Toplumların kavramlara bakışı zamanla değişir, dönüşür ve farklı bir mana kazanır. Byung Chul Han Paltayif Toplum’da günümüzde acıya bakışın kazandığı yeni anlamları inceler ve dikkat çekici yorumlar sunar. Han’a göre modernlik öncesi toplum bir cefa toplumudur ve bu toplumun acıyla bağı oldukça derindir. Şiddet toplumu yerini disiplin toplumuna bıraktığında acı ile ilişki de değişir. Acıyla güçlenen, çelikleşmiş ve disipline edilmiş bir toplum ön plandadır. Günümüzün performans toplumunda ise performans öznesi, acı dahil bütün olumsuzlukları yok sayan bir öznedir. İktidardan insanlara kadar sürekli bir olumlama söz konusudur. Bireyler olumluluğa dayalı bir baskı içindedir. Neoliberal mutluluk baskısı bireyleri daimi bir iç gözleme zorlayarak bireysel çabalarla her şeyin daha iyi olacağına inandırır. Bu toplumda algofobi, acı korkusu hâkimdir. Karşımızda acıyı örten, paltayif bir toplum vardır. Uyum ve uyuşma baskısı artmış, dijitalleşme anestezik etkiyi her yere yaymış ve acı hayatlarımızdan çıkarılması gereken bir zayıflık olarak görülmeye başlanmıştır. Artık yüce idealler, derin duygular değil rahatlık talep eder hayat. Neoliberal performans toplumunun dayattığı bu yeni biçimden edebiyat da nasibini almıştır. Daha hızlı, daha teknik, daha yüzeysel arayışlara kayar. Duygusal anlamda bir çaba gerektirmeyen, düşünsel anlamda yormayan, keyifli zamanlar geçirtmeyi vaat eden metinler öne çıkmaya başlar. Böyle bir dünyanın tüm dayatmalarına rağmen acıyla bağını sımsıkı kurmuş, çile yolunu önemseyen, deneyimin ızdırabını göze alıp bu karanlığın karşısına pırıl pırıl bir yaşama sevincini koyabilmiş bir öykücünün ilk kitabından söz edeceğim bu yazıda.
Kitabın en güçlü öykülerinden Girl You’ll Be a Woman evine giren bir kadını karşılayan manzarayla açılır. Öykü başlar başlamaz okurun içine düştüğü mutfak oldukça dağınık, çokça kirli, hatta böceklerle doludur. Paragraflar ilerledikçe bu kadının onu terk eden sevgilisine öfkesi de gittikçe derinleşir. Kadının her yerde onu aradığını, bulamadığını, telefon uygulamalarından ulaşamadığını fakat saplantılı şekilde aramaya devam ettiğini, hiçbir sonuç alamadıkça aşkının da iyice arttığını görürüz. Bir türlü pes etmeyen bu âşık kadının kayıp sevgilisine aşırı anlam yüklemesinin altında psikolojik sorunlar sezsek de öykünün çarpıcı finali bize sezdiğimizden çok daha fazlasını verir. Acının deliliğe dönüştüğü o ince çizgide yazar okura şık bir çelme atar.
Acı çekmeyi rahatsız edici ve anlamsız bulan, acı çekme sanatını hayatından iyice uzaklaştırmış günümüz toplumunda bu kadar derin bir acıyı böyle başarıyla estetize etmek yazarın gücünü gösterir. Özellikle birinci tekil şahıs kullanılması duyguların okura daha derin geçmesini sağlar. Kullanılan dil atmosferin gerektirdiği şekilde, içten, zaman zaman acıdan iki büklüm, zaman zaman da coşkusunu peşinden sürükleyen bir şekilde dizayn edilir.
“O gün ben sarhoştum. Yine balık yemiştik. Baygınlıkla sen uyumayacak mısın, dediğimi biliyorum. Başka bir şey bilmiyorum ben. Yat güzelim. Biraz işim var. Tatlı uykular. Sabah yanım boştu. Balık kokusu çıkmamıştı daha. Seslendim, cevap vermedi. Erkenden nereye gitti ki? Tencerede vanilya kaynattım. Uyuşuklanarak balkon kapısını açmaya gittim. Salonun tavanında buldum onu. Solgun. Nabızsız.”(s, 60)
“Ne zaman o caddeden geçsem, öyle bir dünyanın içinde olmayı hayal ederim ben. O yerlerden birinde bateri çalmayı. Hayatın çaktığı bütün yumruklardan bateriye vurarak kurtulmayı. Elekto gitarın çığlığa benzeyen sesine kendi çığlıklarımı katabilmeyi isterim. Çektiğimiz her acıda, aldığımız her darbede, şuramıza oturup kalan, bir türlü çıkmayan o çığlıklar. Meryem’in tecavüze uğrarken atamadığı çığlık. Onun bir şeylerden habersiz doğuveren bebeğinin, Sultan’ın bebeksizliğinin çığlığı. Bir Teoman şarkısı çalarım o zaman ve tabii Ortaçgil. Serseri ve umursamaz. Duman’ı unutmaz, Flört’ten mutlaka çalarım. Rasta Baba hep bizimle. MFÖ listemin olmazsa olmazlarından. Mazeretim var asabiyim ben. Kaan Tangöze, Kaan Boşnak. Yorgunum, ağrılar ve bisikletler çok feci. Sonra belki biraz daha uzaklara gider, Nirvana’dan Metallica’dan sololar geçerim. Kolay değil bir Sad Bat True. Bu terk edilmişliği, bu kimsesizliği, bu adaletsizliği affedemeyen kim varsa, onların yerine de bağırırım. Nothing else matters ulan!” (s, 66)
Dibe çekildiği oranda güçlenmenin ve yaşama arzusuyla dolmanın bir başka örneğini de Bu Yaptığını Görseler öyküsünde görürüz. Sistematik olarak baba şiddetine uğrayan genç kız ve abisi yanlarında annelerini bile bulamamaktadır. Pasif anne dayaklar sırasında başını iki kolunun arasına gömüp sallanmaktan başka bir şey yapamaz. Baba zaten kapıyı kilitlemiş, eşiği kimsenin girmesine de çıkmasına da müsaade etmeyecek hale getirmiştir. Nispeten normal bir dayak da değildir babanınki. Oğluna kıyafetlerini çıkarttırır ve onu çıplak halde döver. Genç kız hem annesine kızar hem de dayak yedikçe aklını duvardaki kanlarla birlikte bırakan abisini toplamaya çalışır. Tüm bunların karşısına güçlü bir arzu koyar tutunmak için. Birilerini sevmek, birileri tarafından sevilmek peşindedir. İçinde bulunduğu hayatın karanlığını özellikle fazla anlam yükleyerek büyüttüğü sevgilerle aydınlatmaya çalışır.
Mürüvvet Özpehlivan öykülerinde acı gerçek, güçlü ve oldukça gevezedir. Acı gerek yaşanarak, gerekse anlatılarak kahramanı daha güçlü bir yerde konumlandırır. Kahraman acıyı anlar ve onunla birlikte güç kazanır. Hiç tanınmayan insanlarla bile paylaşılmaktan çekinilmeyen bir şeydir acı. Zayıflık olarak görülüp ondan utanılması söz konusu değildir. Sonra Gidersin öyküsünde otostop çeken genç kız tüm hayatını arabasına bindiği delikanlıya anlatmaktan çekinmez. İçinde bir yerlerden taşan nedensiz öfkeye karşı babasının suskunluğunu, annesinin utancını paylaşır. Bir anlık kararla okulu dondurmuş, gidecektir aslında. Yabancının “Sonra gidersin.” cümlesi orada onun için yeni bir macera kapısı açar.
Çoğu öyküde görülen bir yabancıya aşırı anlam yükleme, annenin duygusal uzaklığı, uç duygular arasında gidip gelme, etraflıca düşünmeden hareket etme, kendini bile bile tehlikeli durumlara sokma, normal addedilenden daha cesur davranma, kaybedecek hiçbir şeyi yokmuş mantığında hareket etme borderline tema ile de uyuşur. Özpehlivan’ın kahramanlarının borderline kişilik özellikleri gösterdiklerini söyleyebiliriz. Kahramanların dezavantajlı aile yapıları ve güçlü yalnızlıkları da bunu doğrular. Bağlanmak istediğini sanan ama aslında bağlanma becerisi olmayan kahramanlar borderline dilemmanın “Senden nefret ediyorum ama beni terk etme.” mantığına uygun hareket eder. Çünkü bu kahramanlar yaşamak için düşmana ihtiyaç duyar. Acıdan doğan düşmanlık yaşama karşı hissedilen coşkuya güç akışı sağlar. Bu kaos ve çatışma ortamı onları besler. Duygusal anlamda zikzaklı ilerleyen bu öykülerde üslup da yükselip alçalarak dinamik bir öykü atmosferi yaratır. Duygular okura bütünüyle geçer. Acıyı olumsuzlayıp görmezden gelen palyatif toplumda Özpehlivan öyküsü acıya hak ettiği değeri vererek onu yaşamın hemen yanında konumlandırmıştır. Acıyı ve coşkuyu iç içe geçirerek benzersiz bir şekilde estetize etmiştir. Bunu yaparken kurduğu borderline tema ise yazarın özgünlüğünü pekiştirmiştir.
Kaynakça
Mürüvvet Özpehlivan, Ciğerlerinin Açıldığını, Ketebe Yayınları, 2022.
Byung Chul Han, Palyatif Toplum/ Günümüzde Acı, Metis Yayıncılık, 2022.
Çağdaş Nesne İlişkileri Aktarım Odaklı Psikoterapi, Tahir Özakkaş- Ahmet Çorak, Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, 2014.