Okumayı sevdiğimiz metinler bizden bağımsız değildir. Yaralarımızla, deneyimlerimizle, geçmiş yaşantılarımızla, gelecek hayallerimizle, psikolojik ve toplumsal hazır bulunuşluğumuzla uyuşan metinleri sever ve onları içimizde bir yerde konumlandırırız. Ocak 2023’te Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Mehmet Erte imzalı Sahipsiz Yüzler benim için öyle bir kitap oldu.
Sahipsiz Yüzler, 2018 yılının Temmuz ayının ilk cumartesi günü, İzmir’e bağlı bir tatil kasabasına gelen Deniz’le açılıyor. Deniz buraya sevgilisi Mehmet Gün’ü aile evinde ve karısıyla beraberken rahatsız etme ihtimalini göz önüne alarak ve aşkına dair bazı soru işaretleriyle geliyor. Çarşıda bir kilisede gördüğü resim sergisine oyalanmak için girdiğinde resimlerdeki onlarca kadını kendisine çok benzetiyor. Soru işaretleri artıp resimlerle kendisi ya da sevgilisi arasında ilişki kurmaya çalışırken zihnindeki gelgitler okuru metnin içine çekiyor. Sayfaları bir krize, çatışmaya, gereğinden fazla anlam yüklenmiş duyguların yıkıcılığına dair bir beklentiyle çeviriyoruz.
Deniz’de hissettiğimiz boşluk hissi ve gereğinden fazla anlam yüklenmiş duygular romandaki diğer karakterlerin duygu dünyalarının da itici gücünü oluşturuyor. Mehmet Gün’ün amcası Celal Gün’ün ahbabı Tahir Ayhan ve onun üniversiteden arkadaşı ressam Ferhat Gümüş arasındaki gerilimde, Tahir ve Ferhat’ın Aslı’ya karşı aşk ve arzularındaki gerilimde, Mehmet Gün’ün arkadaşı Mehmet Erte ile ablası Leyla Gün arasındaki gerilimde, Mehmet Gün’ün karısı Zeynep ile arasındaki gerilimde yoğun bir duygusal yük görüyoruz. Bu yük karakterlerin yıkıcı bir karanlığa doğru adımlar atmasını neredeyse bir kader haline getiriyor çünkü yüklerin altındaki boşluklar ölümcül. Kimsenin o boşluk hissiyle baş başa kalmaması gerekiyor. Bütün karakterler kendinden kaçmak için normalin sınırlarını zorluyor.
Romanda izlerini gördüğümüz boşluk ve yabancılaşma metin boyunca derinlemesine işleniyor. Boşlukların üzerindeki anlam yükü ve kendilerinden kolayca uzaklaşma becerisi karakterleri okurun gözünde ruhdaş kılıyor. James F. Masterson Gerçek Kendilik adlı kitabında kendiliklerini sağlıklı bir şekilde oluşturamamış bireylerin terk depresyonuna karşı oluşturdukları savunma mekanizmalarından da söz eder. Buradaki terk depresyonu yaşamın ilk aylarınla anne ile kurulması gereken sağlıklı bağ ile ilgilidir. Anne fiziksel yahut duygusal olarak ortalıkta değilse çocuk ilk tepkilerine karşılık alamaz ve bakımverenin anlamlı yüz ifadesinden kendine dair bir fikir toplayamaz. Kendiliğin oluşmaya veya yok olmaya başladığı yer burasıdır. Tepki alamayan çocuk kendine dair yetersiz, şeytani ve kötü bir imge oluşturur. Boşluk da tam burada meydana çıkar. Kabuk vardır ama o kabuğun içinde olumlu, pozitif, gerçek bir kendilik algısı yoktur. Terk edilme ya da yutulma konusundaki anksiyete de buradan gelir. Romanda dengesiz davranışlar, yıkıcı arzular, çevreyle uzlaşma becerisinden yoksunluk, gerçek kendiliğinden kaçmak için itaat, tam olarak ne istediği hakkında fikir sahibi olamama, gerçek duygulanımdan kaçış gibi sahte kendilik izlerini oldukça fazla görebiliriz.
Aslı ile Ferhat’ın ilişkisinden başlayalım. Buradaki isim seçiminin de manidar olduğunu düşünüyorum. İki ayrı halk hikâyesinde karşımıza çıkan halleriyle Aslı ve Ferhat duru, saf, ulaşılmaz bir aşkın temsilcileridir. 2018 yılının seküler orta sınıfında elbette bu kodların aynen devam etmesi beklenemez. Ferhat da Aslı da çok değişmiştir. Sevgilisi için dağları delen Ferhat şimdi içinin hiç bilmediği noktalarına doğru karanlık bir seyahatten zevk almakta, hatta bu yolculuğun sınırlarını zorlamaktadır. Düğmeleri kendiliğinden kapanan Aslı ise düğmelerini açarak sevgilisine zulmetmekten keyif alan yeni biri olmuştur. Ferhat ile Aslı’nın ilişkisi köle efendi ilişkisidir. Daha hayatında biri varken Ferhat’ı kendine bağlayan Aslı hayatındaki kişiyi artık sevmediğinde bile sırf Ferhat’a zulüm olsun diye onu hayatında tutmaya devam eder. Sanki o da yapabileceklerinin sınırını görmek istemekte ya da içinde koca bir boşluk barındıran sert bir kabuk tarafından sınırlara doğru itilmektedir. Sevişmenin olmadığı bu ilişki dolaylı tahrik unsurlarıyla devam eder. Dışarıda sevgili gibi davranıp evde hiçbir şekilde dokunamadığı bu kadının kölesi, yer yer dört ayak üstündeki köpeği olmak Ferhat’ın da hoşuna gider. Başkalarıyla birlikte olup eve geldiğinde kendini koklatmasından Ferhat’ın aldığı zevk Aslı için de sürprizdir. Ferhat’a acı çektirmek için onun arkadaş çevresinden –Ferhat’ın zaman zaman da gerilimler yaşadığı- Tahir Ayhan’ı gözüne kestirir. İlk bölümdeki sergi Ferhat’ın Aslı’ya olan aşkının nirengi noktalarından geçerek aynı kadının farklı yüzlerini oluşturacak ve bu sergi yıllar sonra iki eski dostu da buluşturacaktır. Sergideki yüzler içinde büyük bir boşluk barındıran herkesin aynılaştığı noktadır bir nevi. Deniz bu yüzden resimlerde kendi yüzünü görür gibi olur hep.
Cinselliğin yarattığı gerilim yalnızca Ferhat ile Aslı’yla sınırlı değildir. Ve sadece kadın erkek ilişkilerine değil erkekler arasındaki ilişkilere de yansır. İsteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek aynı kadını yahut aynı arzuyu paylaşanlar yan yana gelir. Mehmet Gün ve Mehmet Erte, Leyla Gün ve Aslı, Ferhat Gümüş ve Tahir Ayhan, Ebru ve Zeynep farklı yönlere giden ikiz yüzleri oluşturmuş ve romana dinamik bir gerilim katmıştır.
Deniz’in sevgilisi Mehmet Gün’ün, karısı Zeynep’le ilişkisi de düşündürücü bir örnek oluşturur. Zeynep’in, kocasının arkadaşı Mehmet Erte de dâhil birileriyle yatması gece olunca Mehmet Gün’ün üstüne düşen bir gölgedir. Bununla baş etmek zordur ve mücadelesinde karısından da destek görmek ister. Ona sarılmaya, her şeye rağmen yanında olduğunu bilmeye ihtiyacı vardır. Fakat Zeynep inadına sarılmaz kocasına, yalnızca alarm çalmadan beş on dakika önce sarılabilir ona Mehmet Gün. Bu ilişkide de bir azap saplantısı ve terk edememe görürüz. Burada savunma mekanizmalarından oluşan sahte kendilikten kaynaklı, yapışmacı bir çaresizlik söz konusudur. Bu da sahipsiz yüzleri oluşturur. Karakterlerin sıcak bir biçimde aidiyet kurdukları aile sahnelerinin ya da anılarının olmaması da bunu doğrular. Fiziksel olarak mevcut olan aile, içermesi gereken kod ve anlamlardan yoksundur. Mehmet Gün’ün ablası Leyla Gün de kardeşinin arkadaşı Mehmet Erte ile bu merkezde bir ilişki yaşamıştır geçmişte. Birleşme tensel düzeyde olmasa da iki ruhun karanlık noktasında gerçekleşmiştir yine. Yaşanan bazı azap sahneleri Ferhat ve Aslı ilişkisinin bazı kısımları ile neredeyse aynıdır. Erte’ye yakın davranıp bir birliktelik ihtimalinin ışıklarını yakan Leyla daha sonra onu aşağılamış ve her iki taraf da bu gösteriden keyif almıştır.
“Erte yine kapının önünde Leyla’ya dönerek diz çöktü; bedeninden taşmak, dökülmek, dökülmek, dökülmek istiyordu ama nafile, durmaksızın cinsel organının okşasa da ereksiyon olamıyordu, önündeki şey küçük bir çocuğa ait minicik bir çüktü. Kurtuluşu çükünün bir an önce büyümesindeydi sanki, öyle bir panikle mastürbasyon yapıyordu. Terliyor, terliyor, terliyordu. Gözlerini yumuyor, yumuyor, yumuyordu.” (s, 137)
Kurmaca metinlerde insan ruhunun gizemli yönlerine, insanın kendinden sakladıklarına, bazılarımızın kendini yok etmek için hiç durmadan koştuğu o karanlığa değinen yazarları daha çok severim ben. Mehmet Erte Sahipsiz Yüzler’de bunu ustalıklı bir içgörü ve başarılı bir gözlemle yapmış. Romanın gücü sadece insan ruhunu bütün yönleriyle vermesinden gelmiyor. Teknik olarak dinamik ve simetrik bir kurgu söz konusu. İlk bölümde Deniz’in şehre gelip Ferhat’ın sergisini gezmesiyle başlayan romanda bölümler ilerledikçe küçük bir grup sımsıkı bağlanıyor birbirine. Aile ve ahbaplık bağlarıyla bir akşam yemeğinde rahatlıkla bir araya gelecek bu bir avuç insan, kafalarının içindeki dünyalarla romanı muazzam bir şekilde dolduruyor. Hiçbir bölüm, hiçbir sahne eksik ya da fazla değil. Olay örgüsünün gücü de üstünde fazlasıyla durulması gereken bir nokta oluşturuyor. Aynı şekilde, karakterlerin toplumsal olarak durduğu yer, seküler orta sınıfın bilinç ve yaşantısına ayna tutuyor. Ferhat ve Aslı, Aragon ya da Thomas Mann normalliğin ötesinde yeni bir anlam kazanıyor. Bu kısımlar yazarın yaratıcılığını göstermesi bakımından ayrıca keyifliydi. Son olarak anlatıcının yer yer yaptığı müdahaleler, bir romana gönül rahatlığıyla roman denmesini sağlayacak düşünüş ve dillendirmeler roman dilinden alınan keyfi de üst seviyelere taşıyor.
James F. Masterson, Gerçek Kendilik, Litera Yayıncılık, 2021.
Mehmet Erte, Sahipsiz Yüzler, Yapı Kredi Yayınları, 2023.