Hasan Ali Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz1 adlı eserini okuduktan sonra dönüp kendime, “Bu kitabın esas anlatmak istediği nedir?”diye sordum. Yazar, bu kitapta öyle geniş bir anlatı sunmuş öyle çok gerçeğe benzer düşler ortaya koymuş ki esasen verilmek istenen şudur, demenin imkânı yok. Çünkü verilmek istenen koca bir dünya. Anlatılan ise her şeyiyle insan. Bu dünya milyarlarca yıldır var ve bu zaman kadar insan var. O halde insanı en iyi belirsiz bir zamanla anlatabilirdi yazar. Öyle de yapmış. Bize insanı, yakın zamandan geçmişe geçmişten bu güne gezdire gezdire anlatmış. Binlerce yıldır var olan ne varsa eserde de bize onlar hissettirilmeye çalışılmış. Bu yüzden “Bu kitap esasen ne anlatıyor?” sorusu yerine “İnsanın hisleri ve kendini arayışı kaç bin yıldır var?” diye sormak gerekir. Eserde zamana yayılan, zamanla değişen veya değişmeyen duyguları ortaya koyarak bulmaya çalışalım bu cevabı da.
Öncelikle eserden biraz bahsedeyim. Dokuz bölümden oluşan eserin ilk bölümünde suçtan kendini arınmış görüp ne yaparsa yapsın suça bulaşamayan kahraman kendini anlatır. Diğer sekiz bölümde ise ilk bölümdeki kahramanın peşine başka bir kahraman düşer. Bizi de anlatıya dâhil eden yazar bizim de Alaaddin isimli bu kahramanın peşine düşmemizi ister. Adının Alaaddin olduğunu öğrendiğimiz kahramanın peşinden sürüklenirken parklara, izbe mekânlara, türbeye, kaleye ve Asip Dağı’na düşer yolumuz. İhtiyarlara, kayıp gençlere, çocuklarını arayan annelere, göstericilere rastlarız. Çeşitli masal ve roman kahramanlarına rastlar, tarihi mekânlarda tarihi kişi ve olaylara tanıklık ederiz. Alaaddin ismi bile bize masalları ve masallardan yola çıkarsak belirsiz ve uzun bir zamanı ifade eder.
“İçimin bir köşesinden diğer köşesine, çılgınlar gibi palas pandıras koşuyorum sözgelimi, uçuyorum kendimle karşılaşıp kendime tutunabilir miyim diye, savruluyorum un ufak, sürünüyorum, canımı dişime takıp kalkıyorum ve yeniden, yeniden, yeniden yıkılıyorum. Her defasında yıkılırken çocuk oluyorum sanki; minicik ellerimi yere basıp kalkarken de inanılmaz bir şekilde, çarçabuk büyüyorum.”(Sayfa 8)der anlatıcı ve bize çocukluk-büyüme zamanını işaret eder. Anlatıcıyla beraber umutsuzluğa düşer, kendimizi bulma ve kendimize tutunma çabasıyla savrulurken çocukluktan büyümeye kadar geçen zaman bizi de yorar. Kaç saniye veya kaç bin yıldır çocukluktan büyüklüğe geçiş? Belirsizdir.
“İşte böyle kaç hafta, kaç yıl ya da kaç koca yüzyıl dolaştım bilmiyorum.”(Sayfa 60)diyen anlatıcı Alaaddin’i bulmak için harcadığı zamanı ve bu zamana sığdırdıklarını anlatır. Aslında biz durmadan aranan Alaaddin’in içimizin sesi; masumiyetimiz, suçluluğumuz; ihanetimiz, sadakatimiz; iyiliğimiz, kötülüğümüz; iyimserliğimiz, kötümserliğimiz; sevgimiz, nefretimiz; mutluluğumuz, mutsuzluğumuz kısacası tümüyle insan oluşumuz olduğunu sezeriz. Bu arayış insanın binlerce yıllık macerasıdır aslında. Anlatıcıyla beraber onu belki de bir anın içinde aramak gerektiğini de böylece aklımıza getiririz. “Hatta nicedir bana, dünyaya ve kendisine ulaşabilmek için, o anı sarıp sarmalayan çeşitli zamanların, o zamanları tıklım tıklım dolduran eşyaların, o eşyaların varlığına sinen geçmişlerin ve geçmişlerin içinde zonklayan geleceklerin altında, tıpkı bir böcek gibi debelenip duruyordur.”(Sayfa 46) diye de akıl yürütmeye devam ederiz. Geçmiş ve gelecek arasına sıkışmışlık, geçmişin ağırlığı ve gelecek kaygısı insanoğlunun belki de en eski dertlerinden biridir. Birçok yazar ve şairin can alıcı dizeleri zamanla ilgilidir. Örneğin Behçet Necatigil’in Zaman Kayması adlı şiirinde şu dizeler tam da buradaki geçmiş ve gelecek kavramlarıyla ilgilidir: Kaynaşır birbirine gün olur zamanlar;/Geçmiş,gelecek birleşir tek kesitte./Sanki ilk kez yaşarız yaşanmışı dünlerde/Ya da başlar ansızın ta ilerde olacak.
Alaaddin’i aramaya çıkmış ve tam da sonuca varmak üzereyken birden durduğunu ve bizi kalabalıklar içinde bırakıp yeniden başa döneceğini haber verir anlatıcı ve bize şöyle der: “Hiç kuşkusuz duruşlarında kalp atışlarımızın ritmini taşıyan, kelime dediğimiz şu zavallı işaretlerin arasına zamanı hapsedip iyice yavaşlatmak için yaparım bunu.”(Sayfa 77) Zaman hızla akarken kendimizi bulmamızın imkânsızlığına işaret eder böylece.
“…o güne dek okuduğum kitapları yazan kişilerin okuduğu kitapların içinde geziniyordum.”(Sayfa 80)der anlatıcı. Sonra da “Bir bakıma zaman zaman üstünde oldu böylece. Zaman zaman altında oldu. Zaman zaman yanında. Zaman zaman önünde. Zaman zaman sonunda. Zaman zaman başında. Zaman zaman içinde.”(Sayfa 82) sözleriyle bir masal tekerlemesini çağrıştırır zihnimize. Hansel ve Gratel, Kırk Haramiler, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Kırmızı Başlıklı Kız, Bin Bir Gece Masalları; Don Kişot, Dönüşüm gibi masal ve roman kahramanlarını ima eden cümlelerle bizi insanlık zamanının içinde gezdirmeye ve Alaaddin’i yani kendimizi aratmaya devam eder.
Dünyanın kurulduğu andan bu ana insanoğlu budur, demek ister belki yazar bize. Bu yüzden bir masal gibi zamansızdır ya da binlerce yıllık zamanda insanın yaşanmışlığını kapsar bu roman. Zamansız olan aynı zamanda evrenseldir. İyilik, evrenseldir. Kötülük de öyle… Sadakat evrenseldir. İhanet de… Masumiyet; dil, din, ırk ayırmaz. Suça batmışlık da öyle… Savaşlar dünyanın her yerinde yıkıcıdır. Barış ortamı herkese aynı huzuru verir. En önemlisi de bu kavramların hepsi her zaman aynıdır. Tarihte de böyle olmuştur, şimdi de böyledir. Kötü olanlar hep yıkmıştır, iyi olanlar hep inşa etmiştir. Zamansızlık aynı zamanda arayışın sonsuzluğudur. Hep arar ve buluruz veya bulamaz, aramaya devam ederiz. Bu durumda “…milyonlarca insanla milyonlarca eşyaya kadar hemen hemen herkes ve her şey bir an için bende yaşamıştı sanki…”(Sayfa 151)diyen anlatıcıya da kulak vermeliyiz. Bir an içinde binlerce yıllık bir zamanı yaşamanın mümkün olduğunu hissettirmek içindir bu sözler.
Nurullah Çetin, postmodern romanların zamanıyla ilgili şunu söyler: “Kesin ve nesnel zaman ölçüleri yerine belirsiz ve öznel zaman anlayışı yaygındır.”2 Postmodernizmin metinlerarasılık, okuyucuyu anlatıya katma, bilinç akışı/monolog tekniklerine başvurma gibi birçok özelliğiyle dikkat çeken eserin özellikle zamanla ilgili unsurları belirsizlik ve öznellik yönüyle belleğimizde yer edecektir. Çünkü anlayacağız ki insan olarak kendimizi arayışımız, zaman kadar sonsuzdur.
- Hasan Ali Toptaş, Bin Hüzünlü Haz, Everest Yayınları, İstanbul, 2019.
- Nurullah Çetin, Roman İnceleme Yöntemi, Öncü Basımevi, Ankara, 2004.