“Epik tiyatro ne Brecht’le başlamıştır ne de onunla bitecektir. Tarih boyunca çeşitli formlarda perakende olarak var olagelmiştir. Brecht Uzakdoğu, Yunan “parabase”leri, Ortaçağ “morahty”leri, Elisabeth devri tiyatrosu yabancılaştırmalarını derleyip bir sistem haline getirmiştir. Brechtyen tiyatroyu, söylemek istediklerinin biricik ve vazgeçilmez aracı sanan yazarlar, donmuş kalmış bu kalıba saplanmak zorunda değildirler. Bilakis kendi çevrelerine, geleneklerine, kökenlerine ve katılımlarına yönelip yeni yeni epik yollar arayıp bulmalıdırlar.”
Haldun Taner yukarıdaki sözlerini bir Alman dergisine verdiği röportajda dile getirmiş ve anlattıklarını Keşanlı Ali Destanı adlı eserinde tabiri caizse tam anlamıyla uygulamıştır.
Gümüş köstek takardı
Hafif şehla bakardı
Yaktı mı kalpten yakardı
Kaşta bıçak yarası
Yüzde Halep çıbanı
Kurşun yemiş ayağı
Belli belirsiz aksardı (1)
Keşanlı Ali Destanlı adlı oyun, sokağa çıkıp sorduğumuzda herkesin adını bildiği ama birçoklarının okumadığı / izlemediği bir eser.
Sineklidağ denen bir gecekondu mahallesinde geçiyor olaylar. Yazar, eserin oluşumunu anlatırken 1960’larda Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin çağrılısı olarak, Tiyatro Enstitüsü’nde konuk hoca sanıyla dersler verdiğini, her ayın son haftası Ankara’da kaldığını ve sonrasında İstanbul’a döndüğünü anlatıyor. Bu süreçte çoğu akşamlarını ve gecelerini Altındağ’da geçirmiş. İsim benzerliği galiba dikkati çekmiştir.
Bizim Keşanlı, sevdiği kız olan Zilha’nın dayısı Çamur İhsan’ı vurarak hapse girmiş ancak olayların farklı olduğunu eseri okudukça öğreneceğiz. Hapishanede de başına farklı olayların gelmesiyle Keşanlı birden meşhur olur ve adına “destan” yazılır. Keşanlı, hapisten çıktıktan sonra bu destanı da kullanarak mahallesinde hakim güç olmak için muhtar adayı olur ve bir takım hilelerle rakiplerini saf dışı bırakır. Muhtarlık Keşanlı için bir güç unsurudur çünkü hapiste öğrendiğine göre “Bu toplumda sessiz, sakin, efendi olursan her zaman dayak yer, ezilirsin. Ama terbiyesiz, güçlü, zalim, ne dediğini bilmeyen biri olursan o zaman saygı görürsün.
Oyunun bir diğer önemli karakteri ise Zilha’dır. Keşanlı’ya vurgun ama dayısını öldürdüğü için mesafeli… Keşanlı’nın ilgisine yüz çevirir. Bir gün hayranlık duyduğu şehirlilerle yolları kesişir. Onların yanında çalışmaya başlar. Zamanla şehirlilere özenir ve konuşması dahi değişir. Bu değişim eskiden yaşadığı muhit olan Sineklidağlılar tarafından oldukça eleştirilmiştir. Söz gelimi şu bölüm oldukça dikkat çekicidir:
ALİ: Bana bak, bırak şu numaraları. Şimdi seni pilaki yaparım.
ZİLHA: Zahmet etmeyin, pilaki yiyemem. Daha aparitifimi almadım.
ALİ: (Usulca İzmarit’e) Aparitif nedir ulan?
İZMARİT: Bir çeşit frenk peyniridir ağabey.
DERVİŞ: Ayıp ettin be. Aparitif peynir olur mu?
İZMARİT: Ya nedir?
…
ALİ: (Zilha’ya) Aparitif nedir ulan?
ZİLHA: Neyse ne! Söylemek iktizasında mıyım?
ALİ: Uzun ettin ama. Dur ben senin anlayacağın dilden konuşayım. (Bir tokat atar.)
ZİLHA: Höst höst, ulan ayı höst!
DÖRDÜ BİRDEN: Hah, şöyle.
ALİ: Ana dilinlen konuş. (2)
İlk epik tiyatromuz olan “Keşanlı Ali Destanı” ilk olarak 31 Mart 1964 gecesi Gülriz Sururi ve Engin Cezzar topluluğu tarafından Muammer Karaca Tiyatrosu’nda oynanmış. Türkiye’de farklı illerde 130, yurt dışında 342 kez oynanmış. 1965 yılında ise Atıf Yılmaz tarafından filmi çekilmiş. Eserin bu kadar beğenilmesindeki sebep anlattıklarının – her ne kadar yerel gibi görünse de – evrensel olması diyebiliriz.
- Haldun Taner, Keşanlı Ali Destanı, Yapı Kredi Yayınları, 8. Baskı, İstanbul, s.15
- g.e. , s.83