Merhabalar, bugün sizleri tazecik bir kitapla ve tecrübeli bir şairle tanıştırıp
uzun bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. Fırat Baytak’ın kaleminden “göç, yol ve taş”…
Derinlemesine işlenen bir matematik, okuru sorgulatan dil ve geleneksel atıflar… Şimdi
zaman göçe koyulma vakti…
Gamze TİGİS: Kaç oyuk ve kaç dağ geçidi sonrası çıktı bu kitap? Biraz anlatır mısınız,
kitabın oluşum süreci nasıl gelişti?
Fırat BAYTAK: Bendeki oyukların sayısı fazlaca… Bazen çocukluluğu gibi büyüyor
insanın içindeki oyukları. Bu kitabı bir nevi oyukları okurla paylaşma olarak da
aktarabiliriz veya okurun oyuklarına ses vererek, karar sizin. Göç yol ve taş adı
konmamış uzun bir yürüyüştü. 2017 yılından itibaren kenara, köşeye karaladığım
şiirlerin toplamı. Veya sustuklarımın bir bölümü de diyebilirim. Her söz zamanı
geldiğinde söylenmeli. Buna her zaman inanıyorum. Göç yol ve taş bu noktada
söylenmesi gereken sözlerim. Belki eksik belki uzun belki de sadece söz…
Gülten Akın Şiir Ödülü bildirisiyle birlikte dosyayı tamamen bitirip teslim etme kararı
aldım. Dosyanın hala adı yok… Dosya bitti… Dönüp baktığımda, uzun uzun
okuduğumda soluksuz çıkılmış bir yol gördüm, ardı sıra kesilmeyen göçler ve
topladığım taşlar. İşte o zaman yeni doğmuş bir bebek gibi ezanıyla kulağına adını
üfledim kitabın.
Göç yol ve taş, uzun zamandır verdiğim savaş.
Gamze TİGİS: Gülten Akın Şiir Ödülünü almak nasıl bir duygu? Her şairin şiir
yolunda hayalidir bu ödüle sahip olmak. Bekliyor muydunuz böyle bir ödüle sahip
olmayı?
müthiştir. Şiirimizin o güzel ablası… Kitabıma verilen ödülü ise bana hem
mutluluk kattı hem onur hem de hep taşıyacağım büyük bir sorumluluk.
Tabi kitap dosyasını ödül kuruluna sunduğumda ödülün bana verileceğine dair bir
beklentim yoktu. Doğrusu hiçbir beklentim yoktu. Sonuçlar açıklandığında ben de
herkes gibi çok şaşırdım, sevindim. Aslında bana değil, ne mutlu ki ‘göç yol ve
taş’ a ödül verildi… Her şairin büyük ödüller alması hayali midir bilemem ama
çoğu şairin en büyük ödülünün anlaşılmak ve sahiplenmek olduğuna inancım tam.
Bir şiiri, şiir kılan şey okuru ve anlamıdır. Ödül tamamen bir dış etken… Tabi bu
ödüllerin değersiz olduğu anlamına da gelmez. Her şeyin bir değeri var sanatta.
Çok zorlu bir süreçten geçiyorduk, geçiyoruz. Bir yandan sürekli artan baskılar,
engellemeler diğer yandan ise ülkenin yaşadığı koca bir afet. Afet ile birlikte gelen
sahipsizlik. Bu acı tarifsiz, anlatılamaz. Çok yalnız bırakıldık. Uzun zamandır
yalnızız da. Gülten Akın Şiir Ödülünü ise günlerce yardıma gidilmediğinden
depremde yaşamını yitiren ve hikâyeleri yarım bırakılmış canlara adadım…
“burası yaralarımızı hep gömdüğümüz o dağ ve oyuk
burası yaralarıyla çizilmiş bir baba”
Gamze TİGİS: Evimiz neresidir? Geride bıraktığımız mı? Yoksa göçüp geldiğimiz mi?
Fırat BAYTAK: Bu sorunuza sevgili Behçet Necatigil’in “Evler” şiirinden bir dizeyle cevap
vermek istiyorum…
“Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı;
Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,
Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar!”
Sahi evimiz neresidir?
“allah dedim allah
biraz da gelmeyeceklerin duası”
Gamze TİGİS: Göç Yol Taş’ ta imgesel anlamda anne ve babanın yeri nedir?
Fırat BAYTAK: Ümmî sözcüğü Arapçada anne demek. Diğer anlamı ise yol,
kaynak, çıkış noktası. Kitaba baktığımız da anne imgesi çoğu yerde bu
anlamlarıyla var. Durup anneye haykırış, anneye yakarış, anneye gömülmek…
Baba sözcüğüne baktığımızda ise veba, dert ve hastalık anlamına karşılık gelir. Bir
nevi iktidar modeli. Yüzyıllardır edebiyatta yer edinmiş iktidar imgesi. Hepsinden
öte toplumun yüzyıllardır içinde kaybolduğu gelenekle bir hesaplaşma da olabilir.
Albert Camus’un şu sözleri aklıma geldi: “Kelimeler her zaman ya hareketlerin ya
da canlandırdıkları fedakârlıkların rengine bürünürler.” Bunun yorumunu biraz
da okura bırakıyorum
“insan ki hep bir eksiktir diğerine
hep bir fazla”
Gamze TİGİS: Kitapta bireysel bir hesaplaşmayla aynı zamanda toplumsal
yüzleşme iç içe. Toplum kiminle yüzleşiyor, siz kiminle hesaplaşıyorsunuz?
Fırat BAYTAK : Bir Marksist olan George Thomson: “Gerçek olan çirkindir,
güzel olan ise gerçek değildir.” der. Derin, üzerine çok düşünülesi bir söz.
Kapitalizmin ve günümüz insanının bize gerçek olarak nakşettiği her şey aslında,
bizim kıran kırana giriştiğimiz bir savaş. Bir cephede güzele inananlar var bir
cephede ise gerçeğe. Biz toplumsal olarak bu savaşı verirken diğer yandan ise
yozlaşan çağın içinde insan olmanın ağrısını çekerek bireysel bir hesaplaşmaya
gidiyoruz. Aslında karşımızdaki o veya onlar değil karşımızdaki şey baktığımız bir
ayna. Bu bağlamda şiir bir nebzede olsa iyileştirici bir hesaplaşma, derin bir
bellek. Hele ki Türkiye gibi hasar almış bir belleğe ve topluma sahipseniz şiir
kaçınılmaz bir durak.
Gamze TİGİS: Behçet Necatigil’in de dediği gibi
“Ve şairler boyuna kimlere yazarlar?”
Her şeyi düzeltmeye kalkışanlara mı?
Fırat BAYTAK : Çokça anmış olduk Behçet Necatigil’i…
Kitabı okuyanlar görmüştür; göç yol ve taş’ı; “Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın
yok ettiklerine” adıyorum. Derin bir çerçeve bu. İnsanın yaşamak denilen bir
ağrıya kapıldığı bu çağda her şeyi düzeltmeye kalkışanların değil de düzeltirken
yok edilenlerin sesi olmak biraz da. Şairler boyuna kimlere yazarlar? Immm
sanırım cevapsız bir soru…
“yenilmiş bir tay kadar yaralıyken herkes
adını sayıklaya sayıklaya
aştım bu rüyayı
-dedim her şey biraz da sayıklama’’
Gamze TİGİS: Kitapta birçok şaire ve birçok metne metinselarasılıklarla ara
ara göndermede bulunuyorsunuz. Bu şairlerle bağınız nedir? Neden
yolunuzda onlar var?
Fırat BAYTAK: Şairler ve yazarlarla bağım edebiyatla tanıştığım gün başladı ve hâlâ
sürüyor, sürecek gibi de görünüyor. Aslında iyi bir okur yerine her zaman iyi bir anlayan
olmak istedim. Verilen mesajı, gizlenen sesi. Çoğu eseri okuduktan sonra okura da bir cevap
hakkının düştüğüne inandım. Mesela, Edip Cansever’in şu dizeleri karşısında susmak
mümkün mü?
“Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.”
İşte hayatımdaki tüm şair ve yazarlarla aramdaki ince sessiz iletişimi şiire taşıdım. Kitabın
birçok yerinde de geleneğe seslenmekten geri adım atmadım.
Göç yol ve taş dosyası ödül aldıktan sonra kitaba birkaç şiir daha ekledim. Bunlardan biri
‘Kars’ şiiri… Karlı bir kış günü Batman’dan Bitlis’e giden bir minibüste elimde sevgili Metin
Kaygalak’ın kitabıyla dar yolları ve karlı dağları aşarak ilerlediğimiz bir yolculukta oluştu
şiir. O günü ve büyüsünü unutmak mümkün değil. Buzlupınar Dinlenme Tesisinde içtiğim o
sıcak çayın tadı hala damağımda. İşte böyle bir yolculukta bana eşlik eden şaire ve şiirine
cevaptır “Kars”…
Veysel Çolak’ın da dediği gibi: “Şiir yazmaya kalkışan biri, ister karşı çıksın isterse
benimsesin, çıkışını kendinden önce yazılan gelen şiirlerden yapacağını bilir, bilmek
zorundadır.”
“gördüm
dilimin ucundaki bozkırı öptüğün gün
kapandı bu çağın yarası”
Gamze TİGİS: Şiir, şairin hayatı mıdır? Eğer öyleyse kitapta hayatınızdan nasıl
yansımalar var?
kesin. Bir eserin yazarından ayrı düşünülmesi eksik bir matematik. Orhan Pamuk’un “Cevdet
Bey ve Oğulları” romanını Orhan Pamuktan ayrı düşünmek ne kadar doğru olabilir veya
Ahmet Erhan’ın “Burada Gömülüdür” şiir kitabını şairden ayrı düşünmek ne kadar gerçekçi
bir yaklaşım olur? Bu şiirlerde herkes kadar ben de varım, benim kadar herkes var.
“işte avucumdaki dua
incindiğim bu yüzyıl”
Gamze TİGİS: Kitabın ortalarında “işte burası erivan’’ diyerek imgesel anlamda bir
kavmi hatırlatıyor bambaşka noktalara değiniyorsunuz. Bir bakıma anadile vurgu
yapıyorsunuz diyebilir miyiz? Radyo Erivan ve anadilin bağı nedir?
Fırat BAYTAK: 1955 yılında sosyalist düşüncenin Kürtler arasında büyümesi amacıyla
SSCB’nin kararıyla Erivan Radyosu bünyesinde Kürtçe servis kuruluyor. Ve yıllarca Kürt
kültürünün önemli taşıyıcılığını yapıyor. Her dönem Kürtlere dair her şeyin yok sayıldığı,
ötekileştirdiği zamanlarda sürgün hayatı yaşayan çoğu Kürt radyodan “Erîvan xeber dide
guhdarên ezîz” ( Erivan konuşuyor değerli dinleyiciler) sesiyle dilinin güzelliklerini duydu.
SSCB’nin o dönemlerde “eşit muamele” adıyla başlattığı hareketle – her ne kadar eleştirilecek
tarafı olsa da- uzun bir dönem sadece Türkiye’de değil çoğu ülkedeki Kürtler için bir miras
koruyuculuğunu üstlendi. Birçok ünlü Kürt Dengbeje ve sanatçıya ev sahipliği yaptı. Ve
ardından kalan onlarca sürgün dolu hikâye… Aslında bu yol ve göç geçmişin bana mirası
biraz da. Bundandır ki bir dönem dünyaya çığlık gibi duyurulan bu sesler bugünümüzün
kültürü ve mirası oldu. Bu mirası biraz da ileriye taşımak bizlerin görevi sanki…
“ben bu şehirden bir dua yarattım sana”
Gamze TİGİS: Kitabı okuyan bütün esmerlerin merak ettiği tek bir soru var. Esmerler
ne zaman unutur? 🙂 Yenildiğinde mi?
Fırat BAYTAK: Sorunuza Hilmi Yavuz’un bir dizesiyle cevap vermek istiyorum.
“ay kanar, sevda akar bir dağ
bir dağ kendini delerse”
Esmerler içindeki acıyı delerse unutur belki de her şey gibi hiç. Koca ve derin bir hiç.
İlhan Berk’in de dediği gibi:
“ Şiir gerisinde gizli bir tarih bırakır. Bu bütün şiirlerin başına gelir. Bu gizlilik nereden mi
geliyor? Oluşumun bilinmemesinden. Gerçekten de şiirin oluşum serüveni bilinmez. Öyle ki
bu yaratıcısına bile kapalıdır. Kapalıdır, çünkü şiir bu serüvenini tek başına yaşar. Kimseyi
karıştırmaz.”
“bir baba özenle silinir bazan*
bildiler
bilip kollarımdan tutarak çarşılar gezdirdiler
çarşılar babamın mirasıyla yürüdüğüm özen”
Gamze TİGİS: Bir bakıma hikâyesel bütünlüğü de tamamlanıyor. Bunu nasıl
açıklanırsınız?
Fırat BAYTAK: Tabi kimi şair anlama önem verir kimisi biçime, kimisi derinliğe… Ben göç
yol ve taş’ı oluşturma sürecinde öncesinde kurduğum matematik üzerinden ilerledim. Derin
işlenmiş bir matematik. Yani hem anlam hem de biçimi gözettim. Salt anlam üzerinden
edebiyat üretmek benim uzak olduğum bir durum oldu her zaman. Kelimelerin, cümlelerin
bazen sayfaların matematiğine hep inanarak ürettim. İnsan bazen de başladığı yerde bitendir.
Hikâyesel anlatışa geldiğimizde de Kürtçenin bana çok katkısı oldu. Kendi başına şiirsel bir
dil olan Kürtçe zamanla bana hikâyesel bir bakış açısı kazandırdı. Masallarla, yerel ve ulusal
hikâyelerle, şiirlerle büyüyen birinin kaçamayacağı bir dil yaratısı sundu bana. Bu hikâye
biraz da annemin sesi, komşumun anlattığı masal. Yani bu hikâye onların… Yazdıklarımın
şahidi o’nlara…
“de ki kamburu insandır bu şehrin
ve ben çok yorgunum yağmurlar gezmekten
ben çok ba ba
bir balığa denizleri anlatmaktan”
Gamze TİGİS: Kitapta kitabın isminden başlayarak hiç büyük harf kullanmamışsınız.
Ve kitap boyunca tek bir yerde nokta kullanmışsınız. Bunun dil bilgisel anlamda
okuyucuya verdiği mesaj nedir? İnsan küçüktür diyebilir miyiz?
Fırat BAYTAK: Aslında bahsettiğim olay tam da bu. Anlamsal matematik. İnsan küçük
müdür hiç bilmem ama söz hep küçüktü ve hiç bitmeyen bir çağdır.
Mesajdan öte biraz da bir çağ eleştirisi algılandı okurların çoğunda. Sözümüze gelecek nokta
umarım hiç olmaz ve sözüyle var olan insan sözünün akışıyla yaşar duraksamadan
durdurulmadan.
/dedim ya her çocuk
biraz da babasının yarasıdır
babasının kuyusu/
Gamze TİGİS: Ben biraz da harika kitap kapağından söz etmek istiyorum. Kapakta bir
balık figürü var. Burada insanın unutkanlığına nasıl bir gönderme var?
Fırat BAYTAK: Kapak çalışmasını, sanatını ve işlerini her zaman beğendiğim sevgili
dostum Maşallah Sincar ile birlikte yürüttük. Onun o muhteşem çizimleriyle kitaptaki mesaj
birleşince böyle bir sonuç ortaya çıktı. İkimizin de içine epey sindi. Belleği hasarlı bir
toplumuz, belleği derin ve kaygılı… Unuttuklarımız ve hatırladıklarımızla çıktığımız bir yol
bu. Kimi zaman balık kimi zaman dağ ve deniz…
“döndüm ve gömüldüm sustuğum yere
gör bak
toprak nasıl da kucaklar bir yarayı
toprak nasıl da bir yara.”
Gamze TİGİS: Son olarak kitabın -hikâyenin- sonunda eve döndünüz mü? Ve her şey
affedildi mi? 🙂
Fırat BAYTAK: Hep evdeydim aslında, buradan yazdım, buradan seslendim okura. Ama bu
ev neresi? Asıl soru bu. Sevgili Seyyidhan Kömürcü ’nün “Hayat eve dönmekten ibarettir”
dediği yer neresi? Benjamin’in bizi çağırdığı ev neresi? Bunu düşünmek lazım, hem de uzun
uzun… Bazen diyorum ki düşünmekte bir evdir. Çatısız…
Gamze TİGİS: O halde verdiğiniz cevaplarla okuyucuyu o çatısız ama gizemli evde bu
harika kitapla baş başa bırakalım… Bu harika söyleşi için teşekkür ediyorum.
Fırat BAYTAK: Asıl bu güzel sohbet için ben teşekkür ederim.