“Sözcüklerin büyüsü var. Doğru zamanda doğru şekilde söylediğimde bir şeyler değişiyor. Açıklamak zor ama biliyorum işte.”
(Durmuş Saatler Dükkânı – Cafer, sf. 39)
1-Birkaç cümle ile tarif etmek gerekirse nasıl anlatırsın sözcüklerin büyüsünü?
Sözcükleri yan yana getirmenin bir büyüsü var gerçekten de. Galiba çocukluğumdan beri yazar olmak istememin en büyük sebebi de bu. Doğru sesler, doğru sıralamayla dünyayı değiştirecek bir büyü yaratabiliyor. Yazsanız da söyleseniz de… En azından benim için öyle. Bu tınıyı duymak ve duyurabilmek için yazıyorum. Yazarak var olmaya ve var etmeye çalışıyorum. Hayatı yazarak algılıyor ve içselleştiriyorum, bu nedenle sözcükler çok kıymetli benim için.
2-Kitaplara isim vermek konusunda yazarların çoğunun zorlandığı konuşulur. Öykülerini okuduğumda bu kitaba Cafer adının da yakışabileceğini düşünmüştüm. Sen nasıl karar veriyorsun kitap isimlerine, bir hikâyesi var mı?
Gerçekten de zorlanıyorum isim seçerken. Çoğunlukla öykülerden birinin adı olmasını tercih ediyorum. Kitabın bütünlüğünü en çok tamamlayacak öykünün ve ismin peşine düşüyorum. Bu kez kararı editörümle birlikte verdik. “Durmuş Saatler Dükkânı” kitabın son öyküsünün ismi. Kitaptaki öyküler genel olarak zaman kavramının etrafında şekilleniyor. Özellikle de döngüsel zaman ve bu zamanın içine sıkışan, çıkış yolu arayan insanlarla ilgili anlatılar. Bu son öyküyle, ilk öyküde başlayan döngüsel hareketi, çemberi tamamlayarak sonlandırıyorum. Saatler duruyor, zamanın döngüsü kırılıyor. İronik bir şekilde kitap basıldıktan sonra bizim için de saatler durdu. Kitabım da karantinada kaldı, iki ay boyunca dağıtımı yapılamadı. Sanırım adının kaderini yaşadı. İşte size sözcüklerin büyüsü…
“Nasıl oluyor da bir sözcük izini kaybettirebiliyor aklında? Yazdığında var. Düşündüğünde yok. Gevşek, delikli, geçirgen. İçine bambaşka anlamlar alıp büyüyor. Sonra deliklerin hepsinden sızıyor, akıp gidiyor. Tortu. Sözcüklerin tortusu var yalnızca. Tutmaya çalışıyor, olmuyor. Parmaklarının arasından akıp giden su gibi. Tutamıyor.”
(Durmuş Saatler Dükkânı – Sözcüklerin Tortusu, sf. 73)
3-İlk öykülerinde toplumun farklı sınıflarından insanları tanıyıp sevmiştik. Bu kitabında yelpazeni daha genişletmiş görünüyorsun. Bir yazar olarak ne tür bir arayıştasın?
Yazarken en büyük korkum kendimi tekrar etmek. Okur her yeni kitapta yepyeni bir şeyle karşılaşsın istiyorum. Yeni dünyalar, yeni insanlar, yeni anlatım biçimleri… Kendimi tekrar ettiğimi hissettiğim an yazdığım şeyden uzaklaşıyorum. Hem o zaman yazmanın bir heyecanı da kalmıyor. Bir diğer arayışım ise dille ilgili. Türkçeyi çok önemsiyorum ve olanaklarının sonsuz olduğunu düşünüyorum. Öyleyse neden kısır bir alanda sıkışıp aynı şekilde anlatayım. Farklı biçemler de cezbediyor beni. Ama hepsinden önemlisi her yazdığımın bir öncekinden daha iyi olması için uğraşmak. Bu amatör heyecan yazmanın tam merkezinde duruyor benim için.
“O hayal kırıklığı, olduğundan başka yerde olma arzusu… Veya hep başka bir yere ait olduğunu içten içe duyumsamak ama kaçıp gidememek. Nerede olursan ol, kendini durmadan yabancı hissetmek. Bu mu yıpratıyordu bizi bu kadar?”
(Durmuş Saatler Dükkânı – Akşamları Işığı Yanan Evler, sf. 84)
4- “Yazdığınız şeyler sizi heyecanlandırmıyorsa kimseyi heyecanlandırmaz. Israrcı olmayın.
Öykü yazarken romancılar gibi gevezelik etmeyin.
Okur daha iyi okumakla sorumluysa siz de daha iyi yazmakla sorumlusunuz. Okunmuyorum diye üzüleceğinize daha iyi yazmaya çalışın.
Gözünüze iyi bir okur kestirin ve onun için yazın. Bu gerçek biri olmak zorunda bile değil.” diyorsun yazma kurallarını belirtirken. Hem atölyeler yapan biri olarak hem yazdığının çerçevesini iyi çizen biri olarak başladığında neredeydin, şimdi neredesin?
Söz konusu zamanı iki ayrı dönemde değerlendirebilirim. İlki çocukluktan başlayan ve ilk kitabımın yayımlanmasına kadar olan süre. Bu bir arayıştı aslında. Durmadan yazıyordum ve belki bugünkünden daha cesurdum çünkü nerede ne hata yaptığımın veya yazdıklarımın nereye varabileceğinin farkında değildim. Sınırlar var sanıyordum. İkinci safha ise 2008’den bu yana geçen 12 yıl. İlk kitabım yayımlandı, ben ilk defa yazdıklarımın ciddiye alınabileceğini ve onları başkalarının da okumak isteyebileceklerini fark ettim. Bu ikinci dönem çok daha zorlu oldu benim için. O günlerde yazdıklarıma baktığımda henüz aklımda bazı şeylerin tam oturmadığını, anlatım olarak kendimi bulamadığımı fark ediyorum. Eskiden de çok okurdum ama bu süre boyunca daha da bilinçli okumalar yaptım. Yalnızca yazan biri değilim. Yazma üzerine kafa yorar, kuram okur, yazdıklarımın tekniği ile de uğraşırım. Bir yerden sonra bu deneyimi başkalarına da aktarmak istedim. Atölyeler böyle başladı. Yazarlığıma da katkısı oluyor. Bilginin paylaşılabilir ve çoğalabilir olduğunu görüyorum ve hayata karşı umudum tazeleniyor. Ama bu bir yolculuk, kim bilir bundan bir 10 yıl sonra şimdi yazdıklarımla ilgili ne düşüneceğim ve neler yazıyor olacağım. Bunu merak etmek bile heyecan verici. Hepsinden önemlisi bugün artık bir sınır olmadığını biliyorum. Sınırlar yalnızca zihnimizde ve her adımda yazma evrenimiz genişliyor. Bu genişlik beni büyülüyor.
5-Orhan Kemal öykü ödülüne layık görülmüştü kitabın. Elbette motivasyon arttırıcı bir etkisi olduğu kesin ödüllerin. Senin yazma sürecinde nelere yol açtı?
Ödüller elbette önemli ve gönendirici. Ama bunların rehavetine kapılmak veya tam tersi bunları bir baskı unsuru olarak hissetmek yanıltıcı olur. Yazdıklarınızın ödüllendirilmesi ve beğenilmesi elbette çok güzel ama önemli olan bundan sonra yapacaklarınızdır. Ödüller geride kalan işlere verilir. Anlamlı olan sonrasıdır. Yazmak başkalarıyla aranızda olan bir yarış değil. Bir yarış varsa bu yalnızca kendinizle. Daha iyisini yazmak, kendini daha iyi ifade edebilmek, yeni anlatım olanakları denemek ve kendi yazdıklarınızı daha ileri götürmeye çalışmak. Yukarıda da söylediğim gibi bu sonsuz bir yolculuk. Güzel tarafı da bu zaten. Asla sona ulaşmayacak, “oldum” dedirtmeyecek bir süreç. Zaten başka türlü yazılamaz. Bu nedenle yeni şeyler denemekten ve hep daha iyisi için kendimi zorlamaktan vazgeçmiyorum.
“Peki her şey nasıl başladı Meral? Ne zaman oldu bütün bunlar? Ne zaman anladın iki hayatın olduğunu? Ne zaman anladın aslında birbirini tanımayan iki Meral olduğunu zihninde? Bir Meral, diğerine düşman. Diğeri tüm dünyaya… Sırtında dünyanın yükü, seni kimse anlamaz Meral.”
(Durmuş Saatler Dükkânı – Her şey Nasıl Başladı Meral, sf. 89)
6-Fantastik öykülere de rastlıyoruz bu kitapta. Ortak kitaplar, dergilerin özel sayıları için zaman zaman yazdığımız metinler bir yazar olarak düşünmediğimiz alanlara sürüklüyor mu sence bizi?
“Zaman acımasızdır çocuğum. Başa çıkmak için onun gibi olmak gerekir. Boşuna onun önünde koşmaya çalışmayın. Peşinden gitmeyi bilin.”
(Durmuş Saatler Dükkânı – Durmuş Saatler Dükkânı, sf. 106)
“Gözkapaklarının altında başka bir hayat var sanki. Gözlerini kapatınca dönüyor rüya tekerleği. Hangi hayat onun, bilmiyor. Uyumakla ölmek arasındaki o keskin çizgi.”
(Durmuş Saatler Dükkânı – Rüya Tekerleği, sf. 55)
7-Yazarların küçük bir odada oturup kurdukları geniş dünya hep hayret edilesidir. Oysa rüyalar da bize kitaplar gibi bol seyirli, gerilimli, heyecanlı şeyler yaşatır. Bu kitabın izleğinde de rüyalar söz konusu. Sen ne dersin?
Rüyalar hep ilgimi çeker. Çok rüya görürüm ve yorumlamaya çalışırım. Uzun yıllar takip edince kendi rüyalarınızın sembollerini de çözmeye başlıyorsunuz. Benim rüyalarım hep günlük hayatla iç içedir. O gün ne yaşadım ne hissettimse rüyalarımın içine serpiştirilir gece olunca. Ama dikkat ettikçe derinlere gömdüğüm bazı şeyleri de çözerim. Bu kitapta rüyalardan ve olabilirliklerden çok beslendim. Gece gündüzün devamı, döngünün bir parçası belki de gerçeğin zıddı. Kitapta da bahsediyorum, eskilerde ölümle bir tutulurmuş uyku. Ne olduğunu, nereye gittiğimizi bilmediğimiz bir paralel gerçeklik diyarı. Bunu kurcalamak istedim biraz. Ne kadarı bizim gerçeğimiz ne kadarı evrenin gerçeği… Rüyalar gerçekliklerin içine sızmaya başlıyor bu öykülerde. Uyku, uyanıklığı kontrol etmeye başlıyor.
“Sesi, bu alacalı karmaşayı orta yerinden yarıp geçiyor. Saatler susuyor. Hafifliyorum. Kafamın içinde sıralamaya çalışıp durduğum her şey gevşiyor, düğümleri çözülmüş gibi sarkmaya başlıyor. Guguklu saatler, pilli saatler, kurmalı saatler duruyor. Ben duruyorum.”
(Durmuş Saatler Dükkânı – Durmuş Saatler Dükkânı, sf. 104)
İlk yayın KE.