“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi:
Güzel bir sözü, kökü yerde sabit,
dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti.” (İbrahim, 24)
Ağaç, hayatın, olgunlaşmanın, her an yeniden var olmanın imgesi. Yerle gök arasındaki bağıntının ve dolayısıyla Tanrı ve insanın bağıdır. Sümerlerde “Hayat ağacı”dır. Mezarlıklardaki ağaçların varlığı da bununla açıklanır. Ağaç, ölümün ardından da hayat vermeye devam edecektir. İbranilerde ölümsüzlük mağarasına badem ağacının altındaki dehlizden girilerek ulaşılır. Yahudi ve Hıristiyan kültüründe de ölümsüzlük inancıyla yan yana düşünülen ağaç, iyilik ve kötülüğün de sembolüdür. Âdem ile Havva’nın günahla aralarındaki bağ ağaçtır. Yine Hz. Peygamber’le konuşan kuru bir ağaçtır ve O’nun dokunuşuyla ağaç yeniden canlanır.
Ağacın imgesel anlamının genişliği sanılandan daha fazladır. Kur’an-ı Kerim ve diğer kutsal metinlerde de görülebileceği gibi kimi zaman söze kimi zaman da Cennet’teki Tuba ağacına yaslanılarak ölümsüzlüğe kadar yayılan bir anlam alanından söz edebiliriz.
Ağaç imgesi, Modrian, Hermann Hesse, Salvador Dali ile Necip Fazıl Kısakürek’te farklı görünümlerle ilerler. Modrian’ın resimlerinde semboller dünyasının bir imgesiyken, Dali’nin gerçeküstücü yorumlarında bulanıklığı, dehşeti; Hesse’nin şiirlerinde ve resimlerinde yalnızlık ve nihayet Kısakürek’te ve Tarık Buğra’da tarihi, geleneği, dallanıp budaklanışıyla büyük bir geleceği işaret eder.
Ağacın sembolik nitelikleri dönüşerek modern şiirlere de yansır. Günümüz imge anlayışının daha çok soyutluktan elde edilen bir çıkış anlayışına sahip oluşu, imgelerin modern sanatta karamsar, olumsuz ve kimi zaman da yıkıcı kavramlardan da hareket edilerek yine kavram dünyasına dâhil olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Ağaç, dış dünyanın ağacı değildir artık. Bir nesne hiç değildir. Yalnızca bir çizgi, bir ses, bir kelimenin aracılığıyla elde edilmiş imgedir. Nazım Hikmet’in aşağıdaki çok bilinen dizeleri de bu modern imgenin tarafında yer alır.
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz… (Ceviz Ağacı)
Zamanı, Osmanlı siyaseti ve şairin kendiliğiyle örtüşebilecek imge alanını da içine alan bu dizelerde Nazım Hikmet, daraltılmış bir imge anlayışıyla yalnızlığı, çaresizliği ve daha ileride ölümle iç içe bir duygu durumunu dile getirir.
Gerçekliğin yitimiyle figüratif tutum geriye atılmış, sanatçı daha içrek bir uzama çekilmişken imge, ağacı artık yalın biçimiyle kullanamaz hale getirir. İmge, aynı zamanda saydam oluşuyla her yandan görülebilir bir içeriğe sahiptir. Her bakış açısının kendine göre yorumlayabileceği yapısıyla imge, anlaşılmazlığı da yanında taşır. Aynı şifre kodlarını kullanmayan bilinçlerin birbirleriyle karşılaşması bu yüzden bir karmaşayla birlikte düşünülmektedir.
Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
Ağaç da çürümüş zaten
Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
-Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
Yoklamışlar (Ben Ruhi Bey Nasılım)
Yıkılmış, kazılmış, oyulmuş ağaç, saklanmak için sığınılacak bir uzam ama aynı zamanda çıkış noktası olmayan bir sondur. Daha çok “mayhoş”, “zehir tadındaki” ağacın olumsuzlanması, şiirsel öznenin gözündeki yerini gösterirken sığınılacak bir uzam fikrini daha farklı bir imgeye geçmiş zaman imgesine yöneltir okuru.
Ağaç, aynı zamanda geçmiş zamanı öne çıkaran bir imge olması, katmanlı bir imge anlayışını da beraberinde getirir. Bu sebeple ağaç imgesinde Cansever, şiirsel öznenin hayal kırıklığını, geçmiş zamanın mayhoş ve zehir tadından söz eder.
Bu üçlü imge katmanı, üst üste geldiğinde şiirsel öznenin yılgınlığı belirginleşir. Hayattan uzaklaşma isteğinin doruğa çıkışı, ağacın hayat verici anlamıyla çelişir. Ağaç, bütün mitlerde zenginleşirken modern sanatta olumsuzlanmasıyla paradoksal bir tutum kazanır.
Ağacın göğe doğru giderek açılan bir görünüme sahip olması ve dallarındaki meyvelerle bereketi temsil etmesi, ağacı çok yönlü bütünsel bir imge olarak kabulü kolaylaştırır.
Ağacın Edip Cansever’de çoğu şairde olduğunun aksine yapıcı, olumlu bir imge alanına sahip olmaması şaşırtıcı gelebilir.
“Yıllanmış ağaç kabuklarında bir yara” (Salıncak) olduğu gibi ağaç, Cansever’de kurumuş, yıllanmıştır.
Sezai Karakoç, kimi zaman ağaca gerçekçi, yalın bir pencereden bakar. Hatta tabiata ait imgeleri, kendiliğinden soyutladığı, sıradanlaştırdığı bile söylenebilir. Bu tavır kimi zaman II. Yeni’nin etkisiyle gerçeküstücü bir anlayışla açıklanabilir. Ancak Karakoç’un şiirlerini temel belirleyen imge vurgusu, tabiatta aradığı kutsallıktır. Burada nesneye atfedilen bir kutsallıktan söz etmiyoruz. Tanrı’nın varlığını birleyen, O’nu yücelten bir arayıştır bu. Ağaç da bunlardan biridir ve Karakoç, onun bir kutsallığı taşıdığını düşündüren imge anlayışına yönelir. O yüzden şairin imgelerinin geri kalanında olduğu gibi ağaç imgesinde de sembolleştirmelere rastlamak mümkündür.
Tek başına veli ağaç
Dallarıyla taşır göğü (Gün Doğmadan)
Ağaç, bu dizelerde kişileştirilir ve aşağıdan bakıldığında ağacın hemen bütün göğü taşıyor oluşu, onu velilik mertebesine yükseltir. Mahlûkattan olmasına rağmen hemen bütün mitolojilerde büyük bir önem atfedilen ağaca velilik payesinin verilmesi, daha çok peygamber kıssalarına bağlanabilir.
Ve ağaçlar birden duyarlar toprak anayı
Benimserler biraz daha köklerini yapraklarını (Gün Doğmadan)
Karakoç’un bu dizelerinde tabiattaki bütün varlıkların birbiriyle olan ilişkileri öne çıkarılır. Ağaç ve toprak, tabiatın temel taşlarındandır. Ancak ağaç, toprağın yatay düzlemine karşın dikeydir ve yükselişe (mirac) bir atıftır. Yukarıda belirttiğimiz nitelikleriyle tabiat gibi ağaca kutsallık atfeden Karakoç, ağaca olumlu bir imge alanı seçer.
kadın sana fısıldayacaklar muştu sana
Tutunacaksın doğurmamış bir anne gibi hurma ağacına (Hızırla Kırk Saat)
Hurma ağacı, Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya göre bitkilerle hayvanlar önemli bir geçiş bitkisidir. Hem dişi hem de erkek olan hurma, dikey benzerliğiyle de insana benzetilir. Bitkilerin en mükemmeli olarak bilinir. Burada bir telmih de Hz. Meryem’e aittir. Onun babasız bir çocuk doğuracak olması hurmayla yani insanla ilişkilendirilir.
Ağacın nesneleşmesi hatta bütün bir ailenin boğazını yırtacak kadar keskinleşmesi, İsmet Özel’i ayrı bir yere koyar.
Evde soba yanıyor
önce çalılar geçiyor çocukların boğazından
sonra ağaç kökleri yırtıyor damarlarını
bütün ailenin. (İls Sont Eux)
Hayat verici tarafıyla ağaç, tam da zıt yönüyle, olumsuzlamanın giderek koyulaştığı bu şiirinde olduğu gibi bu kez kökleriyle karşımıza çıkar. Nesnelerin onun şiirlerinde sürekli keskin, yaralayıcı taraflarıyla göründüğünü akılda tutarsak iç dünya modelinde şiirsel öznelerin bakış açısını da yakalayabiliriz demektir. Dış dünya, sürekli tedirgin edici, tehlikeli hatta ölümcüldür.
geriye bugün kaldı güzden arta kalan birkaç ağaç
ağır ağır sallandı gölgeleri mor bir suya düştü (Uzun zaman Oldu Güz Artık Hep Aşk Yerine Geçiyor)
Tuğrul Tanyol, aşağıdaki dizelerde İncil’deki kıssadan yola çıkarak ağaç ve günah ilişkisini gün yüzüne çıkarır. Bu günah ve haz ilkesini üstlenen imgesel telmihin üzerine Tanyol’un şiirsel öznesi, dalları bakışla özdeşleştirerek bütün tabiata oradan da sonsuzluğa doğru derin bir bakışa sahip olmak ister. Ağaç, tabiata uzanan dallarıyla dış dünyaya, umuda ve nihayet ölümsüzlüğe doğru genişler.
Bir ağacın bütün yılanlarının sana uzattığı
O ilk bakış, pencerenden, kırlara doğru (İlk Bakış)
Denilebilir ki farkında olsak da olmasak da ağaç, günümüz şiirinde daha çok yalnızlık ve kurumuşluğuyla ölümü hatırlatsa da mitolojik art alandan başlayarak sembolik niteliklerinden bir şey kaybetmemiştir. Arka cephede tabiata ait bir dekorken neredeyse tek başına tabiatı temsil eden ağacın modern sanattaki serüveni, oldukça farklı imge evrenine doğru genişlemiştir. Şairlerin ağaca –genel anlamda eşyaya- bakışı, ayna metaforuyla düşünürsek eşyaya bakan bilincin de izdüşümünü verir. Ağacın kuruluğu, güzle birlikte düşünülmesi, yeşermesi, kısacası eşyaya ait her şey bilincin de kendini ifadede bir araçtır.