Bazıları yeryüzünde her şeyin anlatıldığı söylüyor. Ben onlara inanmıyorum. Aşk, acı, arzu, kırgınlık, öfke milyonlarca kez yazıldı diyorlar. Ben kimsenin benimle aynı şekilde âşık olduğunu, benim yaşadığım acıları aynen hissedebileceğini, birinin benim yaptığıma benzer şekilde birini isteyeceğine inanmıyorum. Benim kırgınlıklarımı kimse olduğu gibi duyamaz. Benim öfkem kimse tarafından aynen yazılamaz. Elbette herkes için böyle bu.
Yeryüzü Blues o kadar arabesk ki… Fakat bir an bile rahatsızlık vermiyor. Oradaki bütün arabeskliğin hayatlarımızın içinde fazlasıyla olduğunu bilmemize rağmen hem de. Doktora yapmış ama bir atölyede ellerinden çıkmayan yapışkanla terlik yapıştıran biri günümüz Türkiyesi için bile mümkünken. Romanda kısaca mali anlamda tepetaklak olmuş bir aile, şiddete meyyal ebeveynler, yatalak bir dede ve rutubetli bodrum katta sürekli kokan bok var. Durmadan konuşan hem de boyundan büyük konuşan beş altı yaşındaki bu oğlan çocuğu ne söylüyorsa o kadarını görüyoruz. Kitabın güçlü yönü “yazarın yeni bir dil getirmesi bla bla” değil yazarın kişiliği. Kadir, Kadir gibi bakıyor. Kadir, Kadir olduğu için dikkatini çeken şeyler bir başkasından farklı. Serçelerin Ölümü’nde doğal bir yolla oluşan o kafası karışık, şaşkın ama masum bakışı Yeryüzü Blues’te zaman zaman zorlayıp bazı yerlerde çok fazla tekrara düşerek bozsa da temelde ayırt edici olanın, yazarın hayatı görme ve düşünme biçimi olduğunu düşünüyorum.
Yeryüzü Blues Elemli bir Yol’un kitabı. Adına hayat denilen bu rutubetli, güneş görmeyen, bok kokulu bodrum katta, biz de Mustafa Cem gibi, bazı şeyleri görmeyi bazı şeylere görmeye tercih edeceğiz. Bizi biz yapan şeyler, bu şekilde bizi biraz daha fazla biz yapacak. Sonra hep beraber acılardan yapılmış tacımızla bir tepeye çıkıp yeryüzünden sürüleceğiz. Bunların hepsinden önce ise, bu kitabı okumaktan keyif aldım.