‘yaşanmamış anıların
vardı, ne oldu?
-kayboldu bir talanda!”
şiirlere bulaşa bulaşa…’ ”
Talan Siirleri döne döne okunası bir kitap. Üzerine yazacak çok şey var. Fakat en baştan şunun belirtilmesi gerekir: Talan ve sömürü olasılığı iki kişinin bulunduğu her yerde gerçeğe dönüşebilir. Peki ya yalnızsak! Kendimizi de talan etmediğimizi kim söyleyebilir? Ve karşı taraf en lirik yanımızı talan ederken onun işbirlikçisi her zaman biz değil miyiz?
Uzun ve bereketli bir ömrün sayısız talanından damıtılmış dizeleri okurken akıllarımızın en kuytu köşelerinde ince ince gelgitler oluşuyor. Her birimizin kalpleri başkaları tarafından darmadağınık edilmiş kasım bahçeleri kadar yaralı.
Talan Şiirleri’nde geçmiş zamanın yazdıkları da okunarak, şimdiki zaman imlenmekte. Saldırıları, savaşları ve yağmalarıyla ünlenmiş dünümüz değil, bugünümüz dile getirilmekte. Peki nerede gerçekleşiyor adı geçen talan? Her yerde, her şeyde, şiirde, düşüncede, kalp ve akıl mülklerinde, somut ve soyut olanda, özellikle lirik yaşayıp lirik duyumsayan herkesin iç dünyalarında… Sık sık acısını anımsatan binlerce yıllık çağ yangınları ile doruk noktasına erişen bir talan bu… Talandan çok artakalanın can yaktığı ortak bir acı…
Şairler çoğu kez söylemez, ima ederler. Onların söylemediklerini ve ima ettiklerini bulmaya çalışmak, denizden gevher çıkarmak gibi keyifli bir iş olsa da Talan Şiirleri’nde ima edilenleri tek tek ya da toplu olarak açık etmemek daha anlamlı olacaktır. Aynanın aynalık niteliği sırrından gelir. Kitapta adı geçen Sümmani, Rilke, Mevlana, Galip, İbnü’l Arabi, Itri, Sümbül Sinan, Yahya Kemal, Hölderlin, Yahşi… Kimi aşkın, kimi şiirin, kimi hikmetin, kimi erdemin, kimi aramanın, kimi bulmanın, kimi güzel sesin, kimi hoş kokunun, kimi derin varoluşsal kaygıların, kimi pişmanlığın temsilcisi. Ve her biri şairin, her biri bizim içimizde geziyorlar. Onların ayak sesleri ise şiire dönüşüyor…
Çocukluğa ilişkin anılar, hem çoğaltır hem de yontar bizi. Çocuk belleği yeni dökülmüş betona benzer, yazılanlar çoğunlukla üzerinde en sona dek kalır. Hilmi Yavuz’un bir çocukluk anısı… Dedik ya, çocukluğumuz bizi hiç terk etmez ki zaten. Peşimizdedir, bizimledir, bizdedir. Sümbül Sinan’ı ziyaret ediyorlar babası ve şair… Mis gibi bir sümbül kokusu yayılıyor etrafa. Ve çocuk Hilmi Yavuz bu kokuyu alıyor. Böylesi bir mistik kokuyu alan kişi elbette farklı bakar bulunduğu yerlerden varlığa…
Anımsamaların ve anımsatmaların şairi Hilmi Yavuz. Onun dizelerini daha doğru anlamak ve duymak için bu anımsayış ve anımsatışların peşine düşmek gerekir. İşte bir örnek “kaba saba aşklara kaldık… / -gidiyoruz, hilmi yavuz / sen, ben ve Orpheus, / epey yol aldık / Hades’e / -geri dönmezsin değil mi? / ya o dönerse?” Kendisinden bir başkası gibi söz ediyor, durum belirlemesinde bulunuyor. Bir zaman sonra içimizdeki “ben”lerimizi karşımıza alıp onlara söylemez ve söyletmez miyiz onları? Sen, ben ve Orpheus… Biri şair, öteki Hilmi Yavuz, dünyaya ve dünyada yaşayan diğerlerine her seferinde şaşarak bakan adam. Peki sonuncusu… Orpheus… Günümüzün kaba saba aşklarından uzay boşluğundaki nebulalar kadar uzak bir âşık. İncecik seviyor ve umudunu hiç yitirmeden. Ölü canların dünyasından sevdiği kadını çekip almak için uğraşı sergiliyor, tam da “başardım” derken bir geri dönüp bakmasıyla biricik aşkını -Eurydike’yi- tamamen yitiriyor. İşte geri dönüp bakmak böylesine tehlikelidir. Çıkılan, sonu bilinmeyen karmaşık yollardan da…
Zalimlik, hodbinlik, saldırganlık ve sömürü alışkanlığı hem bireyler hem de toplumlar için en onulmaz alışkanlık. Yaratıcımız bizleri gazabına ilişkin uyarırken yalnızca iki gruptan insan için af kapılarını sıkı sıkı kapatır. Bunlardan bir grup inkârcılarsa, ötekiler zalimlerdir. Her iki grup da ışığa sırtlarını dönerler. Sakın zalimliği yalnızca krallarla, şahlarla, sultanlarla, valilerle, paşalarla, efendilerle, yönetenlerle sınırlı tutmayalım. Sıradan insanlar da bu hastalığa yakalanabilirler. Bazen bir çiçeği sırf beğendik diye koparmak bile acımasızlığın doruk noktasıdır. Hilmi Yavuz Talan Şiirleri’nde yaralayan, çalan, yağma eden, vuran, kıran, hem soyut hem de somut öldüren herkesi eleştiriyor.
İnsan şimdilik dünyanın en yok edici canlısı… Belki de gelecekte sonsuz sandığı, oysa yokluğun içinde genişlemekte olan evrenin bütününde bu zavallıca payenin sahibi olacak. Ona en çok yakışan sözcük ise “talan”. “gör ki sıradağlar talanda” diyor Hilmi Yavuz. Benim büyüdüğüm ve hala yaşadığım semt, İzmir’in Altındağ’ının eteklerinde kurulmuş. En az onlarca yıldır, bir çimento fabrikası Altındağ’ın tepelerinden birini toza, toprağa çevirdi. Oydu, oydu, un ufak etti. Ki Altındağ şairin dediği gibi bir sıradağdı ve talanda. Yalnızca dağlar mı, denizler, ormanlar, ağaçlar, kır çiçekleri, kuşlar, balıklar, karıncalar, yerin altındaki cevher bilinen maddeler… Anlaşılması mümkün olmayan bir açgözlülükle saldırıyoruz çevremizdeki her şeye, kendi türdeşlerimize ve kendimize. Talana öyle bir alışmışız ki üzerimize çöreklenen çekirge sürülerinden, akbabalardan şikâyet edesimiz, onları kovalayasımız yok. İşin ilginç yanı onlar biziz, bizim özümüzden çıkıp kötücül olmuşlar. Hilmi Yavuz Talan Şiirleri’nde hem kişisel hem de toplumsal talanlardan dem vuruyor.
Kitap boyunca birçok şiir adı ve şiir ikinci tekil kişiye sesleniyor yani “sen”e! Bütün dünya dillerinde kişi adılları insanın ben ve ötekileri tanıma çabasından kaynaklanır. Tek kalır ben oluruz, birleşir biz, karşıya bakar seni ve sizi görürüz ya da onu ve onları… Çoğunlukla sen diye doğrudan doğruya kendimize, aslında tüm varlığa sesleniriz; başta insan olmak üzere. Senlik kavramı algılanması ve anlaşılması en zor olan kişi adı ya da adılı. Sen ve beni çözmeden biz olmak olanaksız, aslında gereksiz. Üstelik “bize” inanmak da en baştan beri sorgulanması gereken bir söylenceydi belki de… Hilmi Yavuz da öyle yapmış, sen diyerek beni ve diğer bütün kişi yönlendirmelerini sorgulamış.
“kalbimde yangınlar,
depremler
talanlar…” diyor şair.
Bu, şöylesi bir anlama gelir: Nasıl ki ne ararsak arayalım kalplerimizde buluyorsak, gerçek acılarımız da kalplerimizdedir. Elbette dışında olup biten her şeyi içselleştirenler için geçerlidir sözü edilen durum. Şairler içselleştirme, her türden kederi “benim sayma” işini en çok gerçekleştirenlerdir. Duyarlılıktır bunun diğer adı. Bir kuşun kanadından vurulması, minik bir kedinin sokakta kalması, sahile vuran çocuk cesetleri, acımasızca ötekileştirilen herhangi birini fark etmek, yananı görmek -bazen de kendi kendine yanmak- ve daha niceleri şairin kalbinde olur. Kalp başlı başına muamma… Kalbi çözen evren bilmecesini çözer, kalbi anlayan dünyayı anlar.
“Sümmaniyem oldum talan…” Çarkı felek kuşkusuz vardır. Bulutsuz bir yaz gecesinde altı yedi kişi yürüyorduk. Oğlum ansızın gökte beyaz bir bulut gördü, ardında dönen bir de çark. Küçük elleriyle gösterdi yapayalnız bulutu ve rengârenk çarkı. Bildiğiniz dönüyordu. Feleğin çarkı gibi oku da vardır. Üstelik onun okuyla en çok şairler yaralanırlar. Felek gözünü oldum olası şairlere diker. Alıcı bir kuşun çelimsiz ceylan yavrusuna odaklanması gibi. Karacaoğlan “aradılar, bir tenhada buldular; yasladılar şıvgalarım kırdılar…” der. Sümmani’nin lirik yanını talan edenler, Karacaoğlan’ın şıvgalarını kıranlar Hilmi Yavuz’a ne yapmazlar!
“Her şey kederdi ve talandı…” Evet her şey, yaşanan her şey; hüzün, hançerin deştiği yara, kanayan can, yaşamın ta kendisi… İnsanlık tarihinde de, günümüzde yaşananlarda da, bireysel dertlerimizde de, var oluşa yönelik çıkmazlarımızda da derin bir keder hâkim; dolayısıyla talan. 21. yüzyıl, post modern tanrıların, kendisini tanrı sanan insanların çağı. Yeni doğan bebekten, okula başlayan çocuğa kadar; delikanlıdan, genç kızdan aklı erenlere, hatta her şeyi unutanlara kadar herkes bu çağın yangınından kendi paylarına düşen kıvılcıma maruz kalıyor. Evlere, odalara kapanmış durumdayız. İşin acı yanı bu yalnızlaşmadan çoğunlukla memnunuz. Atomu çoktan parçaladık, masmavi gezegenimizin atmosferinden dışarı çıkmayı başardık, zaman ve mekânda ışık hızıyla -sanal da olsa- yolculuk yapar duruma geldik, dünya her birimizin avuçlarındaki portakala döndü. Sıktıkça sıktık onu. Tüm bunlara rağmen müthiş biçimde bunalımdayız. Hilmi Yavuz ne kadar da haklı, korkunç bir talan yaşadığımız. Hem de son derece ölümcül.
Ve şairlerin yapmaları gereken şey, bu çok yönlü talanı açık etmek.