Son bir yılda güncel edebiyatı ve genç kuşak diyebileceğimiz yazarları daha sık takip eder oldum. Bu süreçte çok iyi eserler okudum. Birçok yeni yazar radarıma girdi. Birçok farklı öykü dünyasıyla hemhâl oldum. İşte Engin Türkgeldi de bu minvalde yazarlarımızdan. 1980 doğumlu. Bir tıp doktoru. Öyküleri farklı dergilerde yayımlanmış. 2003 yılında “altKitap”tan Gölgeler Ordusu adında bir e-kitabı da çıkmış. Orada Bir Yerde, yazarın ilk basılı kitabı olmuş.
Orada Bir Yerde, daha ismiyle zihnimizi zorlamaya başlayan bir eser. “Orası neresi? Öyle bir yer var mı? Anlatılanlar kimin hikayesi?..” Yazarın bu yaklaşımı bilinçli bir tercih olsa gerek: Bilinmeyen bir yerde, bilinmeyen bir zamanda geçen öyküler… Hem herkesin öyküsü hem hiç kimsenin…
“Seyyah gördüğü yerleri anlattı. Çöldeki saat kulesini, Kuzey Savaşı’ndan kalma yıkık surları, cüceler evini, başkentteki Büyük Tapınak’ı… Sonra lafı döndürdü dolaştırdı ve Kural’a getirdi.”(s.82)
Öyküleri fantastik, distopik ve biraz da ironik buldum. Kuzey Savaşı, salgın hastalık, intihar edenlerin dışlanması, güzeli yok etme gibi olumsuz durumlar ile insanlara kötülük eden, empatiden yoksun, farklı olanı dışlayan karakterler var öykülerde. Her ne kadar öyküler bilinmeyen bir yerde geçse de aslında bir o kadar bizden. Hepsini bir şekilde yaşıyor veya hepsine tanık oluyoruz.
“Tepeyi çıkarken koyunların bir an olsun birbirinden ayrılmadıklarını düşündüm. Her biri diğeriyle sürekli temas halindeydi. Her koyun bir başkasına dokunuyordu. Bir bakıma en öndeki koyun ile en sondaki koyun birbirlerine değiyorlar, birbirlerini ısıtıyorlardı. Etten örülmüş, büyük, beyaz bir battaniye.” (s. 61)
“Kurumuş dudaklarından dökülen kelimeler kalabalığın arka tarafına yaklaştıkça tuhaf bir biçimde yuvarlandıkça büyüyen kartopu misali kuvvetleniyor olmalıydı, çünkü en gürültücü ve en coşkulu topluluk en arkadaydı. En çok onlar istiyorlardı beni. Kalabalığa baktım. Herkes birbiriyle temas halindeydi. Herkes bir başkasına dokunuyordu. Bir bakıma, en öndeki yaşlı adam ile en arkadaki yeniyetme birbirlerine değiyorlardı. Heyecanları, korkuları, hırsları birinden öbürüne geçiyordu. Bencillikten mürekkep, kocaman, şuursuz bir canavar.” (s. 70)
Öykülerin dili ve öykülerde kullanılan benzetmeler de çok hoşuma gitti. Öyküler üzerine söylenecek, yazılacak çok şey var ancak kitabı okuyacaklar için tatkaçıran olabilir. Ancak şunu söyleyebilirim Türkgeldi öykülerini merakla bekleyeceğim yazarlardan olacak.