Çoban − oldukça yaşlı bir insan, altmışlık herhalde − geniş, yüksekçe bir kütük üzerinde odun kesiyor, yanında sekiz-dokuz yaşında bir oğlan odunları topluyordu.
Nal seslerini, sonra atların arkalarında durduğunu, sonra sigara yakanların kibrit cızırtısını her ikisi duymuş, ama hiç bir şey takipçi satın al duymamış gibi odun işlerine devam ediyordu.
İki silahlı çamlıktan çıktı, daha önceden ağaçlar arkasında saklanarak çobanları, sürüyü, küçücük kulübeyi, koşturup havlayan köpeği uzun uzun seyretmişlerdi. Sonra otlaktan geçip atlarını iki insanın arkasında durduruverdiler.
Arkalarında durarak sigaralarını tüttürüyor ve susuyorlardı. Bellerinde tabanca, arkalarında çaprazlamasına instagram takipçi satın al tüfek, ayakları üzengilerden çıkarılarak sarkılmış.
Zaman sessizce geçiyordu − birbirinin yakınında dört insan bulunmamışcasına. Oysa her biri insan olarak doğurulmuştu: silahlılar da, çoban ile çocuk da.
Sigaralarını bitirdiklerinde silahlılardan biri eyerin yanından büyük bir cop indirip yaşlı adama seslendi.
− Ulan ihtiyar!
Tam o anda baltasını kaldırmış olan çoban oduna indirmek yerine baltayı çabucak yere bıraktı, şapkasını başından çıkararak döndü ve başı açık, eğilebildiğince eğildi. Konuşmadı, bakışını kaldırmadı, eğilerek duruyordu atın önünde, şapkası elinde, hafif beyaz saçları rüzgârda uçuştu.
Çocuk sanki hiç bir şey duymamış, odunları toplayıp küme yapmaya devam ediyordu.
Zaman daha geçiyor, silahlılar susuyor, ihtiyar önlerinde eğilerek kıpırmadan duruyordu.
Sonraları, atlar tepinmeye, başlarını huzursuz çevirmeye başladıktan sonra
− Kimseyi gördün mü? diye sordu silahlı.
İhtiyar baltasını hemen yanına bıraktığı gibi cevabı da çabuk yetiştirdi.
− Kimseyi görmedim!
Öbür silahlı biraz yakınlaştı.
İhtiyarın bakışları toprakta, kendi postalını, otları ve atın tırnağını gördü.
− Yaklaş! dedi coplu.
Ata yaklaştı.
− Daha yakın!
Atın ayağının hızasında durdu.
− Daha!
Silahlının çizmesine kadar ilerledi. Çizmenin burnunu, üzengiyi, at karnının bir kısmını ve otları gördü.
Silahlı, copu ihtiyarın çenesi altına uzatarak yüzünü yukarıya kaldırdı. İhtiyarın beli öne, başı ise arkaya, ensesine eğilmiş, gözlerini kaldırmadı. Atlının pantalonlu dizi ile üzengi kayışına bakıyordu. Yutkunacaktı, ama cop imkân bırakmadı.
Silahlı, ihtiyarın yüzüne baktı. Bileğini dizine dayayarak copuyla çenesini gittikçe daha yukarıya kaldırıp yüzünün içine bakıyordu.
Sonra copu çekip koca adamın omuzuna vurdu.
Ortalık sessizdi.
− Gidebilirsin!
Yaşlı adam hızla kütüğe döndü, şapkasını kafasına taktı, baltasını alıp odun yarmaya devam etti.
Dördüncü-beşinci parçayı kestikten sonra seslendi silahlı.
− İhtiyar!
Döndü, şapkasını çıkardı, eğildi, bakışları yerde – demin yaptığı gibi.
− Oğlan kaç yaşında?
− Oğlan sekiz yaşında!
− Sen mi bakıyorsun?
− Ben bakıyorum!
Diğeri de sordu:
− Ne zamandır bakıyorsun?
− Bir yıldır bakıyorum!
Atı üzerinde yaklaştı.
− Buralarda insan gördün mü?
− Buralarda insan görmedim!
− Gidebilirsin! dedi öbürü.
Sustular.
− Ey oğlan!
Çocuğun kucağı odun parçalarıyla doluydu, diğerlerine yığmak için kümeye doğru götürecekti. Durdu, ayaklarının yanına attı hepsini, şapkasını çabucak çıkardı, eğildi, eğilmiş belle döndü. Rüzgârda onun saçları da uçuşmaya başladı. O da kendi ayaklarına ve topraktaki otlara baktı.
− Kaç yaşındasın?
Kollarından odunları önüne attığı hızla yanıt verdi.
− Sekiz yaşındayım!
− Bu ihtiyar mı bakıyor sana?
− Bu ihtiyar bakıyor bana!
− Ne zamandır bakıyor?
− Bir yıldır bakıyor!
− Bu ihtiyar mı? dedi öbürü.
− Bu ihtiyar!
− Deden mi?
− Dedem!
− Gel buraya!
Yaşlı adamın yaptığı gibi, atın önüne kadar gitti.
− Daha yakın!
Çizmenin önüne kadar ilerledi, fakat okadar küçüktü ki, eğilmiş belle çizmeye kadar ermedi. Neredeyse atın altında durdu, pabuçları ile otların dışında hiç bir şey göremedi.
Silahlı ayağını uzattı, çizmesinin burnunu çocuğun başı altına soktu, çenesini arayıp başını kaldırdı.
− Daha yukarı! dedi.
Çocuk başını kaldırarak arkaya, ensesine sıkıştırdı. Silahlıların yüzünü hiç görmemiştir. Göz kapaklarını açması geldi.
Gözlerini yumdu.
− Açsana gözlerini!
Çizmenin buruşuk derisine baktı.
− Buralarda insan gördün mü?
− Buralarda insan görmedim!
Onun ağzı da salya ile doldu.
− Yaşlı adam bakıyor dedin!
− Yaşlı adam bakıyor dedim!
Sustular. Atlar tepiniyor, ihtiyarın baltası şaklayıp duruyordu.
− Dön! dedi silahlı çizmesini indirerek.
Çocuk döndü.
− Öne bak!
Çocuk başını kaldırdı.
− Neler görüyorsun?
− Şunlar görüyorum: ötede dağları, gökyüzünü, ağaçları, sonra kulübeyi, önünde kazıkları, uçlarında kapkabağı, keçiyi, ocağı…
− Haydı ilerle!
Arkasından giderek kulübeye kadar bıraktılar gitsin, ancak orda durdurdular. Alçak çoban kulübesiydi, önünde kazıkların uçlarında birkaç kap, sağda bağlanmış kar beyazı bir keçi, daha yakın, taşlar arasında sabah ateşinin külleri.
Coplu, çocuğun yanında durup ayağıyla keçiye doğru çevirdi.
− Bu nedir?
− Bu keçidir!
− İyice bak!
− İyice baktım!
Öbürü sordu.
− Bu nedir?
− Bu keçidir!
Silahlı çizmesini çocuğun bağrına dayadı.
− Dön!
Sürü o taraftaydı, çıngıraksız, bir tek çıngırak olmadan otluyordu. Hiç bir hayvanın boynunda çıngırak yoktu.
− Köpeği çağır!
Oğlan köpeği çağırdı. Yavaşça, kuyruğunu kısıp geldi ve çocuğun ayağının yanına oturdu.
− Bana bak! Bu ayağının önünde yatan, bu nedir? dedi silahlı.
− Köpek, dedi çocuk.
− Hayır… Bu ayağının önünde yatan keçidir, büyük, beyaz bir keçi. Anladın mı?
Çocuk sustu.
Silahlı copu oğlanın açık başına koydu. Tam kafasının tepesine yerleştirdi, öyle ki, ucu çocuğun gözlerinin önüne kadar uzadı. Diğer silahlı da yaklaştı, atı ile çocuğun yanında durdu, öyle ki çizmesinin koncu çocuğun omuzuna sıkıştı.
− Yani?
Çocuk köpeğe baktı.
Demin çocuk yanına gelen silahlı copunu alıp hafifçe omuzuna değdirdi.
− Söylesene…
− Yani… ayaklarının önünde nedir bu?
Çocuk köpeğe dikti gözlerini.
− Keçi, dedi.
− Büyük, beyaz keçi!
− Büyük, beyaz keçi!
Silahlı yanından uzaklaştı, diğeri copunu geri çekip ayağıyla oğlanı keçiye doğru döndürdü.
− Buysa … bir köpek! Anladın mı?
Copu oğlanın başına yatırdı.
− Evet!
− Orta büyüklükte, ne büyük, ne küçük, koyu kahverengi bir köpek!
− Evet! dedi çocuk.
− Adı ne?
Çocuk sustu.
− Bu köpeğin adı ne?
− Sezar…
− Git, güzelce okşa, her zaman yaptığın gibi öyle ve adını da söyle ona arada, dedi öteki.
Diğeri ayağını tekrar kaldırıp tabanını oğlanın sırtına dayayarak yavaşça ileriye itti.
− Sezar, dedi çocuk keçinin yanına gidip avuçunu başına, boyunların arasına koyarken.
− Daha neler söylersin ona?
Oğlan keçi boynunun yanında eğilmiş, elinde şapkası, gözleri yerde,
− Küçük köpeğim, dedi.
Sessizlik oldu.
− Gel buraya!
Keçiyi bırakıp silahlıya yürüdü, fakat bu sefer atın önünde durmayıp da tâ çizmeye kadar gitti. Silahlı tekrar kaldırdı çenesini. Yine yutkunacaktı, fakat boğazına sıkıştırılan çizme nedeniyle başaramadı; canı bakışlarını yukarıya çevirmek isterdi, ama gene de yüzünün altındaki çizmeyi seyretti.
− Gidebilirsin!
İhtiyara doğru yarı yolda iken arkasından seslendi sılahlı. Döndü, belini büktü.
− Buralarda insanlar gördün mü?
− Buralarda insanlar görmedim! dedi.
Durakaldı. Silahlılar sigara yaktı, ilk dumanı rüzgâra saldı ve atlarıyla birbirlerine yanaştılar.
Yaşlı adam bütün bu sürede odun yarıyordu, dönmeden çalıştı, yakınında kimse yokmuş gibi.
Bu ikisi arkalarında duruyordu − çocuk odunları topluyordu yine − sigaraları bitinceye dek. Sessizce tüttürdüler, çobanları seyrederek. Sonra sigaralarını attılar; biri gem topladı, sonra diğeri de topladı gemini; eyerde dikleşerek sırtlarındaki tüfekleri düzeltip atlarını yavaş yavaş yürüterek uzaklaştılar.