İbrahim Varelci: Özellikle son 5 yılda çağdaş Türk öykücülüğünde müthiş bir atılım var. Siz de bu adımın bir parçasısınız ve ilgiyle takip ediliyorsunuz. Son yıllardaki öykünün bu bereketini nasıl yorumlarsınız?
Fatma Nur Kaptanoğlu: Bu durumun hem öykü için önyargıları yıktığını hem de öykü için başka önyargılar doğurduğunu düşünüyorum. Öykü, son dönemdeki atılımlarla ayaklarının yere sağlam bastığını ve söylenenlerin aksine hiç de kolay bir tür olmadığını ispatladı. İspatlamak zorunda mıydı derseniz tabii ki hayır. Yazarlar, türler, yazılanlar, editörler, yayınevleri bana göre hiçbir şeyi ispatlamak zorunda değil. Aynı zamanda bu öykü atılımı ile herkesin gerçekten öykü yazabileceği algısını ortaya çıktı. Bunu yanlış bir ifade olduğu için söylemiyorum. Herkes tabii ki öykü yazabilir, ama iyi öykü başka bir konu. Bir de öykü türü sahiplenildi. Evet cidden gözlerimizin önünde nasıl olduğunu anlamadan gerçekleşti bu. Yazarlar, eleştirmenler, yayınevleri, editörler tarafından sahiplenildi. Tabii ki bir karşıt grup tarafından da reddedildi. (Twitter’ın bazı konularda çok tehlikeli olduğuna inanıyorum) Tüm bu angaryanın içinde güzel öyküler çıktı, kusursuz öyküler çıktı, çok kötü öyküler, öykü olarak kabul edilmeyen ve öykü olarak lanse edilmediği halde öykü olan öyküler çıktı, kurallara sıkı sıkıya bağlı ve bir kurala ihtiyacımızın olmadığını anlatan öyküler çıktı. Sanırım öykü bu kadar popüler olmasa eleştiriler de beğeniler de bu kadar yoğun olmayacaktı. Bu aşamayı atlattıktan sonra kimseye ait olmayan bir tür olacağına inanıyorum öykünün. Ancak biraz daha zamanı var.
İbrahim Varelci: Homologlar Evi için, Kaplumbağaların Ölümü’nden sonra “dilin sınırlarını keşfe çıktığım ve en önemlisi çok cesurca davrandığım” bir kitap demişsiniz. Buradaki cesaret kavramını nasıl yorumlarsınız? Dil açısından mı irdelenmeli, yoksa içeriğe mi bakılmalı?
Fatma Nur Kaptanoğlu: Homologlar Evi, kendimle karşılaştığım ve yüzleştiğim bir kitap. Gerek dil gerek de içerik bakımından kendi cesaretimin en taze örneği. Ama bu “bak bu yazar çok cesur ama şu yazar asla değil” tartışmasını doğuracak bir cesaret değil. Benim, sadece benimle ilgili olan ve çoğunlukla beni çok yakından tanıyanların yorumlayabileceği bir cesaret. Okuyucu da yakalarsa bunu ne büyük keyif.
İbrahim Varelci: Kendi açımdan söylersem gerek içerik ve gerekse de dil bakımından sınırları zorlandığınız aşikâr. Öykünün imkânlarına tutunmayı başararak bu dengenin korunması için hangi dinamikleri kendinize yol haritası olarak belirlediniz.
Fatma Nur Kaptanoğlu: Tüm bu yapılanlar yeni değil aslında sadece Türkçe için fazla denenmemiş zorlamalar. Bu da ihtiyaçtan doğan bir şey. Kimi yazar buna ihtiyaç duymaz kimi yazar da her metninde kendine dert edinir. Ben biraz dert edinenlerden biraz da ihtiyaç duyanlardanım. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü okumanın avantajı olarak görüyorum bunu. Dil, birçok zaman diliminden, savaştan, değişimden, teknolojiden, teknolojisizlikten, yokluktan ve tahmin edemeyeceğimiz birçok varlıktan geçmiş, şu anki formunu oluşturmuştur. Bir bu kadar daha badire atlayacak ve gelecekteki formunu oluşturacaktır. Dili kurcalamak, dilin yolculuğuna tanık olmak ve dilin geleceğine birazcık da olsa göz kırpmak oldukça tatmin edici.
İbrahim Varelci: Kitabınızda fotoğraflardan ve resimlerden istifade etmişsiniz. Bu, bir bakıma okuru öyküye farklı bir kapıdan davet etmeyi sağlıyor. Görsel dokümanlarla öykünüzün sinematografik bir dili olmasını tercih edişinizin altında yatan neden, edebiyatla diğer sanat dallarını bir araya getirme düşüncesi olabilir mi?
Fatma Nur Kaptanoğlu: Görsel sanatlara merakımın arttığı bir dönemdeyim. Araştırmalarım, katıldığım atölyeler, gittiğim seminerler çoğunlukla görsel sanat üzerine. Hareketlerin/seslerin/renklerin/görsellerin/grafiklerin edebiyattan çok da uzak olmadığını, sadece o veya bu sebepten edebiyatın içine fazla dahil edilmediğini fark ettiğim andan itibaren bu içeriklerle kendimi en doğru ifade edebileceğimi anladım. Yoldayım, deniyorum, deneyimliyorum ve sanatı seviyorum.
Fatma Nur Kaptanoğlu: Hayır kesinlikle bir eleştiri değil. Niçin eleştireyim? WhatsApp kullanıyorum, Spotify’dan müzik dinliyorum, Youtube’dan yemek videoları izliyorum, iş hayatımda sıkça excel, kullanıyorum. Tüm bunlar benim hayatımın merkezindeyken yazdıklarımın içine dahil etmem kaçınılmazdı. Hayatın içinde ezbere yaptığımız her hareket ve uygulama, yazı diline dahil edildiğinde deneyselliğin en güzel adımlarını oluşturuyor. Bunu keşfetmek ve deneyimleyerek görmek oldukça besleyici. Deneyselliği sadece “uygulamak” için değil metnin içinde olmazsa olmaz haline getirmeye çalışıyorum.
İbrahim Varelci: Bazen Dünyanın Sonuna İki Şey Neden Olur en beğendiğim öykülerinizden biri. Öykü isimleri çok incelikli düşünülmüş. Önce hikâye mi gelir isim mi?
Fatma Nur Kaptanoğlu: Benim için önce her zaman öykü gelir. Öykü içinde dolanır dolanır onu anlatabilecek en iyi başlığı bulmaya çalışırım. Başlıkların tek başına da anlamlı olması, başlık üzerine düşünmek, öykü hakkında çıkarımlarda bulunmak, tahminlerimin yanlış ya da doğru çıktığını görmek okuyucu koltuğundayken beni heyecanlandırıyor. Sanırım bu heyecan kendi öykülerime de yansıyor ve başlık konusunda daha seçici davranıyorum.
Bazen Dünyanın Sonuna İki Şey Neden Olur öyküm için de küçük bir şey söyleyeyim. Dosyaya en son eklenen öyküm oydu. Hatta eklemek konusunda kararsız da kalmıştım. Risk almadığım bir öykü olarak yorumluyordum çünkü. Her öyküde risk almak zorunda olmadığımı da yakın bir arkadaşım sayesinde tekrar hatırladım. Bana aynen şöyle demişti: “Unutma, belki bir kitlenin en çok seveceği öykün bu öykün olacak. Başarılı bir öykü ve eklemesin.” Şimdi iyi ki eklemişim diyorum J
İbrahim Varelci: Biraz özel bir soru olacak ama öykünüzde geçen bir cümleyi size sormak istiyorum: Üzüntünüzü saklamak konusunda her zaman iyi misiniz?
Fatma Nur Kaptanoğlu: Üzüntümü saklamak konusunda eskiden çok daha başarısızdım ancak üzerinden zaman geçtikçe, büyüdükçe, bazı konulardan gerçekten ders çıkarmaya başladıkça üzüntümü daha kolay saklayabildiğimi fark ettim. Ama yine de hayatımın sonuna kadar bu konuda net bir başarımın olacağımı düşünmüyorum. F.’nin Yıllara Göre Duygusallık Oranı öyküm tam da bunu anlatıyor işte: Duyguları saklamak/duygularla hareket etmek. Sanırım kendi tablom her zaman inişli çıkışlı olacak. Ben de en az F. Kadar buna alışkınım J
Muhteşem bir muhabbete şahitlik ederken bitmemesini dilemek… Satırları okurken tam olarak hissettiğim bu oldu. Sorular ve cevaplar her bir satırı öyle kıymetli ki. Varolun kıymetli insanlar ✍🏻