Avuntular1, Ömer Arslan’ın 2017 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabı. İçerisinde 22 öykü barındıran kitaptaki öyküler daha önce çeşitli dergilerde de yayımlanmış. Bu kısa teknik bilgilerden sonra kitabın kapağını açtığımızda yazarın biyografisine takılıyor gözüm. Kısacık bir metin… “1988’de Konya’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor.” Bu metne, ikinci öykü kitabı “Güneşi Kötü Evler”de2 (Everest Yayınları, 2019) ek olarak “Avuntular, 2017’de İletişim Yayınları tarafından yayınlandı.” cümlesini eklemiş. Bu ekin gerekçesi olarak da bir söyleşisinde3, isim benzerliğinden dolayı “Ne kimsenin iyi işleri bana atfedilmiş olsun, ne benim kötü işlerim başkasına.” diyor. Benimse bu biyografiden anladığım şey şu: Ben buyum işte; doğdum, yaşıyorum. Tıpkı öykülerimde yarattığım karakterler gibi.
Ömer Arslan’ın öykülerinde nesneler de önemli yer tutuyor. Birçok öyküde, öykünün bir yerinde nesne üzerinden ilerleyen durumlar var. Bazen bir bandaj, bazen bir sandalye, bazen bir ayakkabı, bazen bir gözlük camı, bazen bir korkuluk, bazen bir kalem, bazense bir çim adam… Dikkatli okunduğunda bu nesnelerin öykülere çok güzel yedirildiğini görüyoruz. Vatoz, ıstakoz, fare, kedi, arı ve fil de yine öykülerde yer alan hayvanlardan…
Öykülere bir sıfat yapıştıracak olsam “dingin” ifadesini kullanırım. Olaylar sakin sakin ilerliyor. Aralarda okura boşluklar da bırakılmış. O boşlukların okur tarafından doldurulması istenmiş. Öykülerin öyle vurucu sonları da yok. Bir şekilde bir yerlerde devam edecek gibi. Belki de Arslan, öykülerin okurun zihninde devam etmesini istemiştir. Bu söylediğimden olumsuz yorumlar çıkarılmasın. Aksine rahat okunan, okurunu rahatlatan metinler. Arslan, anlatmak istediklerini öyle şaşaalı cümleler kurmadan, yalın bir dille aktarıyor okura.
“Filler
Köprüyü geçtik, ihtiyarı da.
Köprüye giden yolun kenarındaydı, üstü başı toz toprak içinde, oturuyordu.
Belki yorulmuş, belki bekliyordu.
Durup neyi beklediği soracak halim yok. Herkes gibi canımı kurtarmanın derdindeyim.
Bozkırda parça parça yürüyoruz.
Gittiğimiz yerde bizi neyin beklediği meçhul.
Geri dönen yok.
Biraz su, sigara, bir parça ekmek istemeyecekse kimsenin ağzından tek söz çıkmıyor.
Konuşmaya vakit yok.
Bebekler ağlıyor, kadınların sütü varsa bile emzirmek için durmuyorlar.
Çünkü sınır her an kapanabilir, belki de kapandı.
Bu hızlı ama yavaş bir yürüyüş. İlerledikçe yüzlerimiz yavaşlıyor, bakışlarımız geri dönüyor.
Sırtlarında yükü çok olanlara acıyarak bakıyor herkes.
Yoksulluk, en yüklü olanların sırtında şimdi.
Yurdunu bırakıp gitmekten başka yükü olmayanlar zengin.
Geride hiçbir şey bırakmayanlarla, geride kalanları hiç düşünmeyenler birlikte yürüyoruz.
‘ekmek, su, teşekkür,’ yaşlı kadın torununa öğretiyor, çocuk tekrar ediyor.” (s. 141-142)
Yazar, bu öyküsünde “Anlatılmadık hikâye yok diyorlar ya, yalan.” (s.143) cümlesini kuruyor, belli ki bizlere anlatacak daha çok öyküsü olacak.
[1] Ömer Arslan, Avuntular, İletişim Yayınları, 2017.
2 Ömer Arslan, Güneşi Kötü Evler, Everest Yayınları, 2019
3https://oggito.com/icerikler/omer-arslan-bugunlerde-hikayenin-onune-gecmeye-calisan-cok-sey-var/64733