Kaybolan, Tarık Tufan’ın dokuzuncu ve son romanıdır. Roman, Hakan adındaki kahramanın etrafında şekillenirken olayların merkezinde “kayboluş” fikri vardır. Başlarda Hakan ve eşi Yıldız’ın ilişkisi üzerine odaklanan eser, ilerleyen sayfalarda geri dönüşlerle figürlerin yaşamını aydınlatmaya çalışır. Bir sigorta şirketinde çalışan Hakan’ın kırk yaşına girmesiyle hayatı sorgulamaya başlaması, geçmişte yaşadığı bunalımlardan birinin evresinde olması ve işi bırakıp kendini aramaya başlaması eserin çıkış noktasıdır. Yıldız’ın ailesi ve Hakan’ın daha doğduğu gün başlayan arada kalmışlığı sinematografik bir kurgu ile aktarılır. Tarık Tufan’ın senaryoyla yakından ilgilendiği, “Uzak İhtimal“ filmiyle 2009 yılında İstanbul Film Festivali’nde ve “Yozgat Blues“ filmiyle 2013 yılında Adana Altın Koza Film Festivali’nde “en iyi senaryo” ödülüne layık görüldüğü bilinmektedir. Tufan, romanlarının yanı sıra belgesel ve kurmaca film senaryoları yazmaya devam etmektedir. Eserde film dünyasına göndermeler onun bu alana olan ilgisini gösterir.
Hakan’ın kendini bulma sürecinde bazı işaretler araması, doğum gününde iş arkadaşlarının pastaya Hakan yerine Arda yazdırmasıyla başlar. Daha sonra her şeyde bir işaret arayan Hakan’ın Yıldız’ın nefret ettiği babası Reha İleri’nin yanına gitmesi, Dosto Kitabevi’nde Ferhat Ceyhan adlı bir yazarın söyleşisine katılması ve burada Sonay’la karşılaşması onu hayatı sorgulama evresinden kararsızlık aşamasına geçirir.
Yıldız’ın kardeşi Murat, babası Reha İleri ve Hakan’ın gerçek babası Zurnacı İlyas’ın hikâyesi olay örgüsünü destekleyen kurgu unsurlarıdır. Ancak yazar, özellikle Hakan’ın babasının yani belki de bilinçli bir kayboluşu seçen ve yaşadığı toplumun çok ilerisinde bir duyarlılığa sahip olan Zurnacı İlyas’ın hayat öyküsünde beklenilen psikolojik derinliği veremez. Tufan, söz konusu olayları büyülü gerçekçi bir formda anlatmayı düşünseydi bambaşka bir iç anlatı ortaya çıkabilirdi. Zurnacı Yaşar’ın hikâyesini Ömer Kavur’un yönetmenliğini üstlendiği Orhan Pamuk’un Kara Kitap’taki Karlı Gecenin Aşk Hikâyeleri adlı bölümden yola çıkarak senaryolaştırdığı Gizli Yüz filminin çekimleriyle birleştirmesi yazarın sinema ile ilişki kurduğu bir diğer noktadır. (s.246)
Hakan’ın gençlik yıllarında amatör bir film çekiminde karşılaştığı Sonay’la yaşadığı ilişki, deprem sonrası yaşanan ayrılıklar, ölümler, yarım kalmış hikâyeler ve hem psikolojik hem de fiziksel olarak eksilmiş bedenler yıllar sonra yeniden karşılaşınca kurguda yeni bir perdenin açılmasını sağlar. Sinema filminin çekim aşaması ve olaylar bizi yine Tarık Tufan-sinema ilişkisine götürür.
Kaybolan’da figürlerin isimleri sembolik anlamlar taşır. Yıldız (ışıklı gök cismi), Sonay (ayın son günleri), Reha (kurtuluş), Hakan (hükümdar, Türk töresine göre Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi), Murat (istek, amaç), Yalçın (dik ve sarp) ve Mert (sözünün eri, güvenilir) gibi diğerleri de simgesel okumaya uygun kişilerdir.
Tufan’ın kimi vakit uzun uzun anlatmayı tercih etmesi bize Nietzsche’nin “Yazar susmalıdır ki yapıtı konuşsun.”[1] sözünü hatırlatır. Yazar, figürlerin hayatlarına dair boşluklar bırakmaz. Sürekli anlatma isteği romanı teknik yönden zedeler; fakat “Berbat başlayan günün sonunda, akşam her şeyin daha iyi olacağını düşünüp yol boyunca rahatlatmaya çalıştı kendini. Yanılıyordu.” (s.40) gibi cümlelerle de merak unsurunu tetikte tutmayı başarır.
Kurgunun dışında yazarın üslubuna dair bazı eleştirilerimizi dile getirmek istiyoruz. Tufan’ın Ayfer Feriha Nujen ile yaptığı bir söyleşide onun “Metinlerinizdeki derinliği şiire yakınlığınıza bağlamak doğru olur mu?” sorusuna verdiği cevap şöyledir: “Şiire özgü iç ritmi güçlü bir şekilde hissettiğimde coşkulu bir ruh haline bürünüyorum. Okurken de yazarken de o müziği duymaya başladığım an, içimde, en derinlerde duran saklı duyguya erişebileceğime inanmaya başlıyorum. Müzikle birlikte heyecanım da yükseliyor. Metindeki akış da kalbimdeki çarpıntıyla birlikte güçlenmeye başlıyor. O eşsiz anı kısa süre de olsa yaşamak dilimdeki bağı çözüyor, göğsümü genişletiyor.”[2] Hakikatte Tarık Tufan’ın şiirsel bir dili olduğunu iddia etmenin doğru bir tespit olduğunu söyleyemeyiz. Kanaatimizce yazarın bir sinema filminin ışıklı sahneleri gibi aniden görünüveren süslü ifadeleri dışında onun bu fikrini desteklememizi sağlayacak malzeme bulmak oldukça zordur. “Mutsuz insanların alameti farikası hiç bitmeyen yorgunluktur.” (s.16),) gibi aforizmaları andıran sözlerini şiirsel kabul edebilir miyiz? Açıkçası bunun şiirselliğin ne olduğunu sorgulamamızı sağlayacak önemli bir soru olduğunu düşünüyorum. Burada Tanpınar’ın Massignon’dan alıntıladığı “Müslüman şarkta zaman yoktur, anlar vardır.”[3] ifadesini “Kaybolan romanında şiirsellik yoktur, aforizmalar vardır.” şekline dönüştürebiliriz.
Yazarın üslubuna dair tenkit edeceğimiz başka bir husus ise sürekli aynı ya da birbiriyle ilişkili ifadeleri kullanması ve bazen aynı benzetmelere art arda yer vererek anlatımın akıcılığını bozmasıdır. Örnek olarak aynı sayfada geçen şu cümleleri verebiliriz: “Daha fazla uzamasın diye masamdaki pastanın üzerindeki mumları üflemeye hazırlanmışken çektiğim nefes neredeyse içimde sıkışıp kaldı.” (s.11) “İçimde sıkışan nefes yüzünden neredeyse boğulacaktım.” (s.11) Cümlenin anlam olarak ne kadar doğru olduğunu bir kenara bırakırsak usta romancıların bu tarz ifadelerde muadilini tercih ettiğini söylemeye gerek yok. Hadi bunu hoş gördük, aynı cümlede aynı ifadenin tekrarına ne diyeceğiz? “Şirket’in sahiplerinden Yavuz Selim Bey ve diğer çalışanlar da Ceren’in etrafında kümelenip alkışlarla ona eşlik etmeye eşlik ettiler.” (s.11) Bu cümlede “eşlik etmeye eşlik ettiler” ifadesindeki garabeti görmemek mümkün mü? “Saati yerinden söküp yere çarptığını hayal etti.” (s.29) cümlesinde de benzer tekrarları görürüz. Tarık Tufan’ın izini takip ettiğini söylediği Tanpınar’ın şu tespitini belirtmek isterim: “Hakikatte Müslüman şark muhayyilesi bir defa için bulmuş ve sonuna kadar bulduğu şeylerle oynamışa benzer.”[4] Şimdi yazarın iki sayfada kısıtlı bir alanda geçen bazı benzetmelerine ve ifadelerine yer vermek istiyorum: “(…) Hayat meğerse bir kuruntudan, zayıf bir örümcek ağından ibaretmiş.” (s.12), “Bir örümcek ağı gibi her yanımı saran bu hazin gerçeği daha fazla saklayacak, üzerini örtüp gizleyecek takatim kalmadı.” (s.12) “İnsanın kendisiyle mesafesi, dünyanın geri kalanıyla arasındaki mesafeden daha büyükmüş.” (s.12 “Ölmekle hayatta kalmak arasındaki mesafe, sevdiklerinle arandaki mesafeyle ters orantılı.” (s.13) Tanpınar’dan esinlenerek söylersek hakikatte Tarık Tufan, bir kere bazı ifadeleri bulmuş sonuna kadar onlarla oynamışa benzer.
Yazarın kaybolmaya dair en gösterişli cümlelerinden biri de şöyledir: “Yaşamak, karanlık bir denizin kıyısında yürür gibi kaybolmanın kıyısında yürümekmiş.” (s.12) Bu, Tarık Tufan’nın kayboluş felsefesini belki de en iyi anlatan ifadelerden biridir. Sanatçının eser boyunca o karanlık denizin (bu denizi kayboluş diye tasavvur edersek) içine hiç giremediğini, onun kıyısında dolandığını en fazla ayağını değdirip suyun derinliğini ya da sıcaklığını kontrol ettiğini söylememiz mümkündür. Popüler kültür denize girmekten ziyade onu seyretmeyi ya da denizin arka planda kaldığı fotoğraflar çekmeyi önceler çünkü. Tufan’ın da bu kadar psikolojik ve felsefi derinliğe sahip bir konuyu anlatırken bilinç akışı gibi bir tekniğe yer vermemesi, iç konuşmayı bile gerektiği kadar kullanmaması şaşırtıcıdır. Bu durum; yazarın özellikle okunma kaygısıyla durağan bir metin yerine aksiyona dayalı bir anlatıyı tercih ettiğini düşünmemize sebep olur. Bazen de duygusal aşırılıklar, okurun ilgisini çekme çabasına dönüşür. Yıldız’ın aşk merdiveni adlı çiçeğin solmasından dolayı yaşadığı üzüntü (s.121), Hakan’ın iş başvurusu yaptığı sırada “Bugün herkesin aşkı Tomris Uyar öldü. Ben burada iş başvurusu yapıyorum.” (s.118) diye kendine kızması iğreti bir romantikliğin sınırlarında dolaşır.
Yazıma “Kaybolanlar değil Kaybedenlerin Romanı” adını vermemin sebebi eserin bir kayboluşu yansıtmadaki yetersizliğine inanmamdır. Öyle ki eserde başkahramandan dekoratif figürlere kadar neredeyse herkesin bir kaybeden oluşu da böyle bir başlığı koymama vesile oldu. Romanın kurgusal düzlemi dikkatle okunduğunda “Kaybolan” değil “Kaybeden” isminin daha isabetli olacağını düşünüyorum. Bu arada tüm eleştirilerimize rağmen Tarık Tufan’ın bölüm başlarına aldığı epigraflarda ve atıflarda oldukça başarılı olduğunu da belirtmemiz gerekir. Bölümün içeriğiyle uyumlu bu epigraflar, okurun metne odaklanmasını sağladığı için oldukça işlevsel bir rol üstlenmiştir. Tufan’ın “Romanlarımdaki atıflar aynı zamanda benim okuma serüvenimin izleğini oluşturuyor. Ayak izlerimi belli ederek yürüyorum. Metnimin içine sızan büyük romancılar, büyük romanlar, büyük edebiyatçılar var ve onlara bir tür teşekkür olarak da kabul edilebilir.”[5] şeklinde izah ettiği bu epigraflar, yazarın takip ettiği yazarların kimler olduğunu öğrenmemizi sağlar. Bunların arasında Marquez, Tezer Özlü, Tanpınar, Rilke, Peyami Safa, Dostoyevski, Shakespeare, Sabahattin Ali, Salinger, Knut Hamsun, Albert Camus ve Halit Ziya Uşaklıgil gibi pek çok önemli yazar vardır. Hakan’ın edebiyat bölümü mezunu olması, kitap söyleşisinde kucağında kedisiyle Tanpınar’ın hayalini görmesi ve defterine sürekli bir şeyler karalaması dikkate değer ayrıntılardandır. Kaybolan’ı tüm kusurlarına rağmen çocuğu olmayan insanları, kardeşler arasında evlat edinmeyi, baba-çocuk ilişkisini, bitmeyen aşkları, geçmeyen yaraları ve kendini arayan insanlarla beraber çeşitli mevzuları kurgu dünyasında anlatmayı deneyerek ilgi uyandırmayı başarmış bir roman olarak görüyorum. Kimi sonların başlangıç olduğunu düşünerek yazıma romanın ilk cümlesiyle nihayet veriyorum: “Yaralı bir hayvan gibi saklanmak için kendime kuytular arayıp dururken acı gerçeği kabullenmek zorunda kaldım: Kayboldum.” (s.9)
[1] Nietzsche, F., Aforizmalar. İlgi Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2010,s.101
[2] https://t24.com.tr/yazarlar/ayfer-feriha-nujen/kaybolanlar-icin-tarik-tufan-ile-soylesi,28452
[3] Tanpınar, A.H., XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, YKY, İstanbul, 2008, s.32
[4]Tanpınar, A.H., XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, YKY, İstanbul, 2008, s.33
[5] https://t24.com.tr/yazarlar/ayfer-feriha-nujen/kaybolanlar-icin-tarik-tufan-ile-soylesi,28452