Hicran Aslan’la toplu şiirlerini içeren “göz çizmedim onlara” üzerine…
Rabia Çelik Çadırcı: Sevgili Hicran Aslan, Kaos Çocuk Parkı aracılığıyla çıkan, toplu şiirlerinizi içeren “göz çizmedim onlara” kitabınızı kutlarım öncelikle. Yedi bölümden oluşan kitabınızın yolculuğu ve poetikası hakkında neler söylemek istersiniz?
Hicran Aslan: Göz çizmedim onlara; benim bütün şiir yolculuğumu, yıllar içinde yaşadığım sanat yolculuğunu ve kişisel yolculuğumu içeren bir kitap. Şairin yolculuğuna tanıklık etmek isteyenler için güzel bir aradalık. Aslında kitap altı dosya içeriyor. “Sesimi yuttum önce” iki dosyadan oluşuyor.
Bu dosyada postmodern hatta belki post sonrası bazı değiniler yapmaya çalıştım. Nedir bu değiniler? Mesela kırmızı başlıklı kız şiirlerin birkaçında var. Burada şunu hedefledim; şiirin atmosferi değişince kırmızı başlıklı kız nerede nasıl görünür? Ya da çağdaş sanat eserlerine yazdığım şiirler yer alıyor ve tabi kitaba ismini veren şiir gibi duyu organlarımızın bize kattıkları ve bizden aldıkları üzerine yoğunlaştığım bir dosya. Felsefi, sosyolojik, düşünsel değinilerle harmanladığım bu şiirlerde çok Marksist bir söylemin yanına çok materyalist bir söylem koydum. Ya da çok alaturka bir söylemin yanına çok fütürist bir söylem. Ya da kutsal kitap söylemlerinin yanına çok materyalist bir söylem. Burada tüm bu zıtlıkları bir arada aynı derdi anlatırken; şiirde ve sözcüklerde yaptıkları dikey ve yatay çıkışları gözlemledim.
İkinci dosyada; ilk şiir yazmaya başladığım günden bu 2016 yılına kadar yazdığım birçok şiiri içeren “sesimi yuttum önce” kitabına yer verdik. Doğrusu ilk başta şiirlerin bazılarında düzeltiler yapmak istedim ama sonra günahıyla ve sevabıyla dosyayı olduğu gibi yerleştirmeye karar verdim. Bu dosya her şiirde epigrafların olduğu bir dosya, o zamanlarda anlatmak istediklerimin çokluğuyla kıvrandığım yıllardı. Ve okulda son yıllarda aldığımız çağdaş sanat ve 1950 sonrası sanatın çok yönlülüğü ve yaşadığı patlamayı, geldiği noktayı aynı şiirde vermekti. Yani düş, rüya, gerçek, sürreal uzantılar da olmalıydı aynı zamanda şiirde. Aynı şiirde bir bölümü çok sade bir anlatıyla yazdığım, diğerini tamamen yerçekimine ya da söz çekimine karşı çıkarak aynı şiirde buluşturduğum dizeler.
Üçüncü dosya, “dışarısı mağara kaç” 2018’de çıktığında beklemediğim bir ilgiyle karşılandı. Üzerine çok konuşuldu, çok yazıldı. Bu dosyada da platonun mağara öğretisinden yola çıkarak içeride ve dışarıda olma hallerini, iç ve dışın soyut yer değişimlerini, algı yanılgılarını alegorik bir söylemle yazdım. Bu dosyadaki şiirlerin hepsi içeriden ve dışarıdan Hicran’ın aynı anda aynı ulaşım aracıyla yaptığı bir yolculuk gibiydi. İki araçta zaman zaman birbirini gözden kaçırsa da birbirini yakalıyordu. İşte o birbirlerini yakaladıkları anlar benim en kıymetli dizelerimi oluşturdu.
Dördüncü dosya, “ip cambazı”nın birinci bölümü yine benim şiirde yeni bir şeyi denediğim bir dosyadan oluşuyor. Çağdaş sanat eserlerine şiir-yorum. Buna neden ihtiyaç duydum? Birincisi çağdaş sanat eserlerini açıklayan sıkıcı, bir ilaç prospektüsünü andıran anlaşılmaz kelimelerden oluşan edebiyattan bihaber metinlerdi. İkincisi disiplinler arası vurgunun sanatı ve şiiri nasıl güçlendirdiğine vurgu yapmaktı. Ve geldiğimiz noktada artık şiire görsellik nasıl giydirilir? Nasıl aynı zamanda şiirin estetiğinden ve disiplininden ödün verilmez tüm bunları deneyimlediğim bir dosyaydı bu.
Beşinci dosya “tanrı beni dansa kaldırdı” benim tek bir şiirden oluşan bir nehir şiirdi. Bu dosyada tamamen son yılların çok vurgulanan- distopya- kavramına geleneksel bir giydirme yaparak minimal bir destan söylemiyle yazdığım bir dosya. Bu dosya benim iki yıl içerisinde yaşadığım olayları yazdığım bir metin. Hastalık, tedavi biçimleri, evlilik ve boşanma, şehir değiştirme ve taşınma tüm bunların yarattığı distopik atmosferi yazdığım bir dosya. Zaman zaman mekâna dönüştüğüm, zaman zaman bedenime ve algıma geri döndüğüm. Benim yüksek sesli ağıtımdır bu kitap. Kendimin ellerinden yeniden tutma girişimim ve kendime dilediğim özrümdür. Bu yüzdem “ez livirim!” buradayım diye seslendim kendime ve dünyaya.
Altıncı ve son dosyam “Otoportre/ Annemin mırıldandığı şarkı” ise geçen yıl çıkardığım ilk gençlik yıllarımı anlattığım otobiyografi tekniğini şiire uyarlamaya çalıştığım bir dosya. Geleneksel bir mahkeme biçimi olan kanaat önderlerine ya da akil insanlar heyetine olanı tarafsızca anlatmaya çalıştığım bir teknikle yazdığım bir dosya. Bu dosyada bir günlük okur gibi düz olayları anlattığım bölümlerin üzerine yoğun bir şekilde tarihi giydirmeler, beklenmedik felsefi çıkışlar yaptım. Bu dosya da hedeflediğim şey, en entelektüel algıyla okuyanın da en sade biçimde bir şeyler duymak isteyenin de aynı şiirde nasıl buluşacağını deneyimlemekti.
Hicran Aslan: Lise ikinci sınıfta defter tutmaya ve küçük notlar almaya, dizeler oluşturmaya başladım. Onların şiire dönüşüp bir dergide yer alması üniversite yıllarıma rastlıyor. Şaşırtıcı derecede iyi buluyorum çoğunu. Çünkü dili kullanma biçimi açısından inanılmaz cesurlar. Nesneleri de duymak bende en başından beri olan bir şey. Bir de liseli yıllarımın kısa bir kesitinden bahsetmek isterim burada şiirle ilişkimi çok iyi özetleyeceği için.
Bir yaz tatilinde tüp bayilerinin telefonla tüp istemine yeni geçtiği dönemlerde tüp bayinin kartlarını dağıtmamız ve eski tüplerin değişimi ve aboneler oluşturmak için şehirdeki bütün evleri tek tek gezdik ve ben bu süreci eğlenceli kılmak için değişik oyunlar oynardım. Örneğin bir süre sonra kapının önündeki bir ayakkabının duruşundan, evden dışarıya yayılan kokudan, apartmanın olduğu semtten yola çıkarak kapıyı açacak kişinin nasıl biri olabileceğini tahmin etmeye başladım. Bunu birlikte çıktığımız arkadaşla iddiaya dönüştürürdük zaman zaman. Yaklaşık sekiz ay bütün şehri dolaşmak her kapıyı, kokuyu, konuştuğumuz yüzü okuma biçimleri geliştirdim. Evlerin öykülerini okumaya o zaman başladım sanırım ve espirili olsun diye sıra dışı benzetmeler yapmaya. O dönem benim şiirimde çok önemli bir dönemdir. Çünkü bazı kapılara dizeler yazardık. Bazı sokaklara o günü özetleyen cümleler. Bu vurguyu yine yapacağım. Yazdığınız ya da anlatmaya çalıştığınız şey çok ağır bir dram içerse de onu öyle eğlenerek, gençliğin verdiği o serserilikle biraz sözcüklerin yerini değiştirerek anlatmak çok yeni şeyler katıyor üretimlere. Yani o yazıya oturduğunuzda yeniden çocuk olabiliyorsanız ve ne kadar eğleniyorsanız o kadar etkili yazıyorsunuz bence.
Rabia Çelik Çadırcı: Aynı zamanda ressamsınız. Şiirinize katkısı hakkında neler söylemek istersiniz?
Hicran Aslan: Resim okumayı en büyük şanslarımdan biri sayıyorum. Çünkü benim her şeye bakış açımı esnetmiştir. Özellikle doksanların bizde bıraktığı sert atmosfer, ağır yaşanmışlıklar, korku atmosferi ve düşünsel olarak doğru ve yanlış, iyi ve kötü ayrımlarının sert ve net bir şekilde yapıldığı dönemlerde bana çok boyutlu bakabilmeyi sağlamıştır. Sert ve ezber doğrulardan uzak durmayı daha geniş perspektifle bakmayı sağlamıştır. Şiirime en büyük katkısı söze dökemediğimiz dile gelmeyen şeyleri şiirde bir atmosfer oluşturarak hissettirmemi sağlıyor ve anlamsal açıdan görsel bir özellik yüklüyor şiirime. Tabi sanat tarihini derinlikli okumak, aynı dönemlerde ilgilendiğim tiyatro tarihini de ekleyince; teorik olarak tarihin hareket ve kırılma noktalarını biraz daha bütüncül algılamamı sağlıyor. Bu da şiirin bütüncüllüğü konusunda işe yarıyor. Mondirian’ın söylediği gibi “bir tabloya bir nokta koyarsınız ve orada bir zaman başlatırsınız” söylemini ben şiirde uyguluyorum.
Rabia Çelik Çadırcı: Mersin söyleşinizde şiirin beden ve sesle de bütünleşmesi gerektiğini söylemiştiniz. Biraz açabilir misiniz?
Benim annem çok konuşkan biri değildi. Ve annem bütün özlemlerini dertlerini şiirleştirerek belli bir ritim içinde mırıldanırdı. O yüzden “tanrı beni dansa kaldırdı” kitabımda “sözle yazılmazdı her şiir” dedim. Son kitabım “otoportre”ye böyle bir ses ve ritim dizilimi içinde olduğu için “annemin mırıldandığı şarkı” ismini verdim. Doğrusu doksanlı yıllarda herkes bir sus içindeydi zaten. Ve “sesimi yuttum önce” ismi de o yıllardan geliyor. Sesini yutan o yıllarda “sus’un içindeki sesler arı kovanı gibi” demiştim. İşte o yıllar o kadar çok ölüm ve yas barındırıyordu ki ve her yasta çoğunlukla kadınlar olsa da erkeklerin de acısını sesli doğaçlama söylemler, güçlü şiirlerle bağırıyordu. O sesleri o kadar çok dinledim ki; evet şiir performatif bir eylemdir.
Rabia Çelik Çadırcı: Şair Hicran Aslan, aynı zamanda ressam, öğretmen ve bir anne. Birbiriyle olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hicran Aslan: Anne olmayı, kalbinin göğsünden çıkmış orta yerde, herkesin ve her şeyin saldırısına açık öylece yaşamak olarak tanımlıyorum. Ve çoğu zaman o durumun yoruculuğu ve acısı insanı güzelleştiriyor. Ve tabi ki kalbinden söküp atamadığın bir vicdan azabını da barındırıyor. Ama insanı çoğaltan, sevme kapasitesini arttıran, ellerine nice öyküler, güzel kokular taşıyan bir şey. Özen göstermenin dokunulanın yüzeyinde çıkardığı enerji yükleniyor yüreğine ve ellerine dokunduğun her şey de bu özenli dokunuştan güzelleşiyor. Tüm ilgi alanlarım birbiriyle bağlantılı sanırım. Hepsi birbirini besleyip güçlendiriyor. Yeni çözüm biçimleri bulma konusunda hızlandırıyor. İşim yoğun ve zor görünse de çok yönlü olmak bir yerde hayatımı kolaylaştırıyor.
Hicran Aslan: Tüm zamanlarda beni etkileyen birçok dize olur. Aşağıya aldığım dizelerin şiirlerini de çok severim. Geçmişten günümüze birkaç örnek vermek gerekirse;
Ehmed Huseynî-Navekî kuştî ji navên te Yên Kesk Bum- “Öldürülmüş bir isim senin isimlerinden, yeşil olandım.”
Cegerxwîn “gulfiroş” “gül satıcısı” şiiri; min go kî didî, can û dil bi gul /go: ev bazar e, dil bi kul didî “dedim: kim bir gül için hem canı hem gönlü birlikte verir/ dedi: pazarlık bu, zira verdiğin acı dolu bir gönüldür.
Rênas Jiyan “janya” şiiri; fermo janya êdî tu dikarî xwe bikujî… “buyur janya öldürebilirsin artık kendini.”
Gülten Akın “ilkyaz” şiirini ah! kimselerin vakti yok/durup ince şeyleri anlamaya.”
Şeref Bilsel “taşındık sokak no: 40” isimli şiirinde; balkondan atlayıp on yıl sonra yere düşen olur, / bilmeseniz de.
Kemal Varol “Küfran” şiiri; benzemem diye düşünürken/ müsvedde oldum ona.
Neslihan Yalman “Çöküntü”: (Dansım gecedir benim) şiirinde (balkona eğildim ve haykırdım yıldızlara:/ -neden bu kadar çok’uz)
Yücel Kayıran “koridor” şiiri; dönemiyorum yüksek volümden kendime/ bir duvar ördüm sesin içindeki büyüden/ bir fanus, dokunmak için kendi elime.
Burcu Yalkın “eklentilerin tuhaf şekilsizliği” şiiriinde; annem sen gittikten sonra /kimse bana kırılacak bir eşya gibi dokunmadı
Lokman Kurucu “Ölünüz Lütfen” şiirinde; durur ve yazamadıklarını külle açıklar/ bir yerde silinmeniz gerek/ kendime varmam için”
Ayfer Karakaş “tuzu dökmekten sakınmak” şiiri; yeni yaslamalar yeni koparmalar icat ediyorum.
Rabia Çelik Çadırcı: Teşekkür ederim
Hicran Aslan: Ben teşekkür ederim. Sevgilerle…