“İnsan niye mektup yazar? Ya yüz yüze gelince anlatmak istediklerini açık açık söyleyemiyordur ya da o ikinci kişi uzaktadır, onunla yüz yüze konuşma olanağı yoktur, oturur kâğıda döker anlatmak istediklerini. Öyleyse, ikinci kişiye yazılan bir şeydir mektup. İki kişilik özel bir edimdir. Bu yüzden de gerek yazan, gerekse yazılan açısından çok çok kişiseldir.”
Mektuplar yaklaşık kırk yılı kapsıyor. Yazanların tamamının edebiyatçı olması, mektupların özünde edebiyat ve yayıncılık dünyasını barındırsa da günlük yaşam mücadeleleri de yer alıyor. Ki bir edebiyatçının günlük yaşam mücadelesi de yine edebiyat çevresinde oluyor aslında. 50 kuşağının öykülerini, şiirlerini okumaya doyamadığımız gibi mektuplarını okumaya da doyum olmuyor. Ama gönül isterdi ki yazılan bu mektuplara karşılık Erdal Öz neler yazdı, onları da okuyabilelim!
Erdal Öz’e gelen mektuplar arasında Yaşar Kemal’den gelen mektuplar diğerlerinden biraz daha fazla ilgimi çekti. Zehir zemberek yazmış büyük usta: “… Bir de Demirtaş Ceyhun onursuzu var. (…) Hay Allah belasını versin deyyus, sümüklü. Bir hikâyesi Bulgarcaya çevrilecek diye olmadık uşaklık yapan adama bak.
Demirtaş azıcık insana benzeseydi yuvasını yapardım. Artık öylesi yeteneksiz bir beş para etmeze sümüğümü bile atmam.” Ve devam ediyor hızını alamayarak: “Ömrüm boyunca, böyle bir adamı yok sayıyorum. Fikret Otyam gibi. İşte o da Fikret Otyam kaldı. Onun da kendine hiç saygısı yoktu. Bir de Tahir Alangu tanıdım onlar gibi.”
Mektuplar, tarihe ışık tutan bir fener adeta. 50 kuşağını yakından tanımak isteyenler için bir kaynak. Bununla birlikte derinlemesine bir kazıya da kapı açıyor. Burada yazılanlar niçin yazıldı? Peşine düşerek zorlu ama keyifli bir araştırma yapılabilir.
“Sevgili Erdal”ı okuyunca bir kere daha anladım ki, mektuplaşmanın özel bir yeri varmış hayatımızda. Başka bir tadı… e-posta yoluyla yazıp göndermek hız açısından iyi olsa da aynısı değil işte. Ve benim de aklımda hâlâ bir soru: Mektuplar edebiyata dâhil midir?