“Metafor” nedir?
Sanatın büyük sorunsalı; edebiyatın, resmin, felsefenin ve hatta müziğin…
Şöyle yazmışım bir kitabın üstüne: Metafor, anlamın rijitlenmesine imkân vermeyen, dil’in değil ancak söz’ün mutlak bir enstrümanı…
Şiire iman ettiğim günlerde metaforik olmayan herhangi bir nesnenin, giydiği anlamları bırakın, varlığını dahi sorgulanabilir görüyordum.
Şiir, imgeler ve bu imgeler yoluyla üretilen metaforlar eliyle yazılıyorsa; metafor’un, dil’e oldukça mesafeli duran bir kavrayış olduğu düşünülebilir. Zira dil, toplumu bir arada tutan, ona kimlik veren, aidiyeti pekiştiren bir unsurdur. Dolayısıyla metafor’u, dil gibi derinliği sorgulanabilen ve anlam kaymalarına haiz bir alanda tanımlamak, varoluşun bu kadim temsil biçimine haksızlık sayılabilir. Bu bağlamda metafor -bende daima- “söz”e ait bir olgu olarak belirmiştir.
* * *
Saat; bulunduğum toprak parçasına iliştirilmiş insanlar işin tam şu anda gece 01.15’i gösteriyor.
Proust içinse durum başka! Onun için, sözgelimi “dün gece”, sabahın sekizi ya da dokuzu demekti!
O halde ben de şimdi kendime “iyi öğleden sonraları”nı dilerim.
* * *
Yapısöküme göre anlamın sonsuz derecede çeşitlenmesi veya yakalanamaması doğaldır. Şiir için de bu böyle midir? Onu bir “anlam sorunu” olarak okumaya başlarsak, tamam; peki diğer türlüsü!
* * *
Derrida’ya göre; “Şiir ve iman yapısöküme uğratılamaz.”
Yıllarca, şiir hakkında düşündüğüm, zaman zaman dile getirdiğim onca sözün salt bir cümlede hayat bulduğunu görmek beni heyecanlandırdı. Metnin dışında bir şeyin, metni temellük etmesinin imkânsızlığı orta yerde bir hakikat metaforu gibi dururken; şiirin, metnin dışında ve hatta diğer bütün metinler ve olgularla olan ünsiyeti -teşbihte hata olmasın ama- şirke düşürür niteliktedir. Dahası şiiri, metin içinde bir çözüme ya da bozuma uğratma iştiyakı, sonuçsuzluğun periyodunda salınmaktan başka bir şeye hizmet etmeyecektir. Elbette şiir anlatılamaz, tanımlanamaz, bölümlenemez, parçalanamaz, adlandırılamaz, şekillendirilemez, bağıntılanamaz ve hatta üzerinde konuşulamaz. İman konusuna gelince; varlığın görkemli manasına temas etmek gerekir. Buna şimdilik sessiz kalıyorum.
* * *
Bursa otogarında ilkin belirmişti kalbime, bu şiir: “Ah senin gitmen/kimin kalması”.[i]
Her gün, bir önceki günün kıvrımlarına süzülmeyi bir şekilde başarıyor. Gitmek ile kalmak arasındaki bu derin uçurum; neyin matrisi?
* * *
“Varoluş ve dünya yalnızca estetik fenomenler olarak ebedi gerekçelerini bulurlar” der Nietzsche, “Tragedyanın Doğuşu”nda.[ii] Peki, o halde “estet”in güncel kullanımında bir sorun yok mu?
* * *
Elimdeki kitap, beni bir hayli gönendirdi. Neden mi? Modern felsefenin ağababalarını -elbette iyi anlamda- bu denli yalın ve kuşatıcı anlatan bir kitaba daha önce rastlamamıştım. Sağolsun, değerli bir yol arkadaşımın güzel bir Kadıköy gününde masama bırakmasından bu saate, elimden düşürmedim onu. Virginia Üniversitesinde tarih profesörü olan Allan Megill’in “Aşırılığın Peygamberleri”,[iii] 20. yüzyıl felsefe tarihinin dört büyük düşünürü; Nietzche, Heidegger, Foucault ve Derrida üzerine… Söyleyin şimdi bana, kutsanmış bir okurdan başka neyim ki?
* * *
İsmet Özel’e, okuma yolculuğum boyunca özellikle fikrî bir mesafe içinde olmuşumdur. Şüphesiz, bu öznel bir duruma işaret ediyor. Hem sahi; Heidegger ve Gadamer’in gösterdikleri gibi, yorumlama (hermeneutik) önyargıyı gerektirmiyor muydu? Gel gör ki, siz bunu isterseniz Özel’in, bilhassa son yıllarında toplumsal meseleler ışığında gösterdiği ötekileştirici dayatmalarına bağlayın, dilerseniz de ta en başından kuşandığı poetik duruşunun karşısında konumlanmama…
Her şeyin ötesinde İsmet Özel’in pek çokları gibi iyi bir şair olduğu hususu benim için de kuşku götürmez. Edebiyat masalarında, Özel’in “Erbain”[iv] kitabına düzülen methiyeler arasına zoraki sıkıştırmaya çalıştığım ve benim en beğendiğim şiirinin yer aldığı “Bir Yusuf Masalı”na göz gezdiriyorum.[v] Ne diyordu şair: “genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için/halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti”.
Kendime söz veriyorum. Özel’i, özel zamanların birinde yeniden okumalıyım. Öyle ya: “Kaldı bu yaşamak suçu üzerimde”.
* * *
Yaz… Hiç bitmesin diyorum.
Turgut Uyar’ın, Büyük Saat’i, bütün bir yaz mevsimi boyunca sahih aşklar gibi sönmesin ve kendini sonsuzluğa taşısın.[vi] Kitaptan bir şiire uzanıyorum: “Yaz günü kim ister ki öldüğünü/eksik bıraktığım her şeyim kalır.”
Uyar, bir yaz günü ölmedi; şiire de öyle…
[i] Halil İbrahim Polat, Sonrası Yaz, Granada Yayınevi, 2012.
[ii] Friedrich Niezche, Tragedyanın Doğuşu, çev: Mustafa Tüzel, T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2014.
[iii] Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri, çev: Tuncay Birkan, Say Yayınları, 2012.
[iv] İsmet Özel, Erbain, Şule Yayınları, 2011.
[v] İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı, Şule Yayınları, 2012
[vi] Turgut Uyar, Büyük Saat, Yky, 2009.