Hani bazı kitaplar vardır güldürürken düşündüren. İşte Iskalı Karnaval bunun için biçilmiş kaftan. Okumaya başladığımızda – ilk öykü hariç – yer yer gülerken çokça da düşündürüyor. Mizahı, distopyayı, ironiyi bir arada barındıran kitapta gerçekten de bir “karnaval” havası seziliyor.
Eser, sekiz öykü barındırıyor. İlk öykü olan “Kalbi Büyüyen Adam” hariç diğerleri distopik öyküler. Zamanı belli olan öykülerden “HAYDA” 2067, “Bana Veri Gerek Veri” ise 2 Temmuz 2043 yılında geçiyor. Diğer öykülerden böyle bir çıkarım yapamadım. Öyküler her ne kadar gelecekte geçiyor olsa da günümüz gerçekliğinden ve güncel olandan uzak değil.
“Süper Kahraman Diyeti” kapitalist sistemin çarkları arasında ezilen, ayı kostümü giyip müşterileri memnun etmeye çalışan birinin hikâyesi. Ve arkadaşı Selin’in. Hamile kaldığını öğrenen sevgilisi tarafından terk edilen Selin’in. “Çocukların daha doğmadan terk edildiği, para kazanmam için ayı kostümü giymemi gerektiren bir dünyaya ancak göbekli süper kahramanlar yakışır diye düşünüyorum.” (s.16)
HAYDA! Adlı öykü ciddi anlamda sistem eleştirisi yapan bir öykü oldu benim için. – Gerçi kitaptaki her öykü için bunu söyleyebilirim – Tüketim çılgınlığı, yaratıcılıktan uzak saçma reklamlar, iktidarın insanların evinin içine kadar girmesi, insanların üç yıl içinde çocuk yapma zorunluluğu, iktidara muhalif olanların “terörist” olarak gösterilmesi gibi konulara değinilmiş. Alttan alta da ülkeyi yönetenlerin “kadın”a bakışı irdelenmiş. Öykü 2067 yılında geçiyor. On beş yaşına gelen insanların kulaklarının içine reklam modülleri yerleştiriliyor. Şehirler sektörlere ayrılmış. Yeni evliler, on yaşına kadar çocuğu olanlar, öğrenciler, emekliler… hepsi farklı sektörlerde yaşıyor. Bu sektör oluşumuna karşı çıkanlar için de çok güzel bir el ilanı dağıtılmış. “Kent, insanın içinde yaşadığı dünyayı daha çok gönlüne göre yeniden yapmada en başarılı girişimdir. Ama eğer kent insanın yarattığı dünyaysa bundan böyle orada yaşamaya mahkum olduğu dünyadır da. Böylece dolaylı yoldan ve görevinin doğasına dair hiçbir açık algısı olmadan kenti yaparak insan kendini yeniden yapmıştır. Gelin kentimizi de kendimizi de yeniden yapalım! El ele gönül gönüle.”
“Bana Veri Gerek Veri” daha ismiyle dikkatimizi çekiyor. Yunus’un “Bana seni gerek seni” dizelerinden mülhem bu başlık 2043 yılında “veri”nin her şey demek olduğu bir dünyada geçiyor. Ayten Hanım bir internet sitesinden aldığı, insanlara takılan bir çip olan VeriMatik 1500®’ü iade etmek ister. Bu ürün insanların gün içinde yaptıklarını AVM’ye (Aile Veri Merkezi) gönderir. Ürünün iadesine engel olmak isteyen, şirketin Müşteri İlişkileri Müdürü Berkant Sayman’ın Ayten Hanım’a yazdığı mektubu okuruz.
“Arzulanan Dünya” müşterilerine bir seyahat acentesinde tatil paketleri satmaya çalışan Haydar Lokman’ın bir satışı üzerine şirketin ortaklarından Sabit Dolaşan’ın ona ülkenin en meşhur termal otelinde bir günlük tatil hediye etmesine odaklanıyor. İnsanları memnun edebilmek adına her şeyde aşırıya kaçan hizmet sektörünün aslında insanları memnuniyetsizliğe sürüklediği anlatılmış bir bakıma. İronik olan şudur ki Haydar Lokman da bu çarkın bir ferdidir. Hepimize olmuştur, bir mağazaya ürün bakmaya girdiğimizde peşimize takılan satış temsilcisi bizi bir hafiye gibi izler. Ve bizler peşimize takılan bu hafiyeden mağazadan ayrılarak kurtuluruz. Ama bir yandan da biliriz ki satış temsilcisinin görevi size yakın olmaktır.
“O En Güzel Klişe” bana dil sorununa değiniyormuş gibi geldi. İnsanların günlük dilde kullandığı “klişe”lerin üretildiği K.Ü.M’de (Klişe Üretim Merkezi) çalışan ve kısa sürede başarı merdivenlerini hızla tırmanan Rıfat’a odaklanıyoruz. Rıfat’ın artık klişe üretememesi, klişe üretemeyen kurumun zor durumda kalması ve kurumu kurtarma çabaları anlatılmış. Kurumu kurtaracak kişi olarak Mustafa Seçkin adında çok satan kitapları olan ve kitaplarından hep aynı, evrenin sırrı içimizde, içindeki ışığı keşfet, isteklerinizi ışığa yönlendirin gibi “klişe”lerden bahseden kişisel gelişim kitapları yazarı seçilmiş. Bu kadar çok klişe barındırmasına rağmen bu kitapların çok satmasının sebebi nedir acaba?
Kitabın son öyküsü “Rıza’nın İmalatı” adını taşıyor. Rıza Künde adındaki karakterin hayali kendi robotunu yapmaktır. İsim bile takmıştır ona: ROMAN (Robot Adam). Ancak Rıza hayatını devam ettirebilmek için İç İşleri Bakanlığı’na bağlı İMTK’de (İç Mihrak Tespit Komisyonu) Sakıncalı İleti Tespit Memuru olarak göreve başlar. Görevi sosyal medyada paylaşılan sakıncalı içerikleri temizlemektir. Zamanla kendi memurluk alanında ilerleyen Rıza’nın çevresinde ise bambaşka şeyler olacaktır. Öyküde sosyal medyanın denetlenmesi, ifade özgürlüğü gibi konuların dışında ülkemizin de bir gerçeği olan, insanların hayallerinin peşinde koşamaması, hayatlarını devam ettirebilmeleri için garanti meslek olarak memurluğu görmeleri, yapılan bir hatayla “kurban” edilmeleri, beyin göçü, yıkılan hayaller gibi konular işlenmiş.
Öykülerin içinde yer alan kısaltmaların ve öykülerde yer alan karakterlerin hoşuma gittiğini de söylemeden geçmeyeyim. Hatta birkaç örnek vermek gerekirse, HAYDA (Hayat Danışmanlığı), KÖST (Kişiye Özel Satış Temsilcisi), POTA (Potansiyel Alıcılar), SAÇMA (Sanal Alem Çalışmaları Merkezi Analiz)…
Eser, Shakespeare ait “…what fools these mortals be!” (Bu ölümlüler ne aptal!) alıntısıyla başlayarak “Hayat abartılacak bir şey değil.” cümlesiyle son buluyor. Anlayana…