin üstünü yarım kalmış hayallerimiz gölgeler. Kendimizden kaçtığımız ve kendimize koştuğumuz bir yerdir artık dünya. Düşüncelerin dimağdan öteye geçemediği, duyguların kalbe ağır geldiği bu atmosfer, insan olgusunun bitmez serüvenlerine uyum sağlamaktan fazlasına sahip olmasıyla ünlüdür. Anlatamadıklarımız boğazımızda düğüm düğüm olurken bize ses olanların aktarımlarını yazıya döktüklerini görürüz.
Yasemin Karahüseyin “Kör Nokta” adını verdiği romanını İz yayıncılık etiketiyle okurların beğenisine sundu. Eserin içine işleyen hüzün yerini umuda bırakmadan gitmiyor. Bir arayış peşinde oradan oraya sürüklenen kahramanların aynı minvalde seyretmeyen hayatları çözülmesi imkansız bilmeceleri anımsatıyor. Geçmişe göndermelerin ve gelecek kurgusu yapmanın arasında gelgitlerle devam eden roman sonuna kadar merak dürtüsünü beslemekte gayet başarılı. Diyaloğun oldukça az geçtiği, farklı bir tarz deneyiminde şiirsel dizelerden faydalanarak okurun dikkatini çektiği metnin, görevini üstlendiği şekilde sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Hayatın arka planında varolmaya çalışan, bir anlamda kendini tanımlayacak sözün hep eksik kalacağı durumda bırakılmış insanların hissettiklerinin okura birebir anlatıldığı bu kıymetli eser böylelikle ortaya çıkmış. Günümüz gerçekleri masalsı söylencelerin kıyafetine bürünerek karşımızda dururken, büyülü kelimeler unutulmaz hatıraları dillendirirken süreç değişiyor. Kadının dünyasında erkeğin yerinin farklı konumlara dönüşebildiğini yahut erkeğin dünyasında kadının yerinin daha bir perçinlenmeye yüz tutabildiğini görüyoruz. Tanıtımın sonunda biraz da kitaptan alıntılarla tanışalım.
“Sözcüklerin ahengini, konuşanın sesindeki duyguyu hissetmeden sonsuz bir dinginlikte şekillerle, renklerle, hareketlerle zamanı, dünyayı anlamaya çalışmak. Zaman nasıl ilerlerdi sessiz… Tıkırdamayan bir saatle daha mı az telaşlanırdı insan…. Ya da yelkovanın sinsi hızını gördükçe paniğe kapılır, koşarak ormana mı gelirdi.. Duyuyor muydu alevlerin tutkulu, bir o kadar da saf sesini… Kör ya da sağır olsan da tene dokunan ortak bir dili vardı sıcaklığın. İkisi de bilirdi ateşin yakıcılığını, yok ediciliğini, doğurganlığını. Küller örtünce güneşi, gece iyimserlikle günden payını alır, tabiata vereceği sisli aydınlıkla körlüğe alıştırırdı. Az bir ışıkla dünyayı görerek başlardı her şey. Ve insan en çok görmezken şaşırırdı.”
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.