Bazı vedalar çok erkenmiş gibi gelir, bazı gitmeler çok kederli. İşte böyle bir vedanın şiirine konuk olmak kalır insana, böyle vedanın avlusuna ses olmak. Ağız dolusu anmak, ağız dolusu özlemek. Sahi bir şairi özlemek kaç mevsim eder, bir şairi beklemek kaç şiir?
Zamanın devrilip incirlerini döktüğü bir mevsimin şehrine gitmek gerek bazı konukluklar için. Mesela Siverek’e oradan toplayıp çocukluğunu şairin Diyarbekir’e geçmek gerek. Ne de güzel tanıtıyor şair kendini şiirinde:
‘’Beşikler vermişim Nuha
Salıncaklar hamaklar
Havva anan dünkü çocuk sayılır
Anadoluyum ben
Tanıyor musun’’
Düşünüyorum da bir şehir mi şaire gömülür, bir şair mi şehre? Dönüp dönüp düşündüğüm budur. Ahvali budur, gönlümün Ahmed Arif şiirlerine sıkışan nefesi bu. Bazı şairleri anlatmaya gerek duymayız. Bazılarını anlatmaktan bıkmayız. Her iki durumu da karşılayan pek nadir şair vardır. Ne mutlu ki biri de Ahmed Arif’tir. Kendisinin de dediği gibi:
‘’Ve ben şairim.
Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgâr
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni…’’
Döneminde de birçok kişinin Ahmed abisidir o. Birçok kişinin sesi olduğu gibi… Yıllar geçti vedalar oldu, gitmeler. Dönüp baktığımızda hiçbir şey değişmedi; vedalar yaşlandı sadece, acılar yaşlandı. Ama hep aynı kaldı şiirinin tonu, hep abisi oldu halkın. Barikatte dövüşenin sesi, sevdalının şairi, halkının mücadelesi oldu. Dedim ya herkesin Ahmed abisi oldu o. Herkesin yarasına su. Hayatına genişçe bakıldığında da çekilen fotoğraftan bu çok iyi anlaşılıyor. Şiirleri de destek oluyor buna. Sevdayı işkencede, sokakta, sevgiliden gelmeyen mektubu bekleyerek büyüten şairdir Ahmed Arif. Sevda kavgadır onun için sevda yarın… İşte o sevdasını anlattığı anılarından biri de tren de tanıştığı teyzedir.
Zor zamanlardır. Şair, yakalandığı günü şu sözlerle ifade edecektir; “Serçe kadar canım vardı. Boğazımda kanama vardı. Hastaydım. Ekmek çiğneyemez, yemek yiyemezdim. Zaten zayıf bir çocuktum, büsbütün zayıflamışım. İşte böyle bir günde götürdüler beni…”
İki komiser, dört de polis nezaretinde İstanbul’a gitmek üzere trene binerler. Ahmed Arif, yolculuk bitiminde çekeceği işkenceyi düşünmektedir.
Bindikleri kompartımanda yaşlı bir teyze ile bir amca onlara eşlik etmektedir. Havadan sudan laf açılır, yol boyu sohbet edilir.
Bir ara polisler uykuya dalınca yaşlı teyze Ahmed Arif’e yaklaşır ve şöyle der; “Oğlum nedir halin?”
Ahmed Arif ne cevap vereceğini bilemez. Siyasiyim, sosyalistim, eylemciyim ya da öğrenciyim dese olmayacaktır. Çünkü tüm bu cevaplar yaşlı teyze için hiçbir şey ifade etmeyecektir. Şair, bunun gayet iyi farkındadır.
Ve birden aklına gelen en uygun cevabı verir yaşlı kadına; “Sevdadır bu teyze…”
Bunun üzerine yaşlı kadının gözleri parlar, Ahmed Arif’e sarılıp öpmek ister. O an yaşadıklarını ve hissettiklerini uzun bir süre unutamaz.
Ahmed Arif, yaşlı teyzeyle yaşadığı o diyaloğu şu sözlerle ifade eder sonrasında; “Bir sevgili, bir anne gibiydi. Ömrümce böyle bir anneye, bir ablaya hasret kaldım. Çıkınını açtı, para vermek istedi bana. Almadım. Cebimde de beş liram var. Keşke alsaydım, ama çok utandım. O da garip…”
Dedim ya nicedir sevdası, dup duru, gencecik bir karanfil gibi. Kirli gömleği yüzünden Zafer çarşısındaki buluşmaya, sevgilisine gidemeyen inceliktir aynı zamanda. Ve tabi yarasıdır halkının sevdası olduğu gibi. Van’ın Özalp ilçesinde öldürülen 33 köylünün haberini duyar Ahmed Arif ve başından aşağı kaynar sular dökülür. Ankara ayazının bile bu ölümün karşısında donduğu bir gece oturur ve 33 kurşunu yazar. 33 kurşunun ve halkın sesini defalarca duyarak yazar. İşte budur halkının yarası olmak, budur su olmak yaraya.
‘’ Vurulmuşum
Dağların kuytuluk kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım kanlı, upuzun
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım kanlı, upuzun
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara’’
İşte böylelikle tarihe ve utanca da bellek olmuştur Ahmed Arif. Acı, kanlı bir bellek. Ve işte bu şiir daha sonraları, sürgünlü, işkenceli günlerin kapısını açar Ahmed Arif’e.
Ahmed Arif sürgünde. Dilinde 33 kurşun, gönlünde sevda. Kanlı, ağrılı günlerde şu dizeler dökülür dilinden:
‘’ Gözlerinden
Gözlerinden öperim
Bir umudum sende
Anlıyor musun’’
İnsanlık dışı işkenceler, haksız diyarbakır gerçek escort tutuklamalar, sürgünler… Dahildir yaşamak şairin şiirine. Dahildir yaşamak şairin diline.
Daha sonra şunları söyleyecek bu işkence ve tutuklamalar için:
‘’Beraat etmişim, kim takar! Kanun yalnız biz fukaralar için var. O da cezalandırırken sade’’
Acının rengini, dilini bilmez Ahmed Arif. Acının sesi olur o dönemlerde 22 yaşında idam kararı verilen Cezayirli Cemile’nin bile sesi eskişehir escort türbanlı olur yazdığı mektup ile. Şimdi tüm bunları duyuyor ve şiirlerini okuyorken içimden derin bir ah geçirerek diyorum ki:
Nasıl da kötüdür bazı vedalar, nasıl da acı bazı gitmeler.
Dedim ya; sen Anadolu’sun sen şairi dilimin ve kederimin, sen şairi yüreğimde dört yanı zulalanmış sevdamın…
Hasretinden karanfiller muğla escort ucuz kuruttuk, hasretinden bekleyişler…
‘’Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana…’’