Ünlü Fransız yazar Marcel Proust’un Kayıp Zaman’ın İzinde adını taşıyan yedi ciltlik romanı, bir madlen kekinin, küçük bir çocuğun belleğinde kalan izle beslenir. Geçmişte yaşananlar, çaya atılan birkaç parça kekin dağılması, onun Marcel’in damağında bıraktığı lezzet ile canlanıverir. Marcel, kek kırıntılarından aldığı hazzın sebebini bulmaya çalışırken, içinde saklı duyguların, yaşadığı mekânların, olayların, bir fincandan yükselişine tanık olur.
Hepimiz için belleğin tetikleyicileri farklı olabilir. Bazen bir koku, bazen bir renk, bazen de bir ses içimizde sessizce bekleyen anılarımızı uyandırabilir. Bahar Gerçek Doğru’nun, Tara Kitap’tan çıkan “Gündedün” adlı öykü kitabı da geçmişe, bellekte kalanlara bir yolculuk. Bu yolculuğu kimi zaman Sezen Aksu’nun “Geri Dön” şarkısı, kimi zaman Yeni Türkü’nün “Yağmurun Elleri” şarkısı besliyor. Yazar, “Yağmurun Elleri” öyküsünde, Proust’un yaşadığına benzer bir duyguyla karşımıza çıkıyor:
“Müzik yavaş yavaş evi kaplarken, içimdeki ürpertiyle çözülmeye başlıyorum. Geçmişin üzerime sımsıkı kilitlediği kapılar açılıyor. Anıların yüzü bir ok gibi gerilmiş zamanı delip geçecek birazdan.”
Şarkıyla tetiklenen öyküde yazar, şöyle diyor:
“Hikâyelerin şarkısı olur. Ansızın çıkıp gelir, teklifsizce sızar hayatına. Unuttuğun bir boşluğu doldururken derinleştirir açtığı yarayı. Yağmurun Elleri, bir Ankara masalının bendeki yol arkadaşı.”
Güçlü kalemiyle dikkat çeken Doğru, aynı öyküde Ankara’yı bilen okurlara, Atatürk Bulvarı, Akün Sineması, Kuğulu Park, Kolej gibi pek çok yer adını da hatırlatarak gizli bir yakınlık hissettiriyor:
“Ankara’nın is kokan soğuğuna bulaşmış çocukluğumu arıyorum… Okul çıkışı, Moda Düğme’nin önünde altmış beş numaralı kırmızı otobüsü bekleyen kız benim. O küçük avuçların arasına her şeyi sığdırabilirmişim gibi. En çok üşümek kalmış parmak uçlarımda. Albümlerdeki fotoğraflarımız solmamış. Herkes ait olduğu hikâyenin içinde öylece donup kalmış. Daha fazla bilme ihtimalini sezemeyecek yaşta olmanın huzurunda kalmışım. Bu gece hepimize uzaktan bakıyorum. Birbirimiz için titreşip duran ışıklarız şimdi. Başka bir ülkenin karşı kıyısında masal olmuşuz.”
Öyküleri açık açık anlatmak, yazara da, okuyacaklara da haksızlık olur. Ancak altı çizilmeye değer satırlar, iyi bir kitap okumak isteyenlere fikir verebilir:
“ŞAPKASIZ DÜŞLER”
“Her seferinde rüzgârın uğultusuna cevap veren ağacı, hüzünlü şarkılar söyleyen yaşlı bir kadına benzetirdi.”
“Anasıyla babasının huyu birbirine benzerdi. Belki de zamanla evlilik mayası içinde şikâyet etmeden birbirlerine dönüşüvermişlerdi.”
“PİYANİST”
“Yorgun olmadığı günler, albümdeki fotoğraflara dokunur eliyle zamanı yoklardı.”
“KOLTUK YÜZÜ”
“Kanatları yanmış bir kuş olduğunu fark edene kadar çocukluğu hızla geçip gitmişti. Sabahtan iki çeşit yemek yapar, haftada bir evi temizler sonra dünyanın geri kalanı evde anlamsızca yankılansın diye televizyonu açardı.”
“Sıcacık, masum bir bebek gülüşü hapsedildiği o camın arkasında hiç değişmeden aynı kalmıştı.”
Hep yorgun ve dalgın, sürekli ilaç içen bir anneyi çocuğun gözünden anlatan Doğru, iç burkan cümleleriyle de okuru hüzne boğuyor:
“O hiçbir zorluğun ya da sevincin içinde tam anlamıyla yoktu. Değişiyor, susuyor ya da Ferah tam ihtiyaç duyduğunda kokusunu taşıyan bir rüzgâr bırakarak ortadan kayboluyordu.”
Mektup formatındaki “KRALİÇE LEYLAM” öyküsünde isyanını da dile getiren yazar, “İnsanın hayatta en az bir kere kendinden yorulma ve kenara çekilme hakkı olmalı değil mi?” sorusunu soruyor.
İnsan hâllerinin samimi bir dille anlatıldığı öyküde, sırf yalnız kalmamak için bir sevgili edinen Beyza, şöyle diyor:
“İtiraf etmeliyim ki onu içimdeki tekinsiz boşluğun başına, yalnızlığımın uzak bir köşesine eğreti bir bekçi gibi diktim.”
Aynı öyküde yazar, şiir dokunuşuyla da okuru büyülüyor:
“Korkudandır dönüp bakamam
Ya izlerini sildiyse zaman,
Kaç fırtına vurur gecesine ömrün,
Kaç sefer kendi kıyısına varır insan,
İlk görüşte âşık olmak gibi hiç bilmeden
Bir çocuğun merakına boyun eğmekti yaşam…”
“BEN EVE GELDİM ANNE” öyküsünde, Girit Türklerinin göç olayını anlatırken, dokunaklı cümleleriyle dikkat çeken yazar, “Ne olursa olsun izleri giderek silinen bir geçmişin anılarını, küskün göçen ruhlar için yeniden yazmalıydı.” diyor. Öyküde şu cümleler insanı sarsıyor:
“Onlar, bir gecede hayatlarının üzerine kapıyı çekip çıkanlar, ‘değiş tokuş’ edilen yaşamların yarasına kabuk tutmayı öğrenecek mübadiller olarak kaldılar.”
KRALİÇE LEYLAM mektubuna cevap olarak yazılmış CANIM BEYZA mektubu da bir başka öykü kitapta yer alan. Canım Beyza’da yazar geçmişe duyduğu özlemi şöyle dile getiriyor:
“Şimdi anlıyorum ki hiç çaba göstermeden içgüdülerimizle yaşayabildiğimiz yegâne zaman dilimi, çocukluğumuzmuş. Bugün yetişkin kafasıyla o toy zihne varmak için didinip duruyoruz.”
Ülkemizin sosyolojik yapısını, öykülerin dokusunda hissettiren Doğru, “NEŞELİ GÜNLER APARTMANI” öyküsünde bir genç kızın yaşadıklarını şöyle aktarıyor:
“Nasıl desem, kazık kadar olmuşum, hayatım boyunca nereye gitsem ensemde onların iki çift gözüyle birlikte gezdim.”
Kitapta, kenar mahalle hayatı anlatılırken kullanılan betimlemeler de etkileyici:
“Tepesine demir dikilmiş, sıvasıyla duran evler üstüme kat gelse diye bekleyip durur. Yazın tozun, kışın çamurun bereketine doyarsınız. Burada ne iyilik ne de kötülük sakınılır. Perdeler ve kapılar sır tutmaktan hoşlanmaz, döküverir ortaya hayatları. Daracık bir alanda, mecburiyetten üst üste ekilmiş tohumlar gibiyiz. İte kaka, kol kola, birbirimizin içinden geçerek, eciş bücüşlüklerimizle birbirimize aşılanmışız.”
“SARI SAÇLARINDAN SEN SUÇLUSUN” öyküsünde, “çehresine gülümseme değmemiş insan” cümlesi, iç burkuyor.
“KEMERLERİNİZİ BAĞLAYIN” öyküsü de tanıdık. Uçaktan bir şehre bakarken neler görürüz? Yazar, “Hayatlar, şehirlerin yüzü gibi, oldukları yerden göz kırpıp kayboluyor.” diyor.
Aldatmak ve aldatılmak konusu, çoğu esere konu olmuştur. Ancak Gündedün’de aynı konu özgün bir cümleyle işlenmiş:
“Gariptir ki en zoruma giden, aldatılmaktan çok aldanmak olmuştu.”