HER İNİŞİN BİR ÇIKIŞI: AUSGANG
“Ada” kelimesiyle başlıyor Serkan Türk’ün çıkış’ı.
Ada, dört tarafı sularla kaplı karanın insanın bahtına denk düşmesi. Su, hafıza. Adayı çevreleyen suyun insanın zihnini, dahası oradan taşarak hayatının tümünü saran, gününe ve gecesine dolanan hatıra parçacıklarına nispeti. İnsanın olmazsa olmazı: yaşamak ve hatırlamak. ”İnsan bazen sadece hatırlar.” (s.163)
“İnsan hatırladıkların oluşur.” (s. 87) Her şey bu akışa bırakılarak ilerliyor romanda. Onnik Efendi ve onun günlere dolanan notları, yazıları. Yazının sadra şifa olma ihtimali: “Kim bilir belki de yazıya dökülmüş bir yaşamda bulurdun kederinin panzehirini.” (s. 30) Onnik Efendi isimli yaşlı birinin geçmişinden, ruhundan taşan acıların, kırgınlıkların, aldanmaların ancak hatıraları yazma çabasıyla hayata tutunmaya yol olmasını görüyoruz Ausgang’da. İnsanın ikinci evinin “hatıra ocağı” olduğunu söylüyor anlatıcı. Kederin başkalaşıp hevese, kurtuluşa dönüşmesi yazmakla ve okumakla oluyor ancak: “Günlerdir elinde tuttuğun Onnik Efendi’nin defteri, dünyanı başkalaştırdı.”
Onnik Efendi’nin hayatı ve hafızasıyla birçok kişi tanıyoruz romanda. Onnik Efendi’nin acılarını saran, ona bir anlamda yarenlik eden Sıdıka, romanın en çarpıcı karakterlerinden biri. Derdine ortak olduğu ihtiyarın anlatısında aslında Sıdıka’nın dostluğunu, onun hikâyesini ve aslında “anı içinde anılar” olarak onun hafızasını okuyoruz. Romanın parçalı kurgusuna büyük bir destek veriyor Sıdıka’nın hayatı. Ve elbette diğerleri… Farklı coğrafyalardan, farklı inanışlardan kişilerin iç içe geçen hikâyeleriyle anlatım canlılık kazanıyor. Bu canlılığın, Onnik Efendi’nin kendi hikâyesinden kaçma/kendi hikâyesini onarma çabasının aslında başkalarının hikâyesiyle birleşerek olduğu yere dönmesi: Kendinden kaçmanın/kendini onarmanın -başkaları varken- hakikatte imkansızlığı. Bütün çıkış çabalarının ortak bir inişte yitip gitmesi…
Öykü ve şiirlerini bildiğimiz Serkan Türk’ün bu ilk romanında da tadını bildiğimiz şiirinin dili var. İkinci tekil anlatıcının da omuz verdiği bu şiire yakın dil, romanın en dikkat çekici özelliklerinden biri. Özellikle duygu geçişlerinde, eşyanın ruha değdiği anlarda, iç geçirme ve hatırlama anlarında şiirle yol alan ifadeler… Ve romanın tamamına nüfuz etmiş ayrıntılar görüyoruz: kokuların, mekânların, insan yüzlerinin, reklamların tamamlayıcı bir unsur olarak küçük kareler şeklinde sunulması. Yine de sonunda bir şekilde şiire varması:
“Şehir senin akvaryumun olacak.” (s.58)
“Orada dinlediğim çınar ağacı, bana kök vermenin dayanılmaz acısını fısıldasın.” (s.106)
“Şanslıysak güzelinden bir çiçek açıyor üstümüzde ya da çakırdikenler yayılıp gidiyor mezarımızda.” (s.158)
“İnsan bir eşya gibi alışıyor olduğu yere.” (s.166)
Binaların çoğalması, ormanların yok olması, sınırların kanla çizilmesi, kadın cinayetleri gibi birçok kare toplumcu görünme yapmacıklığına düşmeden gösteriliyor romanda. İnsanda birleşen hikâyeler paralel bir kurgu olsun diye değil, her biri gerçeğe odaklanmış birer katman. Georgi ismi sırtına mıhlanan Hasan, Belene Kampı, Jivkov zulmü; dilinden ve hafızasından koparılmak istenen yaşamlar… Babasının, kendilerini terk edip gittiği Almanya’dan ‘çıkış yolunu bulamadığı için’, belki de uygun bir dil bulamadığı için dönmediğini sanan Hacer’in hikâyesi… “Dilini yitirmişlerin yapması gereken, bir dil bulmak, ona ulaşmaya çabalamak” (s.47) ifadesiyle can bulan yazıyla, sözle, anılarla bir çıkış yolu bulma uğraşı Ausgang.
Romanda ana karakterin hatıraları ve hafızası eşliğinde birçok paralel olay anlatıyor anlatıcı. Hepsinde belirgin düşüş hikâyeleri ve çıkışını arayan bir anlatma, anlaşılma çabası. Ausgang bu dinamiklerle muhatabına ses veren güçlü bir ilk roman.
İlk olarak Notos’un 85. sayıda yer almıştır.