Akıllı telefonlar ve sosyal medya hayatımıza yeni bir kavram kattı: Grubal enfeksiyon. Üç kişi bir araya gelseler önce grup kuruyorlar. Oysa ülkemizde üç kişinin bir yerde toplanıp durması, yürümesi bile sakıncalıdır. Ne olur ne olmaz! Ama gelin görün ki bu gruplarla baş edilir gibi değil. Diyelim ilkokuldan beş arkadaş yıllar sonra buluştunuz. (Sosyal medya sağolsun!) Konuşacak pek bir konu kalmamış. Malum artık hiçbiriniz iki kuyruk yapıp kurdele takmıyorsunuz. Ama olsun akşamına hemen telefonda bir grup kurun. Sonra gelsin yemek tarifleri, gitsin ev temizliği fotoğrafları. Sanki hiç ayrılmamışsınız gibi olacak.
Bu akşam evde ne pişmiş acaba, Gülten’in düğününe giderken ne giyecekler, çocuğun soğuk algınlığı hafifledi mi, o sevdiğiniz markanın indirimi başladı mı? Ne çok konuşacak şey var, günler geceler yetmez valla. Spordan tanışlarınızla, apartman komşularınızla, kurstan arkadaşlarınızla, yazlıktan site sakinleriyle, kuzenlerinizle, görümcelerinizle, bacanaklarınızla farklı farklı gruplar kurun.
Tek başına söyleyecek sözümüz yok mu da sürekli bir grup içinde olmak, onaylanmak ihtiyacı duyuyoruz. Grup halinde daha mı kuvvetliyiz? Ne kadar kalabalıksak o kadar mı dinleniyor lafımız? Bu dediğim sokakta olsaydık bir anlam taşıyabilirdi. Ya da bir karar alıp uyguluyor veya bir ideal uğruna çarpışıyor olsak. Ama biri günaydın dediğinde tek tek 80 kişinin günaydın diye yanıtlamasından nasıl bir güç doğar emin değilim.
Güneşe hükmümüz geçmez ne de olsa. Ama bu güce sahip olmayı dileyenleri de unutmayalım. Sosyal medya üzerinden iyi akşamlar veya günaydın dedikten sonra altına adını yazan dostlara da selam olsun. Üzülmeyin bu sayede bu sözler hep sizden alıntılanacak ve sizinle anılacak.
Tek tek bayram tebriği yazmaya üşendiği için bile grup kuranlar var. Zaten kopyala yapıştır, neyine üşenirsin bilmem ki. Ben daha tanıdıklarıma tahammül edemezken, beni niye tanımadığım onlarca insanla bir kutuya sokmaya çalışırsın. Ve beni onların yazdığı her ünlemin muhatabı edersin.
Sosyal medyada olduğu gibi bu grupların da bir ateşlileri bir de izleyicileri var. Ateşliler her konu hakkında söyleyecek sözleri, yapacak esprileri, grubu domine etme eğilimleri olanlar. Sabah “günaydın” ve akşam “iyi geceler” onlardan sorulur. Günü onlar başlatır, onlar sonlandırır.
Gün boyu yaptıkları her şey çok önemlidir ki an be an bizimle paylaşırlar. Bir kısım iyi kötü onların şakalarını tekrar edip hızlarına yetişmeye çalışır, bir kısımsa yalnızca izler. Onlar izleyicilerin hepsinin kendilerine hayran olduğunu farz ederler. Oysa bazıları sinsidir. Okur, yanıtlamaz, arkadan konuşur. Herkesin hayatını gözetler ama kendisininkiyle ilgili hiç açık vermez.
Bir de benim gibi enfeksiyon muzdaripleri var. İyi niyetle okumaya kalkıştıklarında, telefona son baktıklarından beri 800 küsur mesaj birikmiş olduğunu görüp çıldıranlar. Bizim gibiler bütün gruplardan çıkar, bu nedenle de asosyal addedilirler. Siz de gittikçe yayılan, bu çok tehlikeli enfeksiyona yakalandıysanız çaresi basit: Gruplardan çıkın, bildirimleri sessize alın ve hatta günde birkaç saat internetsiz yaşamaya çalışın. Çok şaşkınlık verici ama inanın ölmezsiniz.
Gruplara dahil olmayınca bir şey kaçırmıyorsunuz, tam tersi, bu laklakla geçen zaman size kaldığı için hayata daha çok dahil olma şansınız var. İyi bir film izleyin, güzel bir kitap okuyun ya da sevdiklerinizle birer fincan kahve içip yüz yüze sohbet edin. Hayat o küçük kutunun içinde değil dışarıda. Ama yok olmuyor, yapamıyorum diyorsanız klasik tariflerden vazgeçmeyin: İki aspirin, bir ıhlamur, iyice bir terleyin. Yarına bir şeyiniz kalmaz.