Birbirine geçti, iç içe girdi, ya da olmadı bunlar.
Soğuk hava.
Hava soğuk.
Hava soğuktu. Görüntüler vardı, kırılmış bir şeyler vardı, açıklanamayan şeyler de vardı.
Sabah erken uyanılırdı, gece geç yatılırdı, gece geç yatılır ama hemen uyunmazdı, uyumak için ayrıca bir süreye daha ihtiyaç duyulurdu. Ya da olmazdı tüm bunlar. Hayat basitti aslında. Aslında, hayatın basit olmaması nedeniyle sıkıntı hisseden insanlar tarafından sıkıntıyı bertaraf etmek kabilinden kullanılan bir ifadeydi bu. Ama aslında basitti. Ya da ne bileyim, benim kafam karışıktı. Harfler hakkında bir şeyler okumuştum, aklım almamıştı. Öte yandan bir kılıfa ihtiyacım vardı, adını koyma ihtiyacı… duyuyordum. Adını koyma ihtiyacı duymak! Duyuyordum… sesleri duyuyor ama sesleri anlamıyordum. Anlamadığım seslerin varlığından hareket ediyordum sadece ve bu güdüyle anlatmaya çalışıyordum. Sonra iki adım gerileyip anlattığım şeye, anlatıya, anlatılamama… böyle bir kelime yok… bakıyordum, anlamsız geliyordu. Uzun süre beynimin bir köşesine yerleşiyordu. Kusuyordum öyle olunca. Fiziksel bir şeydi kusmak. Sonra geçiyordu. Ya da olmuyordu tüm bunlar.
Soğuk hava, soğuktu. İç içe geçmiş görüntüler, vardılar onlar, görüntüydüler, iç içeydiler, vardılar, soğuk… olmuyordu tüm bunlar.
Kurtulmak için gereken şeyi biliyordum. Kurtulmak için gereken şey beni bilmiyordu. Ona kendimi bildirmeliydim. Bunu nasıl yapacağımı biliyordum ama bunu nasıl yapacağım beni bilmiyordu, ona da kendimi bildirmeliydim. Bir şeylere kendimi nasıl bildirebileceğimi bilmiyordum. Bu yüzden öncesinde kendime haddimi bildirmeliydim. Bu nedenle bu öyküyü yazamamalıydım. Başarısız olmalıydım, hiçbir şey anlatamamalıydım. Olabilirdi bu. Bu yapılabilirdi.
Hava soğuktu, çünkü sıcak değildi, çünkü yaz bitmişti. Hava sıcakken, yazken, denize gitmiştim. Denize girmek için gidenlerden değildim, seyretmeye gitmiştim ama aldığım keyif anlatılabilir türden değildi.
Yaz bitmişti ve yazdan bana bir şey kalmamıştı, yazı seven insanlardan değildim. Sokakta dolaşmayı severdim ama insanları görmeyi sevmezdim, yazın insanlar sokakta dolaşırlardı, bu yüzden sokakta dolaşırken onları çok fazla görmek zorunda kalırdım, bu hoşuma gitmezdi. Hoşuma gitmemesi bir yana, sinirimi bozardı. Sinirlerim çok çabuk ve çok kolay bozulurdu ama… bundan size bahsetmek istemiyorum.
Sizden bahsetmek istiyorum ama birazdan birkaç cümle sonra bu isteğimden pişman olacağımı ve bahsimi geri almak için ne yapılması gerektiğini düşüneceğimi biliyorum. Bu sebeple, sizden bahsetmeyi de erteliyorum. Nihayetinde sizi tanımadığımı da iddia edebilirsiniz. Aslında garip olan benim durumum. Başka bir yoldan gitmeliyim, ulaşmak istemediğim yere. Yeniden deneyelim.
Yaz denmişti bana, bak dendikten hemen sonra, parmakla işaret edilerek ve orası gösterilerek parmak işaretiyle. Orası bir resimdi. Orası dediğim yerde bir resim vardı desem daha doğru olacak. O zamanlar resim ile fotoğrafın farkını bilmiyordum, şimdi de bilmiyorum bu yüzden resim diyorum ama belki de fotoğraftı. Resim-fotoğrafta deniz vardı. Bir de gök vardı. Gök mavi olduğu için deniz de maviydi. Gök gri olduğunda deniz de gri olurdu, denizin aslında rengi yoktu, rengini gökten alırdı, adını hatırlamadığım bir kitabın yalancısıyım, öyle okumuştum, zaten böyle olduğu için deniz bütün cazibesini yitirmişti gözümde. Denizin gözümde cazibesini yitirmesi deniz açısından anlamlı mıydı? Sanmıyorum. Onun için bunun anlamlı olmaması benim açımdan bir mana ifade ediyor muydu? Bunu da sanmıyorum. Resim-fotoğraftan hoşlanmadığımı belli etmiştim bunun üzerine, onu bana işaret eden parmağa. Parmağın sahibini tanımamazlıktan geliyor olabilirdim. Sonra oradan uzaklaştım. Genelde böyle yapardım. Mutlu olmak basitti. Mutsuz edecek şeylerden uzaklaşırsan mutlu olurdun. Yeni hayat… yani bu şekilde kandırabiliyorsan kendini. İnsan her şekilde kandırabilirdi kendini. Ama artık kendimi kandırmak istemiyordum.
Duyuyordum… hayır ses değil. İhtiyaç. Bir sese ihtiyaç duyuyordum. Ses ve siz sizlik… var mısınız diyemem şimdi, sizsizlik dedikten hemen sonra.
Ses ve siz yoktunuz. Ve bunun bir aşk mektubu olmasını dilemezdik ben ve benim gibi olan tanımadığım, görmediğim bir sürü insan.
Korktuğumu sanıyorum, sessizlikten, sizsizlikten ve tabi sizden ve tabi seslerden de.
İnsanlardan uzak duruyordum bu yüzden. İnsanlardan uzak da duyuyordum. Sizi… hayır sizi değil, sizsizliği… de duyuyordum.
Ya da olmazdı tüm bunlar, başka türlü olabilseydi tüm bunlar.
Olay şuymuş; Beni aramış. Bir resim çıkmış karşısına. Deniz varmış. Bir de gök varmış. Gök griymiş, denizin rengini söylemedi. Bunun benim için bir şey ifade etmediğini söyledim. Alındı. Alımlı bir insan oldu. Bu yüzden hoşlandım ondan. Yüzünden hoşlandım. Yüzünden bir damla yaş aktı. Hoşlandığımı belli etmek amacıyla bunun benim için anlamı olduğunu söyledim. Bundan hoşlanmadı. Sanırım bunun onun için anlamı olmadığı anlamına geliyordu, bundan hoşlanmamasını ifade edişi. Tamam işte ben de bundan bahsedemiyorum, çabaladığım halde diye bir şeyler geveledim. Cesur olduğumu ama cesaretimin bir işe yaramayacağını söyledi. Bir iş… işlerden, çalışmaktan ve kravattan nefret ettiğimi söylemedim ona. Beni yanlış tanımıştı, bir işe yaramak gibi bir ifade kullandığına göre beni doğru tanıması için bir ihtimal de mevzubahis değildi, başımı salladım bu yüzden. Sallanan başım, yüzünden dökülen o bir damla yaşın da manasını yitirmesine yol açtı. Ya da yol açmadı. Başka bir meseleydi o belki. Gidelim buralardan diye bir şarkı dinledim sonra. Gidemedim hiçbir yerden. Bunun dramatik bir yanı yoktu. Eskiden bunu bizim oralarda herkes, her gün yaşardı. Gidememek gibi bir becerimiz vardı. Bunun da insanın kendisine kestiği bir rol olduğunu ve acilen terk edilmesi gerektiğini anladım sonra. Gidebilmenin ve gidememenin ve gitmekle alakalı tüm düşüncelerin yani. Ama dediğim gibi, bir anlamı yoktu. Deniz bile değerini kaybetmişken… ve rica ediyorum bu paragrafı öyküye dahil etmeyin okurken. Yazı okuyucu tarafından okunurken yazılır da denir, o açıdan. Lokantalarda sigara içmenin yasaklanacağından bahsediliyordu ve bu hayatımız açısından önemliymiş gibi konuşuluyordu çünkü. Lokantaya giden ve sigara içen birisi olmadığım halde beni bile ilgilendirdiğinden bahsediliyordu. Beni ilgilendirişiyle bile ilgilenmiyordum. Şiirle ilgileniyordum. Bir şiirin yarısını yazmıştım ve görev bilincim veya içimdeki sorumluluk duygusu hayatıma devam etmem, sürdürmem gerektiğini söylüyordu. Şiiri tamamlamak zorunda gibiydim. Zorunluluklarla aram iyi değildi, bu yüzden okulu bıraktım. Şiiri bıraktım diyeceğimi düşünmüş olabilirsiniz ama şiirin yarısı dediğim galiba tamamıydı, gerisi olsa gelirdi, gelmediğine göre yoktu. Bir şiir daha yazmak ya da yazmamak, işte bütün mesele bu değildi, birçok mesele vardı hayatımda. Önemsemek gibi bir şansım olmadı bu yüzden ve yıllar geçip gitti. Bir şiir daha yazıp yazmadığımı bu öykünün sonunda söyleyeceğim.
Aklı karışık insanlar iki şey yapar. Ya yatıp uyur, ya da yatıp uyumaz. Yapılacak şey akıl karışıklığıyla alakalı olmak zorunda mı? Değil… Ben yatıp uyuyanlardandım. Ama bu eylem aslında bir işe yaramıyordu, sadece geceleri uykusuz kalmama neden oluyordu. Olduğu gibi çıkınca da karşıma gecenin bir körü, beni korkutuyordu. Olduğu gibi denen hali, tabii haliydi ve tabii haliyle güzel olmayı başaramayan nadir insanlardandı çünkü O. Kim olduğu, olduğu gibi görünüyor olmasıyla açıklanabilirdi ancak ama benim uykusuz kalmamla onun kimliği arasında bağlantı kurmak manasızdı. Pasaportsuz geçilirdi çünkü bir kalpten diğerine. Bir şairin sözüydü.
Kendim gibi olanları arıyorum. Tek derdim bu. Kendim gibi olanları arıyordum. Arıyorum. Arınamıyorum bu şekilde çünkü.
Beni kaybettiğini düşünmesini istediğimi kendime ifade edişimi ona söylemeyi ertelemeyi bekledim içimden ama işe yaramadı. Beklemek beklenenin gelip gelmemesi kabilinden bir manaya sahip değildi. Bu hisler içinde çok zaman tükettim. Tüketmek şimdilerde gıda maddeleri için kullanılır oldu ama bunda bir payım bulunduğunu sanmıyorum. Kesin değil tabi. Suçsuzluğumun kanıtlanmadığını düşünürsek… çok zaman tükettim. Harcadım zamanı, zamanımı, zamanın bana ait olan, benimle alakalı olan kısmını.
Beni kaybettin. Bu cümleyi kurabilmek isterdim, akli melekeleri yerli yerinde bir adam olarak ve onun karşısında. Ama o yoktu. O yoktu derken, o diye birisi yoktu demek istiyorum. Hayali arkadaşlarınız oldu mu? Hayali bir sevgiliniz olmuştur. Zaten sevgili hayali bir şeydir. Yanılıyor olabilirim. Tüm bunlar olmamış da olabilir. Bu, bir başkasının hayatı da olabilir. Bu hayatı benim yaşıyor olmam, bu hayatı bana ait kılmaya yetmiyor olabilir. Ona aşık olmamın onu bana ait kılmaya yetmemesi gibi olabilir. Ancak elimde hislerimden başka kanıtım yok, hisler de kanıt yerine geçiyor değil.
Gerçekliğimi sınadım belki bu ve bunun gibi sebepler yüzünden. Yirmili yaşlar… Ortalık bir yerde duruyordum, hafta içiydi ama hangi gündü bilmiyorum, hatırlamıyorum, zaten bir önemi de yok, etrafta milyonlarca insan vardı, aslında onlarca insandı olsa olsa ama milyonlarcaymış gibiydiler, aralarında, içlerinde ama uzaklarındaydım. Ya da yakınlarındaydım ama içlerinde veya aralarında değildim. Bir yere oturdum ve etrafıma baktım. Olmadığımı hissettim. Utanarak söylüyorum ki, ağlamak istedim o an, böğüre böğüre hem de. Ağlayıp ağlamadığımı size öykünün sonunda söyleyeceğim.
Böyle büyüdüm. Genelde yalnız. Övünülecek bir şey değil. Herkes kadar yalnızdım olsa olsa, ama bu bana herkese verdiğinden daha çok acı veriyor gibiydi. İnsanları çok iyi tanımadığım için bu konuda da iddialı değilim.
İşaret parmağıyla gösterdiği yerde… resimde ben vardım. Ya da yoktum. Önceden varmış da sonra yok olmuş gibi. Silinmiş gibi oradan. Bu beni mutlu etmeliydi. Kafam karışık olmasaydı bu kadar… Terk edilmek ya da yalnızlıktı altı üstü ve hayatın anlamını bir karşı cinsin tebessümüne sığdırmış garip bir zavallıydım ben. Ya da değildim de siz öyle miyim acaba der misiniz kendinize acaba diye mi düşünüyor ve bu sebeple konuşuyordum? Bana bahşedilen kelimeleri kalbimdeki sızıyı dindirmek için mi kullanıyordum? Size bahsedilen kelimeleri kalbimdeki sızıyı dindirmek için mi kullanıyordunuz? Bana bahsedilen kelimeleri kalplerinizdeki sızıyı dindirmek için mi kullanıyordumuz? Bana bahşedilen kelimeleri kalplerinizdeki sızıyı dindirmek için mi kullanıyordunuz? Neden bu kadar bencildiniz? Kalbinizdeki sızının sebebi neydi? Neden o kadar bencildimiz? Ne ben o kadar bendim, itiraf edin; ne de siz o kadar incindiniz? Sadece kalbi aklını bulandırmış birer gençtiniz…
Öldüm sonra. Şiiri ve ağlayıp ağlamama meselesini merak eden olursa ki olacağını sanmıyorum, merak edecek bir şey yok. Hayatıma bakmış ve bir anlam bulamamıştım, o halde sorun yoktu. Öykü hakkındaki amacımı da öykünün içinde beyan etmiştim zaten.
Ölüm zamanım?
Şu an tabii ki…
Ölüm şeklim?
İçinizden birileriyle aramızda sır.
Mektup, onu açanındır.
ada, 15. sayıda yayımlanmıştı.