Zerrin Saral’ın ilk öykü kitabı Küçük Kırık Çizgiler Vacilando Kitap etiketiyle 2022’nin son günlerinde raflarda yerini aldı. Tam bir edebiyat emekçisi olan Saral’ı dergilerde, gazetelerde ve dijital platformlarda yayımlanan öyküleri, makale ve kitap inceleme yazıları ile yazarlarla gerçekleştirdiği söyleşilerden tanıyoruz. Pek çok ortak kitapta öyküleri yer alan Zerrin Saral, Neriman Ağaoğlu ile birlikte Edebiyatımızda Kadın Yazarlar Sözlüğü gibi önemli bir esere de imza atmıştır.
Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazı Küçük Kırık Çizgiler üzerine teknik bir inceleme yazısı olmaktan ziyade bir okur olarak öykülerin bende bıraktığı izler, yarattığı duygular, yakaladığım özdeşlikler, karakterlerle birlikte kendime sorduğum sorular ve üzerinde düşündüğüm tespitler bağlamında kaleme alınmıştır.
Duyarlı bir imbikten usul usul damıtılmış on iki öyküden oluşan kitap Attila İlhan’dan bir alıntıyla selamlıyor okuru: “Bu kitapta anlatılanların gerçek kişilerle ve olaylarla ilgisi yoktur. Onları ben, büyük bir aynanın içinde gördüm. Üstelik ayna dumanlıydı ve olmayan bir şehirde geziniyordu.” Yazar aynada gördüğü yalnızlık, yaşlılık, ayrılık, bireyin çıkmazları, belleğin girdapları, kıyıdaki yaşamlar ve görmezden gelinen farklı insanlık durumlarını genellikle kadın odaklı olarak, keskin bir gözlem gücüyle, titizlikle seçilmiş ayrıntılar ve incelikli bir dil işçiliğiyle rengârenk bir tablo olarak sunuyor okura. Anlatı zamanının genellikle kısa olduğu, olay akışından çok anların öncelendiği, görece ince ama çok katmanlı metinlerde içerik ve edebi estetiğin kıvraklıkla birleştirildiğini görüyoruz. Öykülerin bütününde aynı zamanda ressam olan yazarın atmosfer kurmada, betimlemelerde kalemini fırça gibi kullandığını da belirtmek gerek. “Huzursuz ve sakar adımlarla yol alan karakterler” kimi zaman küçük kırık çizgilere takılıp kalırken kimi zaman da çizgilerin altında kalıyor ama sonuçta kapak resminde olduğu gibi çizgilerin üzerinde yükseliyorlar.
Dünya Yalanı isimli ikinci öyküde aynı mekânda farklı kamera açısıyla çekilmiş bir film izletiyor yazar bize. Odakta bu kez ilk öyküdeki yan karakter Müge var. Karşılıklı susma anlarında çizginin diğer ucundaki Müge’nin zihninde, düşlerinde yol alıyoruz. Müge’nin solumaktan burnunun karıncalandığı “yaşlılık kokusuna” dair yapılan çok yönlü vurgularla duyular ustalıkla harekete geçiriliyor. Mümtaz Bey’in sürekli kasketiyle oynaması, Müge’nin pencere önünde oyalanması gibi karakterlerin ruhsal durumuna dair ipuçları, beden dilleri diğer öykülerde de göreceğimiz üzere metnin içine ustalıkla yerleştirilmiş. Müge’nin “Doğuştan,” dediği aksayan bacağıyla ilgili Mümtaz Bey’in “Güzelliğinizi örtemiyor,” deyişindeki incelikle yinelen cümlelerle çift taraflı bir kumaş gibi dokumuş yazar birbirinin içinden geçen bu iki öyküyü.
Şarlo Pavyon, pek çok yönüyle bilindik bir hikâye farklı bir dil ve anlam bağlamında çoğalan, derinleşen bir yapıda kurgulanmış. Öncelikle ana karakter konsomatris Yaso’ya alışılageldiği şekilde kader kurbanı teslimiyetçiliği yüklememiş yazarımız, güçlü ve her şeye rağmen dik duruşlu bir kadın, bir anne var karşımızda. Atmosferin ustalıkla kotarıldığı öyküde mekân çok canlı bir biçimde resmedilmiş, yanardönerli dünyanın içinde yan masada duyumsuyorsunuz kendinizi. Yazar anlatının rengini tema ve karakterlerin özelliğine uydurmakta oldukça maharetli; Müşteri OZ, Yaso, garson gerek konuşmalarıyla, gerek beden dilleriyle meşrebince yerleştirilmiş öyküye. Özgün benzetme ve metaforlara yaslandırılmış metinde yazarın dili eğip bükmedeki yetkinliği açıkça görülüyor. Yaso’nun tırnağındaki oje kalıntılarının çarpıcı bir benzetmeyle, mabet yalnızlığının sığınağı olarak tanımlanan kırmızı “koylar” sözcüğünün yinelenmesiyle yakalanan şiirsel söylem anlamı da çoğaltıyor: “Koylar, engereğin hikâyesinde. Koylar, sinema afişlerinde. Koylar, ateşböceklerinde. Koylar, tenteden sızan yağmurda, ıslağı emen mendilde, kedi kaprisinde, şenlik ateşinde, kelebek konan lambalarda, metro istasyonlarında. Koylar, dantelle süslü sehpada, tahta bavulda, mektup kokan mesajlarda, kırlangıç seslerinde…” Gece ve lamba üzerinden geçmiş ile şimdinin iç içe geçtiği bir çağrışım zinciri içinde duygu aktarımı yoğun ama melodrama dönüşmeyen yaklaşımla Yaso’nun yaşamından kesitler sunuluyor. Geçmiş, bugün ve gelecek arasında kurulan ince köprünün inşası metni güçlü kılıyor. Öte yandan metnin ağında yapılan yakın okumada “baba” kavramına ilişkin aykırı ve sarsıcı bir gerçeklikle karşılaşıyoruz. Öykünün asıl omurgasını oluşturan metafor ise masa örtüsünün püskülü. İplikler parmağına dolanıp açıldıkça, dikiş yerinden atan kumaş söküldükçe, sesler geçmişe kuruyor zamanı ve sahne sahne beliriyor Yasemin’in Yaso olma hikâyesi. Kumaştan kurtulan bir püskülle özdeşleşen Yaso’nun güçlü duruşunu selamlıyoruz.
Kitabın en çarpıcı öykülerinden Can Çekişiyor Hüma Kuşu, toplumun yerleşik değerlerine başkaldırmış iki genç kadın Beda ve Deniz özelinde heteronormatif dayatmalara, verili kodlara eleştirel yaklaşımla kaleme alınmış bir öykü. Sezdirmeye dayalı bir anlatıyla toplumsal olanla iç dünyaları ustalıkla birleştiriyor, yazılanlar kadar yazılmayanlarla da derinleşiyor metin. Deniz’in ben anlatıcılığı üzerinden ilerleyen olay örgüsü diyaloglarla, kalemin birkaç hızlı dokunuşuyla diğer karakter Beda’nın, otoritenin temsili, ilk yasak koyucu anne Jüli’nin sesini ve ruh halini de okura duyuruyor. “Kırmızı, kıpkırmızı ateşin, gecede uçuştuğu varilin etrafındalar. Alevler karanlıkta parlıyor, ellerimi uzatamıyorum ama o gece kuşlarından birine dönüşüyorum…” Hüma Kuşları toplumsal dayatmalara yenik düşer gibi görünse de biliriz ki küllerinden yeniden doğacaktır Deniz ve Beda’lar.
Bozkırda Son Kuşlar, son dönemde pek çoğumuzun yakından tanık olduğu, yaşadığı göç olgusunu irdeliyor. Göç izleği, fiili olarak gitmenin yanı sıra kendi benliğimizden, özümüzden kopuşa da işaret ediyor. Saral giden için olduğu kadar kalan açısından da oldukça zorlu bu araf kesitini, “bozkırda damgalı eşek gibi yaşamaya devam etmeyi” tercih edenin penceresinden yazmış. Metinde farklı duygu durumları yansıtılırken kullanılan “düğme” metaforu ve benzetmeler metni güçlü kılıyor. “Ne kadar tutunsa da kumaşa, uzağa dikiyor gözünü; iki delik bir düğme. Düğme büyüklüğünde Gripin, içimin ıslak zemininde olanca hacmiyle yalpalayarak yerini alıyor… Gripin kutusunun üzerindeki resimde; başını nazikçe tutan, güzel ve bir o kadar da mutsuz kadına baktıkça başım daha da ağrıyor… Düğme, şehri terk edenin yüzüyle aynı renkte: Soluk.” “Susuyoruz. Rengi atan kumaşlara benzeyen bulutlar misali. Ayaklarım üşüyor, beynime doluşmuş irili ufaklı karıncalar sürüler halinde geziniyor… Aramızda gelişen yeni dili sökme çabam, düğme büyüklüğünde bir yangı…” Öykünün epigrafında Barış Bıçakçı’dan yapılan alıntıda “İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?” sorusu var. Ayrılıyoruz şu ya da bu nedenle zorunlu olarak gidiyoruz doğduğumuz, ait olduğumuz topraklardan. Belki gönüllü. Yakınlarımızı gönderiyoruz, boğazımızda düğümlerle, düğmelerle, yutkundukça acıtan çiziklerle.
Usta yazarımız Ferit Edgü, minimal öyküyü şöyle tanımlar: “Minimal öykü az ve sıradan sözcüklerden oluşur. Başı ve sonu yoktur. Başı ve sonu okura bırakır.” Bu tanımdan hareketle başarılı bir minimal öykü olan Bir “Me” Daha öyküsüne dair yazmak doğru olmaz diye düşünüyorum. Yazılması gerekeni Zerrin Saral yazmış: “Ama yaşama ikili katılan nesneler, uzuvlar, sesler, efektler ne yazık ki her zaman güzel olamıyor. En kolay kurulan heceydi “me” bir “me” daha… Ta ki biri diğerini terk edene dek…” Belki yazının başında belirtmek gerekirdi ama en minimal, en dokunaklı ve en anlamlı öykü kitabın ithafında: “Sen yoktun ben yazdım. Murat için…”
Küçük Kırık Çizgiler’deki öykülere ilişkin pek çok şey yazılabilir. Zira buzdağı misali kurgulanmış öyküler her okumada ve her okuyanda farklı çağrışımlara kapı açıyor. “Konserve tenekelerinde kök verdikçe konu komşuya dağıtılan sardunyalar” gibi Zerrin Saral’ın öyküleri. Okuyanın zihninde, yüreğinde köklenen, çiçeklenen, çoğalan. Son sözü yazarın sözcükleriyle seslendirelim: Yara alsa da kimliklerimiz, gri beton yıldızlara çarpsak da, sadece aynalara inanmak zorunda kalanlar kadar yalnız hissetsek de zaman zaman, yalnızlığımız kadar küpeler taksak da, şimdi güneşe çıkmak zamanıdır. Şimdi okumak zamanıdır Küçük Kırık Çizgiler’i. İçimizde kanat çırpan balıklarla. Cennetin güneş ağırlayan ormanlarında, çınar dallarının yeniden filiz vereceğine inançla.