“Uzak Noktalara Doğru” yazarın 1996 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’nı almış öykü kitabıdır. İki bölümden oluşuyor. İlk Bölüm ”Perişanız Gecenin Karanlığında” adını taşıyor. Bu bölümde, “Raci’ye Selam, Yosun Tuttu Gözlerim, Cemse Ölüyor ve Ormanın İçlerine Doğru” isimli öyküleri okuyoruz. İkinci bölüm olan “Uzak Noktalar” ise “Kargalar Rotası, Susunuz Kuşlar Susunuz, İlla ki, Beşinci Uzak Nokta, WLO Üyesi ve Ben Poyraz” adlı öyküleri barındırıyor.
Birinci bölüm daha çok “arayış” öyküleri gibi geldi bana. Raci’ye Selam’da “Burt Lancaster”i arayış, Yosun Tuttu Gözlerim ve Cemse Ölüyor’da “geçmiş”i arayış, Ormanın İçlerine Doğru’da ise “huzur”u arayış. Bu “arayış”lar birtakım taşıtlarla yapılan yolculuklar aracılığıyla somutlaştırılmış. Raci’ye Selam öyküsünde Burt Lancester’i ve Kuzu’yu arayan karakterler motosikletle yolculuk yapıyor. Yosun Tuttu Gözlerim’de Doni bir gemiyle denize açılırken Cemse Ölüyor ve Ormanın İçlerine Doğru öykülerinde Austin marka kamyonu görüyoruz.
Bu bölüm için Ormanın İçlerine Doğru öyküsüne ayrıca değinmek istiyorum. Kitapta en beğendiğim öykü oldu. Kendini doğaya atan, şehir hayatından uzaklaşmak isteyen bir karakter var. Çadırını, uyku tulumunu alıp yalnızlığı seçen, kalabalıklardan uzaklaşmak isteyen bir karakter… Kendini, kamyonuna bindiği Recep’e doğacı olarak tanıtıyor. Kamyondan yola çıkarak ara ara geçmişine dönüyor. Çünkü babası Yıkıntı Seyfi’nin de Austin marka bir kamyonu vardır. Bu kamyonla bir zaman bütün mahalleliyi pikniğe götürdüğünü de okuyoruz. “Vitesten atmak” felsefesinin bu öykünün temel taşlarından olduğunu da söylemiş olayım. Bir de öykünün bana hatırlattıkları arasında Sean Penn’in yönettiği 2007 yapımı “Into the Wild” filmi var. Filmin gerçek hikâyesinde Chris McCandless, 1990 yılında üniversiteden mezun olur ve hesabındaki 24 bin doları hayır kurumlarına bağışlar. Sonra uzun zamandır hayalini kurduğu Alaska macerasına atılır. Herkesten ve her şeyden uzak bir şekilde, bulduğu bir otobüs hurdasında yaşamaya başlar. 24 yaşındayken zehirli bir ot yiyerek vefat eder. (İzlemeyenlere tavsiye etmiş olayım)
İkinci bölüm olan “Uzak Noktalar”da ise daha çok “ölüm”ü çağrıştıran öyküler var. “Kargalar Rotası” ve “WLO Üyesi” öykülerinde karga motifi bulunuyor. Karga nedense bana hep ölümü çağrıştırır. Yine “WLO Üyesi” öyküsünde bir cenaze merasimini okuruz. “Beşinci Uzak Nokta”da ise ölüm korkusuyla bisikletine atlayıp son hızla pedal çeviren bir karakter vardır. Özünde “ölüm” de bir “uzak nokta” değil midir? Bu bölümde kargalardan bahsetmişken yazarın kargalara bakışına da değinelim. Yazara bir röportajında “Öykülerinizde karga motifini dikkat çekecek biçimde çok kullanıyorsunuz. Neden serçe, güvercin, leylek değil de karga? Bunun (bilinçaltınıza işlemiş) özel bir sebebi olabilir mi?” diye sormuşlar. O da “Bilinçaltına işlemiş bir yönü olabilir tabii. Karganın yaş dönemlerime göre bendeki etkisi farklıdır. Çocukluktaki kargaya bakışım farklıdır. Biz, İnegöl’de iki katlı ahşap bir evde otururduk. Her evin çatısında karga yuvaları olurdu. Bizim çatımızda da çok sayıda karga yuvası vardı. Komşu çatılarda da kargalar ötüşürdü. Bunlar, o çirkin sesleriyle müthiş gürültü çıkarırlardı. Küçükken, ilkokul öncesi benim için zorunlu öğle uykuları vardı. Uyumak istemiyorsunuz. Dışarının özlemi var. Bir de buna karga sesleri eklenince uyumak daha da güçleşirdi. Buna rağmen o gürültü içinde uykuya geçerdim. Ergenlik döneminde, lise çağlarında, günün kısa olduğu kış mevsiminde kargaların akşamları çığlık çığlık sürüler hâlinde geçişi beni başka türlü etkilerdi. Bana huzur verirdi, o anlar hiç bitmesin isterdim. Çocukluğumda huzursuzluğa neden olan sesler, gençlik döneminde müthiş bir dinginlik verirdi. Akşam saatlerinde güneş kavuşmak üzeredir. Bulutlar kırmızı bir renge bürünmüştür. Evimizin penceresinden Uludağ görünürdü. Hatta ne zaman huzuru düşünsem o kargaların geçtiği zaman doğar içime. Ben ilk daktilomu aldığımda ona “Karga” adını vermiştim. Benim açıklayabileceğim nedenleri bunlar ama bunun ötesinde kargaları anlatışımın benim de bilmediğim, içime başka biçimlerde işlemiş bir yanı var muhakkak. Karga, sevdiğim bir hayvan değil. Sevimli bir hayvan da değil. Sonra ziyankâr. Dışarıda bir şey bırakamazsınız, çalarlar falan…” diye cevap vermiş.
Kavukçu, “15 yıla yakın bir süre denizde geçen yaşamım var.” diyor. Bu sürecin yansımalarını bu kitapta da görmekteyiz. İlk bölümdeki “Yosun Tuttu Gözlerim” öyküsünde Eko, Doni, anlatıcı, Alibo ve köpekleri, Kiklop’un hayallerinin gemiyle denize açılmak olduğunu görüyoruz. Kitabın son öyküsü olan “Ben Poyraz”da ise Ben Poyraz adındaki teknesi kaybolan anlatıcının teknesini ararken bir deniz fenerinde çalışan İdris ve köpeği Poyraz’la yollarının kesişmesine tanık oluyoruz. Ne hikmettir ki İdris, fenerde çalışarak insanlardan uzaklaşıp köpeğiyle yalnızlığı seçmiş ve anlatıcı da teknesine kavuştuktan sonra yalnız bir şekilde denize açılmıştır.
Çok yararlı bir makale olmuş. Böyle yararlı işlerin hastasıyız. Harun Eytemiş seviliyorsunuz hocam :))