Herhangi bir edebi metinde iyiliği, gülümsemeyi, saflığı, hayatın eğlenceli ve kabullenilmiş yanlarını görmeye pek alışkın değiliz. Edebiyatı anlamlı bir karanlıktan ibaret sanıyoruz. Aydınlık yanları dile geçirmekten kaçınıyoruz. Yaşamı güneşli bir şekilde görebilmenin çok güzel ama öğrenilemez bir şey olduğunu düşünüyorum. Tuncay Günaydın’ın bu konuda müthiş bir yeteneği var. Düşünme biçiminin özgünlüğünden kaynaklanan benzersiz bir yetenek. Günaydın’ın metinlerini değerli bir yerde konumlandıran şey; bu aydınlığı keyifle, kolaylıkla, neşeyle aktarabilmesi. Hikâyenin ışıklı yerlerine dokunan üslubu, okuru alıp tül perdelerin huzurla salındığı güneşli bir akşamüstüne götürüyor.
Pruva Yayınlarından çıkan Perdesi Yırtık Dünya bir perdecinin hayatının çeşitli yönlerini ve etrafındaki insanların ahvalini anlatan öyküler aracılığıyla; insan ruhuna, toplumsal yaşantıya, sosyolojik dönüşüme ışık tutan on üç hikâyeden oluşuyor. İlk hikâye Hilekâr Perdeci ile perdecinin dünyasına giriş yapıyoruz. Küçük bir şehirde benzer yüzlerle, bilindik ahbaplarla, aynı işi yıllarca yaparak kendine bir dünya kurmuş perdeci; şehrin yerel gazetesi ile ufak bir sorun yaşar bu hikâyede. Aboneliğini iptal etti diye onunla uğraşan gazete sahibi, gazete sayfalarını perdecinin itibarını zedelemek için kullanmaktan çekinmez. Taşranın saman alevi gibi parlayıp sonra uzlaşmaya mahkûm olan öfkesinin ışığında öykülerin atmosferine gireriz. Seyirci adlı ikinci öyküye geçtiğimizde, ilk öyküde perdeciden perde alan Rıza’nın dünyası ile tanışırız. Bu hikâye taşranın, insanı farkında olmadığı bir tozlanmayla yavaş yavaş ağırlaştıran, enerji sömüren yapısının bir gün nasıl kendisini imha etmeye yol açacağının resmi olur. Hikâyeler ilerledikçe perdeci aracılığıyla şehrin diğer sakinleriyle de hemhal olmaya başlarız. Perdeciye giren hangi insanın, hangi komşu esnafın, perdecinin hayatının hangi yönünün karşımıza çıkacağını düşünüp heyecanlanırız hikâyeden hikâyeye geçerken. Taşranın kendinden menkul haset ve kıskançlığı, perdecinin perdelerle alakalı aforizma ve felsefelerinin sempatikliği, taşra dostluklarının hayatı sürdürmeye yarayan güzelliği; bu dünyayı ince ince dokur. Derviş Kuyumcusu’ndaki Rıfat, Anlamsızlık’taki müteahhit, Victoria Çiçeği’ndeki Mutlu Usta, Süvari Caddesi’nden Geçen Son Cenaze’deki Arap Dayı perdecinin anlam dünyasındaki sesleri ve renkleriyle hikayelerde yer aldıkça biz de bu şehre iyice nüfuz ederiz.
Kıyamet Alameti, Yanan Perde, Anamın Perdesi öykülerinde perdecinin çocukluğuna, aşklarına, hayallerine, evliliği aradan çıkarmak zorunda kalıp dünya düzenine ayak uydurmasına şahit olup yazarın bizim için açtığı dünyanın derinliklerinde keyifle dolaşırız. Bir Binanın Muhtasar Yazgısı’nda Süvari Caddesi’ndeki binadan yola çıkarak şehrin tarihi ve toplumsal dönüşümünü verip kırılganlığın katmanlarını açmak da yazarın güzel bir fikri olarak yer alır.
Tuncay Günaydın’ın tahkiye gücü üzerinde durulmaya değer. Karanlık gecelerde anlatılıp insana bir umut ve aydınlık vadeden eski zaman hikâyeleri gibi hayatın güzel ve güneşli yönlerine bir perde aralar yazar. Dilin karanlıktan değil aydınlıktan beslenen keyfi eşlik eder okura. Perdeci bir şarkı olsaydı “Dilara” olurdu. Yazarın cümlesiyle “Memleketin hüzne batıp çıkan ama göbek attıran şarkısı Dilara.”
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.