Betül Nurata Mayıs 2016’da yayımlanan ilk öykü kitabı Yüzümü Tanı ile 2017 Necip Fazıl İlk Eserler Ödülü’ne layık görülmüştü.
23 öyküden oluşan Yüzümü Tanı, bizlere tahkiye etmenin yeni yollarını arayan bir yazarı haber veriyor. Betül Nurata’nın öyküleri bir anlatma yolu seçmenin titizliğini ve zarafetini taşıyor. Yazarın sadece kuvvetli gözlem gücünün bir sonucu değil bu öyküler. Hayata, sokağa, insanlara not alarak bakan bir göze sahip olduğu kesin Nurata’nın. Öykülerini farklı kılansa gözlemlediklerini anlatacağı en uygun yolu, sözü, tarzı aramış ve bulmuş olması. Kıvrak bir dil, sıra dışı bir ifade tarzı hemen kendini belli ediyor bu öykülerde:
“Sandalyeler terliyor, su satışları almış başını çuf çuf çuf…” (Miras)
“Yandaki çocuklar hipnoz. Whatsapp, kâğıt oyunu, maç yapmaca.” (Lepiska Saçlar Boncuk Gözler)
Öykülerde kendini hissettiren duygulardan biri de yazarın öyküleri okurla beraber yazıyor gibi bir hava oluşturması. Okura kendisini anlatımın/anlatıcının bir parçası olduğunu hissettiren bu eğilimin metinlere yeni bir katman eklediği de söylenebilir:
“Sevgili okur, kızı o masadan kurtarabilirsin. Biraz yağmur yeterdi. Bunu hemen ayarlayabilirdik aslında. Yağmuru sen de çok seviyorsun. Unutma, en şiddetlisini bile. Sadece senin için geliyor öyleyse; beyaz sporların leke leke oldu bile, gördün mü?” (Kıyas)
Aynı zamanda bu tarz cümleler metne bir hareketlilik kattığı gibi tahkiyenin gerçekliğine de destek veriyor. Yazarın ulaşmak istediği sahicilik ve hayata yakınlık duygusunu kolaylaştıran hususlardan biri de anlattıklarının hayatın çok içinde; sinemada, reklamda, çizgi filmlerde, gündelik sohbetlerde geziyor olması:
“Su içmeye de bayılırsın. İç bence. Su hayattır, marka böyle kullanıyor.” (Kıyas)
“Sönük saçlarıyla suyunu yudumlayan kız, Bergüzar’ın topuzuna bakmalıydı. Bir Bergüzar Korel topuzu.” (Kıyas)
“Güüç oonda aartııık.” (Kurabiye Canavarları)


Betül Nurata kahramanlarını hayatın sıradan akışı içinden, acısı fark edilmeyen rutinin içinden çekip alıyor ve onları en gerçekçi, en canlı hâle getirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de etkileyici bir dil kullanıyor:
“Omzunda kınalı bir baş ağırlayan adam, cimri olamazdı zaten.” (Ciğerinde Kuruludur Orkestra, Duymazsın)
“Eller ayaklara uzandı. Daha bugün giydim, dursun işte, derken, çoraplar çoktan yola çıkmıştı.” (Yakın Plan)
“Yedi yaşından beri sıraya sokulan adamlar, kadınlar, yaşı bilmem kaç olmuşlar sıraya girmesini beceremiyor bir türlü.” (Uzakta)
Tüm bunların ışığında Betül Nurata’nın edebiyatımız için yeni bir ışık olduğunu söyleyebiliriz. Basitliklerden hikâye çıkarma gücü, anlatacağını etkili bir dille sunmayı bilmesi ve canlı karakteriyle öykü yolculuğumuzun kıymetli duraklarından biri olacağı ortada. Bu bağlamda okurlarının, dört senenin ardından yeni bir öykü kitabını beklediğini söylemek de zor olmaz.