1950’lerden itibaren öykü, günce, roman, deneme, gezi yazısı gibi pek çok türde eser veren Behzat Ay, ne yazık ki uzun zamandan beri unutulmuşluğun kalın sis perdesi altında kalan bir yazarımız. 1999 yılının 9 Temmuz’unda yitirdiğimiz Behzat Ay’ın tüm eserlerini yeniden gözden geçirmenin, onların günümüz edebiyatı içindeki yerini belirlemenin zamanının geldiğini düşünenlerdenim.
Bu yazının odağında Behzat Ay’ın öyküleri ve öykü dünyası olmasına rağmen, onun, edebiyatımızda az sayıda yazarın kalem oynattığı günce türünde içtenlikli, çarpıcı ve derinlikli çalışmalar yaptığını da belirtmeliyim. Güncelerini 1994’te Çırılçıplak Yüreğimle adlı kitapta toplayan yazar, daha çok romanlarıyla tanındı. 1962’de Dor Ali, 1973’te Sis İçinde, 1975’te Sürgün ve 1993’te O Uzun Yalnızlık adlı romanlarını kaleme alan Behzat Ay, öykülerini 1992’de Kuşku ve Korku adlı kitapta topladı. Yalnızlık Kuyusu adlı anlatısını da aynı kitaba ekledi.
Köy enstitüsünden yetişen bir eğitimci ve yazardır Behzat Ay. Köy, kasaba ve gezi notlarını Köyden Geliyorum (1959), Başkanın Ankara Dönüşü (1961), Gündoğusu (1970) adlı kitaplarda toplamıştır. Düzyazı ve denemeleri Çanakkale’den Laik Cumhuriyete (1992) Atatürk’ten Sonra Kir, Kin, Yalan (1994) Kan ve Gözyaşı (1997) adlı kitaplarda yer almaktadır. Behzat Ay, dergilerdeki yazılarıyla da dikkat çekmiştir. Dünya, Öncü, Van, Akşam, Yeni Gün, Barış, Yeni Ortam, Politika, Demokrat, Cumhuriyet, Varlık, Demet, İmece, Dost, Yeditepe, Ataç, Yelken, Gelecek, Forum, Sosyal Adalet, Ant, Yön, Derim, Türk Solu, Yansıma, Yazko Edebiyat, Somut, Yazko Somut, Türk Dili, Çağdaş Türk Dili gibi çeşitli gazete ve dergilerde yazmıştır.
Behzat Ay, 1936’da Mersin’in Arslanköy’ünde dünyaya geldi. Düziçi Köy Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Eğitim Bölümü’nü bitirdi. İlkokul öğretmenliği ve ilköğretim müfettişliği yaptı. Devrimci, halkçı yönü ve bu doğrultudaki yazıları nedeniyle cezaya uğradı; görevi müfettişlikten öğretmenliğe indirilerek kış ortasında Siirt’ten Erzincan’a sürgün edildi. Bir dönem sürekli izlendi. En son Haydarpaşa Erkek Lisesi’nde eğitim uzmanlığı görevindeyken 12 Eylül’ün yaklaşan ayak seslerini duydu ve kendi isteğiyle 2 Eylül 1980’de emekli oldu. Hayatının her döneminde iyi bir okur olan Behzat Ay; öykülerini, güncelerini birer kitapta topladıktan sonra O Uzun Yalnızlık adlı romanını yayımladı.
Yaşam öyküsünü ve yaşantılarını güncelerinden; güncelerde içtenlikle yazdığı yaşam kesitlerini öykülerinden ve romanlarından ayırt edemediğimiz Behzat Ay; iç dünyasını güncelerinde büyük bir cesaretle dile getirirken, güncelerindeki anlatım tarzıyla kaleme aldığı öykülerinde aynı içtenliği, aynı duygu yoğunluğunu ve aynı ruhsal derinliği yansıttı.
Yazarın, öykülerini topladığı kitabı Kuşku ve Korku, iki ayrı bölümden oluşuyor. Kitabın birinci bölümü olan Kuşku ve Korku’da yazarın modern kısa öykü tarzında yazdığı metinler yer alıyor. Aynı kitabın ikinci bölümünü oluşturan Yalnızlık Kuyusu, “uzun hikâye” ya da yazarın nitelemesiyle “anlatı” türünde bir eser. Yaşamöyküsel ögelere yoğun olarak yer verdiği öykülerinde ve Yalnızlık Kuyusu adlı anlatısında “özkurmaca” (otofiksiyon) denen tarzda, kendi yaşamından gözlem ve izlenimlerini, duygulanmalarını, ruhsal çelişkilerini; iç dünyasını başarıyla yazınsal metinlere dönüştüren Behzat Ay, hayatı edebiyata dönüştürme uğraşında kurmacadan çok gerçeklere yönelen, yaşantılarını dillendirmeyi ve tanıklıklarını yazınsal metne örgülemeyi yeğleyen usta yazarlarımızdan biridir..
Behzat Ay, yaşanılanların, duyumsananların, tanık olunanların edebi metne dönüştürülmesi konusunda yalın, akıcı, duru bir dili ve bu dile yüklediği içtenliği, yalansızlığı ve derinliği ön plana alır. Gerçekten, kendi içine ayna tutar gibi yazar Behzat Ay. Aynaya yansıyanları değiştirmeden, onlara başka şeyler katmadan, görüntüleri bozmadan, çarpıtmadan bütün gerçekliği ile aktarmaya gayret ederek olumlu ve başarılı sonuçlara ulaşır.
Öykülerini yazarken, yaşantılarını tüm çıplaklığı ile aktarmaya; araya kurgu, yapıntı diyebileceğimiz kimi unsurları katmamaya dikkat eden Behzat Ay, içinde biriken kırılganlık, öfke, hüzün, incinmişlik, yalnızlık, güvensizlik, korku, kuşku, endişe gibi duyguları, harflerden oluşan gözyaşlarıyla öykü satırlara dökmüştür adeta. O da “yazmasam deli olacaktım” diyen yazarların dünyasını, onların ruh akrabalığını taşır yüreğinde. Güncelerinde ne denli cesur, yalansız ve içtenlikliyse, öykülerinde de o denli cesur ve içtenliklidir. Öykülerinde yakın çevresini, toplumu, insanların davranış ve tutumlarını eleştirdiği gibi, kendisine karşı da gerçekçi bir yaklaşım sergiler; metinlerinde kendine yönelik özeleştiri cümlelerine sıklıkla rastlanır.
Behzat Ay, 1950 kuşağı içinde yer alan Tezer Özlü, Demir Özlü gibi kurmacaya fazla gönül indirmeyen, kendilerinden ve yaşantılarından yola çıkıp gerçekleri yazınsallığa dönüştüren sanatçılarımızın tarz ve tutumuna oldukça yakın bir biçimde yazar.
Öykülerinin anlatıcısı üzerinden konuşan, sesini anlatıcısının sesine katan, onunla özdeşleşen bir yazar olarak Behzat Ay, özkurmacanın sayılı ustalarındandır. Nilüfer Kuyaş, Otobiyografi neden yükselişte? başlıklı yazısında son dönemlerde yazılan romanlarda otobiyografinin ağırlığından söz eder: “Modern romanda bugün asıl önemli olan kurmaca değil, bugünkü roman yazarı benliğini ortaya koymak peşinde. Çünkü romancı, çağın ruhunu yakalaması gerektiğini biliyor ve şimdiki çağ onu, ‘nasıl yaşamalıyız?’ ve ‘benlik nasıl yeniden tanımlanmalı?’ gibi çok temel sorular sormaya itiyor.” diyen Nilüfer Kuyaş ayrıca şunları da belirtiyor: “Ben şahsen romanı, oldum olası, okurla yazarın hayata dair notlarını kıyasladığı bir edebiyat türü olarak görmüşümdür. Girdiğimiz yeniçağda, belli ki, birbirimize çok yaşamsal önemde sorular sormaya ihtiyacımız var, kurmaca bizi kesmiyor, fazla dolaylı geliyor, doğrudan otobiyografi istiyoruz.” Bu düşüncelerden hareketle, Behzat Ay’ın öykü ve romanlarında uyguladığı otofiksiyon ya da özkurmaca yönteminin günümüzde daha da geçerlilik kazandığını söyleyebiliriz.
Birinci bölümde yer alan ve kitaba adını veren öykünün adı Kuşku ve Korku. Ayrıca yazar, aynı bölümde Kuşku adında ve Korku adında ayrı ayrı öykülere daha yer veriyor. Kitabın ikinci bölümünün anlatısını oluşturan metnin adı ise Yalnızlık Kuyusu… Sadece kuşku, korku, yalnızlık, kuyu sözcüklerini dikkate aldığımızda bile, bunların Behzat Ay’ın iç dünyasını yansıtan, o dünyayı en yoğun biçimde dillendiren imgeler, duygular ve izlekler oluşturduğunu keşfederiz.
Çocukluğundan itibaren sevgisiz bir ortamda büyüyüşünü; köydeki ağır işleri çocuklarına yükleyen, sevgisini göstermeyen ebeveynlerinin zaman zaman şiddete başvuran katı ve sert tutumunu öyküleştirdiği metinlerinde Behzat Ay, okurunu derin duygu ve düşüncelere sevk eder. Köy toplumunun feodal ilişkiler ağı içinde birey olarak hiç kimsenin bir değeri yoktur; dolayısıyla çoğu kez çocukların ve çocukluğun da bir değeri olamaz. Çocuklar iş gücü olarak kullanılan küçük insanlardan başka biri değildirler. Pek çok köy çocuğu tahsil yapmayı, köyün acımasız ortamından kaçış olarak görür; böylece hem okuyup aydınlanır hem de feodal ilişkiler ağından kurtulup birey olarak nefes almaya, özgürleşmeye başlar. Köy Enstitüleri, çocuklara bilginin ışık ve aydınlığını götürmüş; onlara kişilik kazandırmış, aydın kimliği vermiş, üretken ve özgür bireyler olarak hayata atılmalarını sağlamıştır.
Öykülerdeki anlatıcının sevgi ve ilgi ihtiyacı, yaşadığı derin yalnızlıkla çoğalır. Issız köylerdeki öğretmenlik hayatında yalnızlık onun yoldaşıdır. Evlilikte umduğu sevgiyi bulamayınca yalnızlığı ve mutsuzluğu çoğalır; içki onun en iyi arkadaşı olur. Alkole sığınması; yalnızlık ve sevgisizliğin yarattığı travmatik durumların bir sonucudur. Anlatıcı, bunun farkında olmakla birlikte, durumunu düzeltmekte zorlanır; bir taraftan da eşinden ayrılmaya çekinir; çocuklarını ortada bırakmak istemez. Hayatına vicdani duyguları yön verir. Yaşadığı iç çelişkiler, anlatıcının birey olarak yalnızlığının ve düştüğü “yalnızlık kuyusu”nun derin karanlıklarıdır.
Yalnızlığın İçsızısı öyküsünde İstanbul’dan bin kilometre uzaktaki küçük bir yerde öğretmenlik yapan anlatıcı, gecenin ıssızlığını ve kendi yalnızlığını şöyle dile getirir: “Görkemli dağların görünümü zaman zaman ürperti veriyor. Dağlar sanki gizem dolu. Büyüleyici… Ay, yıldızlar, yıldız kaymaları… İnsanda yabansı duygular uyandırıyor. Ayrıksılaştırıyor. Yalnızlığımı da artırıyor. Yıldız yalnızlığıyla yaşamanın içsızısını çoğaltıyor.” (s.23) Öyküye sesler, renkler, devinimler ve tüm görkemiyle doğa egemendir…
Anlatıcıları üzerinden kendi iç dünyasını böylesine ayrıntılı bir içtenlikle dile getiren Behzat Ay, yine anlatıcıları üzerinden, yaşadığı, tanık olduğu 12 Mart, 12 Eylül gibi toplumsal kırılma dönemlerini, darbeleri, aydınlara yönelik baskıları, sürgünleri, izlenmeleri, gözaltı ve tutuklanmaları bütün gerçekliği ve çıplaklığı ile resmeder. Bir aydın olarak kendi zorlu yaşantılarını, uğradığı haksızlıkları birinci tekil kişi anlatımı yoluyla net ve dolayımsız bir bakış açısıyla ifade eder. Anlatıcı ile yazarın sınırlarının ortadan kalktığı bu sıra dışı yazınsal alan, okuru derinden etkiler; tanıklıklar tüm gerçekliğiyle içinde yaşanılan zamana dokunur. Geçmişe açılan pencereleri örten kalın perdeler yavaş yavaş aralanır ve toplumsal dönemin bireylerdeki etkilerinin anlatımıyla gerçek hayat hikâyeleri üzerinden yakın tarihin izi sürülür okur tarafından. Baba oğul mektuplaşmasının en dramatik kesitlerini anlatan Oğuldan Babaya Babadan Oğula Mektup başlığını taşıyan öykü; tutukevindeki baba ile oğlu arasındaki yazışmalar yoluyla 12 Mart döneminde yaşananları, kitap yasaklarını, “emek” gibi sakıncalı sözcükleri yakın plandan gösterir. Bu bakımdan Behzat Ay’ın öyküleri de günceleri gibi hayatın odağında yer alır; hayattan beslenir.
Yazarın çocukluk ve öğretmenlik anılarının öykülerine esin kaynağı olduğu görülür. Bazen kendi hayatına ve iç dünyasına eğilirken bazen de kendini arka plana çekerek, köylerde, kentlerde gördüğü ve tanık olduğu ilginç, sıra dışı olayları nakleder. Kalıt Paylaşımı adlı öyküsünde insanların mal hırsını, cahilliklerini, akılsızca aldıkları kararları, bu kararlardaki saçmalıkları ironik bir söylem içinde ve anı tadında dillendirir. Yandım Allah Meyhanesi’nde ise tuhaf, çıkarcı ve sahtekâr insanların dünyasını gösterir. İyi niyetli, nahif ve yardımsever insanların nasıl aldatıldıklarına tanık eder bizi. Sınır adlı öyküsünde, küçük bir çocuğun gözünden mülkiyet ilişkilerinin insan doğasını nasıl bozduğunu, akrabalık ilişkilerine nasıl sınırlar çizdiğini, yaşam ayrıntıları üzerinden, saf, katışıksız gözlemler yoluyla gösterir.
Kitaptaki bazı öyküler öğrencilerin mektupları ve yazdıkları kompozisyonlar şeklinde düzenlenerek mesleki yaşamın yansımaları gösterilmiş: Yaşadığı geçim sıkıntısına ek iş yaparak çare arayan memur babaların küçücük sevinçleri… Evine et almakta zorlanan bir babanın Et Balık Kurumu’nun ucuz et kuyruğundaki trajik ölümü… Anlatılanlar, çok hüzünlü ve çarpıcı gerçekler…
Behzat Ay’ın öykülerinde derin bir yalnızlığın çoğaldığını derinden duyumsuyoruz. Bu yazınsal derinliğin asıl kaynağının yazarın akıcı, duru, yalın, yapmacıksız, dolayımsız, doğallıkla, kendiliğinden yazılmış izlenimi uyandıran öykü dili olduğunu fark ediyoruz sayfalar ilerledikçe. Duru ve akıcı anlatımı içinde yazar, yer yer ironiye ve kara mizaha da başvuruyor. Böylece anlatılarına ayrı bir renk kazandırıyor. Özellikle dönemin egemenlerinin aydınlara yönelik şiddetini, evlerde yasak kitap aranmasını, bu yasak kitapların, koltukların döşemesinin iç kısmındaki boşluğa konması gibi sıra dışı yöntemlerle polisten gizlenmesini ilgiyle okuyoruz Korku adlı öyküde: “Kırk kitap dört koltuğun içinde. Bu kırk kitabı o kadar özledim ki kimi an çıkarmak istiyorum; çıkaramıyorum. Kırk kitap sanki ‘kırk harami’ymiş gibi… Yaşadığımız günlerde, ‘kırk haramiler’ özgür, kitaplar yasak, tutsak.” (s. 84) Anlatıcı- yazar, o yılın (1972) UNESCO tarafından Dünya Kitap Yılı olarak ilan edildiğini de vurguluyor. Behzat Ay, bu örneklerde görüldüğü gibi, kitabındaki öykülerde karşıtlıklar üzerinden ironik bir söylem de oluşturuyor. Bu ironi ve mizah duygusu, öykülerin çoğundaki hüznü ve duygu yükünü dengeliyor; böylece hafiften tebessüm ederek okuyoruz kimi öyküleri. Mesela Ankara’da bürokratik dünyanın simgesi haline gelen “sayın” sözcüğünü mizahi ve ironik bir yaklaşımla işleyen Sayın adlı öyküdeki ince yergiyi fark edince okuduğumuz sayfalara gülümsememizi de katıyoruz.
Behzat Ay, öykülerinde kedilere Onat Kutlar gibi sıklıkla yer veriyor. Bazı öykülerinin asıl kahramanı kediler. Küçük kedileri bütün sevimli hareketleriyle gözümüzün önünde canlandırıyor. Kedi Kurşunlayan Kahraman öyküsü, sevgisizliği doruğa çıkaran insanların hayvanlara yönelen kötülüklerini dile getiriyor.
Acının, hüznün içinde kendi doğallığı ile akan hayat… Behzat Ay’ın öykülerinde bu gerçek var; akıp giden hayatın dinamizmi… Hayattan kesitler, açık uçlu metinler, tanıklıklar, gözlemler, izlenimler, dönemin izleri… Doğa betimlemeleri ve doğa sevgisi önemli bir yer tutuyor ayrıca. Öykülerde martılar var, diğer kuşlar, ağaçlar, ay, yıldızlar, sahiller… Bazen Anadolu’nun bazen Adalar’ın gece görünümü ve güzelliği… Doğa betimlemelerinde büyülü bir dil kullanıyor yazar.
Behzat Ay’ın güzel, incelikli, içtenlikli bir öykü dünyası var. Bu dünyada en çok karşılaşılan izleklerin yalnızlık, kuşku, korku olduğunu; yapayalnız insanın doğayla kurduğu etkileşimin, ayrıntılar ve izlenimlerle ifade edildiğini görüyoruz. Öykülerdeki bu yalnız insan, toplumun baskısından bunaldığı ve toplumsal sistemle uyuşamadığı için çoğu zaman çaresizlik içinde kalıyor; alkole sığınıyor, unutmak istiyor tüm hüznünü ve umarsızlığını. Onu teselli eden, acısını hafifleten tek varlık doğa; daha doğrusu doğanın içinde yaşamın kendiliğinden süren o kesintisiz akışı… “O büyük saat”in sonsuzluğu imleyen sesi…
Behzat Ay’ın öyküleri ve romanları, yeni kuşak okurlar ve genç öykücüler tarafından okunması gereken kitaplar arasında yer alıyor bana kalırsa. Dilerim, şu an sadece sahaf raflarında bulabildiğimiz Behzat Ay kitaplarının yakın zamanda yeni basımları gerçekleştirilir ve böylece bu değerli eserler, yeni kuşaklarla buluşma imkânına kavuşarak edebiyatın gelecek zamanlarına açılır…
Kaynakça
Behzat Ay, Kuşku ve Korku, öyküler, Broy Yayınları, Şubat 1992.
Behzat Ay internet sitesi, http://www.behzatay.com/
Nilüfer Kuyaş, K24, http://t24.com.tr/k24/yazi/otobiyografi-neden-yukseliste,19