Pulitzer Ödüllü yazar Steven Millhauser’in üç büyük öyküden oluşan kitabı Ağaçtaki Kral, 2018 yılında, Aylak Adam’dan Şaziye Çıkrıkcı’nın çevirisiyle Türk okurlarının beğenisine sunuldu.
Duygunun, psikolojik tahlillerin yoğun olduğu bu kitabı çevirmek oldukça zor olsa gerek. Kitabı çeviren Şaziye Çıkrıkçı’yı bu anlamda tebrik etmek istiyorum değerlendirmeme geçmeden önce. Açıkçası böyle bir kitabı değerlendirmek de zor. Değişken duygular ve ruh halleri verildiği için doğal olarak okuyucu da kendi ruh halini seçip o yönde okuyacaktır kitabı. Sonuçta herkes kendince bir başka izlenime kapılacaktır. Genel olarak ne anlattığına değinerek öykülerin içeriğini ortaya koymaya çalışacağım ben de. Çarpıcı bazı noktaları vermemek, sürprizi bozmamak için daha çok kahramanların verilmek istenen duygu değişiklikleri üzerinde durmayı uygun görüyorum.
İNTİKAM: Öykü, bir kadının kocasının ölümü üzerine evi satılığa çıkarmasını ve gelen kişiye evi oda oda gezdirmesini konu alır. Ev; antre, oturma odası, alt kat banyosu, mutfak, arka veranda, yemek odası, merdivenler, üst kat banyosu, çalışma odası, misafir odası, yatak odası, tavan arası, kiler, merdivenlerin üstü ve en sonda tekrar antre olarak müşteriye ve bize ayrıntılı bir şekilde gezdirilir. Müşteriye gezdirilen evle birlikte kadının da iç dünyasında bir gezintiye çıktığımızı anlarız. Hayaller, kırıklıklar, ruh halinin devinimleri kadının yaralı iç dünyasını bize sezdirir. Evin her yerine kitaplık yapıldığını ancak yaşananlarla birlikte kahramanımızın kitaplardan uzaklaştığını, edebiyatın ihanetine uğradığını anlarız söz gelimi. Ya da “Banyo muşambasının üzerine uzanıp kocanın biricik sevgilisini düşünmenin nasıl bir duygu olduğunu bilir misin?”(s. 25) sorusuyla müşteriden (aslında okuyucudan) kendisiyle empati kurmasını ister. “Yalnızca alazlanmış temelleri ve yarım bacası kalmış yanıp kül olan bir ev gibi hissediyordum kendimi. Elbette hâlâ yanmış kül olmuş bir evdim. Sadece artık yanmıyordum.”(s. 44) tahlili kadını bize tanıtan en iyi cümleler. Psikolojik çöküş; geçmişle hesaplaşma, kendi vücuduna düşman olma, kendini suçlama, kıskançlığın yarattığı bunalım olarak karşımıza çıkar bu öyküde.
DON JUAN’IN MACERASI: Ünlü çapkın Don Juan’ı farklı bir olay örgüsü ve kurguyla ele alan yazar belki de bize “bir de böyle düşünün” demek ister bu öyküyle. Don Juan Tenario, ruhsal devinimler geçirir ve yazar bu devinimleri bize ayrıntılı tahliller ve olaylarla verir. Yaşadığı hayata tahammül edemeyen kahramanımız, bir arayış içine girer. Fakat ne aradığını kendi de bilemez. Hayatını sürdürdüğü Venedik’te gondoluyla yolculuk ederken rastladığı bir adamı hatırlar. Augustus Hood adındaki bu adam onu İngiltere’ye kendi yarattığı Kuğu Parkı’na yani Don Juan’a gizemli bir dünya gibi görünen Kuzey’e davet etmişti. Don Juan aradığı şeyin davet edildiği bu yerde olabileceğini hissederek bu ziyareti gerçekleştirmeye karar verir. Geldiği bu yerde de oldukça iyi karşılanır. Kuğu Parkı, “Augustus Hood’un dehasıyla yönettiği şaşırtıcı bir yer, harikalar diyarı, sanatsal bir cennet”(s. 75) olarak tasvir edilir. Öykünün büyük bölümü bu yerin tasvirine ayrılmıştır. Çünkü anlatılan yerler, yapay varlıklar ve ses efektleri kahramanımızın da içsel yolculuğunu bize vermek üzere kurgulanmıştır. Doğa ve mimarinin mükemmel birleşimi bir dünya yaratmıştır Hood. Bu dünyada meyve bahçeleri, kayın ağaçları, göl ve göl kenarı gezintileri hatta çeşitli mitolojik varlıkları canlandıran tiyatro sahneleri vardır. Bu sıra dışı mekânda Don Juan, Hood ve eşi Mary, Mary’nin kız kardeşi Georgiana Ymber nehrinin kenarında ve Kuğu Parkı’nın gizemli yerlerinde gezintilere çıkarlar.
Yunan mitolojisinde ölüler ülkesi olarak bilinen Hades ülkesi Asphodel, Tartarus ve Elysium olmak üzere üçe ayrılır. Ölen insanlar, fani yaşamlarında iyilerse Elysium’da, ne kötü, ne de iyilerse Asphodel’de yaşamlarını sürdürürler. Zeus ve Olimpos tanrılarının düşmanları, katiller vb. kişiler ise ceza olarak Tartarus’a atılırlar. İslam inancındaki cennet, cehennem, araf şeklinde düşünebileceğimiz bu yerleri Hood, sanatçılara yaptırmış ve içinde oyuncularla tiyatro sahnesi şeklinde kişileri canlandırtmıştır. Don Juan’ın bu yerleri gezerken edindiği izlenimleri bize aktarmak isteyen yazarın olağanüstü yaratıcılığı en çok bu bölümde dikkatimizi çeker. Yazar, Don Juan’a “bazıları Tartarus’u tercih eder”(s. 113) dedirterek onun pişmanlıklarıyla yüzleşmesini sağlayan yeri görmeyi tercih ettiğini de bize iletir. Peki, “yeryüzünde bir ölümsüz gibi dolaşan, hoşuna giden ne varsa yapan, her türlü arzusunu doyuran” (s. 66)ama yine de ruhuna bir karanlık çöküp arayışa düşen Don Juan Tenerio İngiltere’de aradığını bulmuş mudur? Bu cevabı ararken öyle büyüleyici tasvirlerle karşılaşırız ve öyle çok ruhsal devinim keşfederiz ki hikâyenin sonunda cevap önemsizleşir.
Yazarın bu kitaptaki bütün öykülerine baktığımızda ilginç mimari eserlerin tasvirlerine rastlarız. Mekânlar kahramanların iç çatışmalarını verecek şekilde, bütün ayrıntılarıyla verilmiştir. Sanatsal anlamda da büyülü bir yaratıcılıktan söz edebiliriz. Eleştirmen Russell Potter, Millhauser’ın öykülerini Poe ve Borges’in tarzına benzetir ve bu öykülerin hayalperestlere rüya gördürüp çocukları sihirli halılarla uçurabileceğini söyler. (Vikipedi)
Üç öyküde de aşk üçgeni olması dikkat çekicidir. Aldatılan ve aldatanların ruh halleri, tutkuları ve mutsuzlukları genişçe verilmiştir. Bu bağlamda Ağaçtaki Kral öyküsündeki şu sözü eklemek isterim: “Aşk, kalbi asileştirir, ruhu yüceltir derler. Aşk bize dünyevi cennetin kapılarını açan kutsal bir armağan, doğanın kanunları yüzünden bize yasaklanan ve bir tür Cennet Krallığı ya da yansıması diyebileceğimiz bir şey.”(s.152)
Steven Millhauser’in bu eseri bireyi ve bireyin iç bunalımlarını anlatan, insanın ruhsal devinimlerini sıra dışı mekânların tasvirleriyle ortaya koyan, fantastik kurgusuyla dikkat çeken bir eser. Olaydan çok duygularda sürüklenmekten hoşlanan okurlara tavsiye ederim.