otobüs usulca yanaşıyor görevlinin gösterdiği perona
elindeki çantanı omzuna asıp iniyorsun etrafına bakınıyorsun
öyle tanıdık bir yüz görme umuduyla göremiyorsun
oysa maria biliyordu geleceğini içine bir kuşku düşüyor
ana caddenin karşı tarafına geçiyorsun hızla kentin ortasından
geçen nehrin kıyısında duruyorsun birkaç dakika kadar
başını öne eğip daracık sokakları döne döne yürüyor
büyükçe bir kapının önünde duruyorsun
heyecanlısın bir gıcırtıyla açılıyor kapı ardında maria
gülümsüyor gülümsüyorsun sarılıyorsunuz kapıyı
kapatıp yöneliyorsunuz bahçeye doğru göğe yükselen
okaliptüsün altında bakışıyorsunuz dakikalarca hiç konuşmadan
anılarınız ağaç yapraklarının kımıltısında saklı an be an
maria konuşmak istiyor alnını alnına dayayıp “sus” diyorsun
“sus”susuyorsunuz
gökyüzüne siyah bulutlar yerleşiyor güneş ışınlarının önünü
kapatıyor hava griye dönüşüyor birden bir yağmur yağıyor
zamansız sıcak sıcak her bir damlası okaliptüs salınıyor
yaprakları hışırdıyor maria ile bahçenin bir ucundan bir ucuna
gidip geliyorsunuz ne çok anınız var bu bahçede bu avluda bu
evde anılarınız an be an karşınızda yağmur bir şelale gibi iniyor
bahçeye “sel olmasın da” diyor maria “sel olmasın da”
yağmur bir felaketin habercisi değil bu kez yıllar sonra
buluşmalarının hatırına yağıyor sanki havada toprak ve çim
kokusunun eşliğinde kesiliyor gökyüzü açılıyor güneşin ışınları kızıla
dönüşüyor ortalığa akşamın alacası düşüyor evin giriş kapısına
yöneliyorsunuz
kapılar tüm kapılar ardına kadar açık şimdi tahta merdivenden
çıkıyorsunuz sofaya doğru yoğun bir ahşap kokusu dolduruyor içinizi
içleriniz uyanıyor birden sofada iki kapı açık duruyor sessizce
sağ kapıdan içeri giriyor üstünü çıkartıyor yatağın kenarında
oturuyorsun duvardaki resimlere bakınarak maria da ayak uçlarına
basa basa yanına geliyor şeffaf geceliğinde bir memesi görünüyor
yalnızca