Doğan Hızlan, edebiyat ve yayın hayatımıza yoğun emek veren; bu emeği uzun yıllar boyunca durmaksızın çoğaltan değerli bir edebiyat insanı. Onu en iyi tanımlayan sözün “edebiyat insanı” olduğu kanısındayım. Başka sanat alanlarıyla da ilgilenen, çalışkan bir edebiyat insanıdır o.
Doğan Hızlan, sadece sanat edebiyat eleştirisi, inceleme, deneme yazma, kitap tanıtma gibi yazı eylemleri içinde yer almadı; bunların yanı sıra yayınevlerinin kitap hazırlama süreçlerinde etkin biçimde yer aldı, yeni kitapları baskıya hazırladı, editörlükle uğraştı. Onun, arka planda kalan bu yayın emeği, edebiyat emeği kadar değerlidir. Doğan Hızlan, düzeltmenlikle girdi yayın dünyasına; 1963’te düzeltmen olarak başladığı Cumhuriyet gazetesinde sanat edebiyat sayfalarını yönetti. Dergilere verdiği emek de oldukça yoğundur Doğan Hızlan’ın. Sözgelimi, 1969-1971 yılları arasında 24 sayı çıkan Yeni Edebiyat dergisinin kurucusu oldu ve bu yıllar içinde derginin yazı işleri müdürlüğünü sürdürdü. Pazar Postası, Yankı, a, Türk Dili, Dönem, Yelken, Şiir Sanatı, Papirüs, Soyut, Yeni Edebiyat, Devrim gibi, dönemlerinde etkin olan edebiyat dergilerinde eleştiri, kitap tanıtımı türünde yazılar yazdı. Aralık 1980’den bu yana yayımlanan Hürriyet Gösteri dergisinde yayın danışmanı ve yazar olarak görevine devam eden Doğan Hızlan, Hürriyet gazetesindeki köşesinde uzun yıllardan beri sanat, kültür ve edebiyata dair yazılarıyla; radyo ve televizyonlardaki kültür ve edebiyat programlarıyla geniş kitleler tarafından tanınan, bilinen bir kişi oldu.
Onat Kutlar, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Konur Ertop gibi yazarların bulunduğu a dergisi çevresinde yer alan Doğan Hızlan, adı, “a kuşağı” arasında anılan bir edebiyatçıdır. Sonradan 1950 Kuşağı adıyla anılacak olan ve edebiyatımıza özgün, farklı, yenilikçi, modernist eserler kazandıran öncü edebiyatçılar arasında da onun adı bir eleştirmen olarak yer aldı. Kendisini bu kuşak içinde tanımlayan Doğan Hızlan Edebiyatımıza Dipnotlar adlı kitabının “Solistlerden Oluşan Bir Koro” başlıklı yazısında şunları dile getirir: “Bizi bir araya getiren neydi? Zaman aşımına uğramayacak, eskimeyecek, havı dökülmeyecek bir tutku… Hepimiz edebiyat tutkunuyduk, hayatımızı ona adamıştık. Edebiyat beğenilerimiz farklılaşabilirdi, müzik konusunda kulaklarımız farklı olabilirdi; ama edebiyatı sevmede, ona olağanüstü, taparcasına saygı göstermede, birbirimize tekrarlamadığımız, yazıya geçirmediğimiz bir kutsal yemine sadık kalmıştık. Yabancı kaynakları algılama biçimimiz de değişikti. Varoluşçuluktan başlayan fikir, edebiyat hareketlerinin içine, onunla bağdaşmayan düşünceler de katılabilirdi. 1950 Kuşağı, sahih ve has edebiyatçılardan oluştu, edebiyat gergefleri genişti. Yazdıkları da farklıydı, edebiyat anlayışları da. Bildiklerini, yaşadıklarını, okuduklarını, edebiyat kurgusu, gerçekliği içinde eritip yeniden yaratma başarısını gösterdiler. Ayrılıkları, aykırılıkların birlikteliği de bu kuşağın özelliğiydi. Lezzet kaynakları da, gözlemledikleri de farklıydı. Belki okudukları kitaplar bile. Belki yönlerini çevirdikleri kaynaklar bile. Belki Türk ve dünya edebiyatından sevdikleri de… Ama bunlar bir kuşağın potasında renklerini, kokularını yitirmeden kaynayınca olağanüstü bir edebiyatçı kuşağı çıktı ortaya.” Edebiyatımızda 1950 Kuşağı’nın kimi özelliklerini “içeriden” ve özlü bir biçimde dile getiren bu cümlelerde Doğan Hızlan’ın edebiyata bakış açısı ve içtenliği de yansıyor.
Edebiyat eleştirisini, yazarların dünyasını ve onların yapıtlarını geniş bir okur kitlesiyle buluşturmasıyla öncüdür Doğan Hızlan. Gazetedeki köşeden, sayıları yüzbinleri geçen bir okur topluluğuna seslenmek; sığlığa ve tekrara düşmeden, edebi üsluptan taviz vermeden, iyi edebiyata ve iyi yazarlara dikkat çekmek kolay değildir ve bu olgunun sürerliliği de dikkate alındığında, Doğan Hızlan’ın uzun yıllara yayılan önemli bir kültürel hizmeti gerçekleştirdiği rahatlıkla söylenebilir. Bu çabası, yazma eyleminin esasta bir disiplin ve yoğun çalışma olduğunu kanıtlar bizlere.
Kapsamlı inceleme yazıları da yazmıştır Doğan Hızlan. Bu tarz yazılarını öncelikle edebiyat dergilerinde değerlendirmiş; önemli bir kısmını da kitaplarında toplamıştır. İnceleme yazılarında, incelediği konuyla ilgili uzunca bir araştırma süreci ve yine yoğun bir emek söz konusudur. Bu yazılarında, odağa aldığı konuyla ilgili pek çok kitabı okuyan, araştırma/okuma sürecindeki bulgulardan sonuçlara ulaşan Doğan Hızlan, metninin içinde karşılaştırmalar yapar, sorular sorup yanıtlar arar ve bulduklarını derinleştirerek yazısını şekillendirir.
İnceleme yazılarını topladığı kitaplar arasında Saklı Su, Mavi Bereli, Şiir Çilingiri, Düzyazı Ayracı, Yalnızlık Kahvesi, Edebiyat Dönencesi, Edebiyatımıza Dipnotlar’ı sayabiliriz. İnceleme yazılarında daha çok deneme tadı vardır; bir bakıma “eleştirel deneme” olarak nitelendirilebilir o yazılar. Kapsamlı yazılarında, şiir, öykü, deneme, roman gibi farklı türlerdeki eserleri odağa alan Doğan Hızlan, eleştirdiği metnin türüyle ilgili herhangi bir ayrım yapmaz; ancak şiir incelemesinde biraz daha derinleştiği dikkatimizi çeker. Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı, Özdemir Asaf, Cahit Külebi… onun inceleme odağına aldığı şairlerdir. Neredeyse unutulmuş olan Ali Mümtaz Arolat gibi şairleri de gündeme taşıyarak, onların anımsanması ve şiirlerinin değerlendirilmesine dikkat çeken yazılar kaleme almıştır.
Yazılarında her zaman estetik ölçütleri dikkate alan ve yazarın ya da şairin ideolojisini, dünya görüşünü ön plana çıkarmamayı eleştirisinde ilke olarak benimseyen Doğan Hızlan, Sennur Sezer’in 21 Aralık 2000 tarihli Cumhuriyet Kitap Eki’ndeki söyleşisinde şunları dile getirir: “Gerçekten de, beni yazarın, şairin edebiyatının kalitesi ilgilendirir, hiçbir zaman ideolojisine göre bir yazarı değerlendirmedim. Ne övdüm ne karaladım. Ayrıca edebiyatta çeşitlilik, benim edebi anlayışımı belirleyen öğelerden biri. Dünya görüşümle uyuşup uyuşmaması, eleştirel tavrımı etkilemiyor. Tersini de söyleyebilirim. Dünya görüşümle üst üste otursa da, kötü bir edebiyat olsa, benim ilgimi çekmiyor. Çünkü böyle bir kötü edebiyat, dünya görüşüne zarar verir.”
Doğan Hızlan’ın gazetedeki kısa yazılarında olsun, kitaplarındaki inceleme yazılarında olsun, hepsinde içtenlikli, olumlu, polemikten kaçınan, metnin değerini ve anlamını ortaya çıkarmaya çalışan yazınsal bir yaklaşım söz konusudur. Yazılarında iyi bir gazetecinin duru, aydınlık, anlaşılır söylemi ve özlü anlatım tarzını, iyi bir eleştirmenin yazınsal estetikten ödün vermeyen ilkeli duruşuyla bütünleştirmiştir Doğan Hızlan. Onun kimliğinde, gazetecilikle edebiyat eleştirmenliği kaynaşmış, bütünleşmiş ve saygınlık kazanmıştır. Belirttiğim gibi, yazılarındaki deneme tadı her şeyin üstündedir.
Beğenmediği kitaplara ve metinlere dair hiçbir şey yazmamayı, olumsuz eleştiri yapmamayı, kötü edebiyat metinleri için emek ve zaman harcamamayı esas alan Doğan Hızlan bu konuda Sennur Sezer’e şunları söyler: “Edebiyatta susma hakkını kullanıyorum. İnsanın ömrü boyunca yazacağı yazı sayısı kısıtlıdır, sınırlıdır. Ben güzellikleri aktarmayı yeğledim. İnanıyorum ki, kötü şiir, kötü kitap kendi kendini yok eder, bir de ben çaba harcamayayım.”
Yeni çıkan ya da yeni baskısı yapılan nitelikli bir kitabın en dikkate değer, en can alıcı noktalarını, az sözcükle ama yoğun anlam yüküyle dile getiren Doğan Hızlan, köşesinde yıllardan beri okurlarına kılavuzluk ediyor. Birkaç kuşak, okudu, öğrendi, düşündü ve büyüdü onun yazılarıyla. Kendi tarzıyla, topluma suda halkalar misali yayılan bir edebiyat beğenisi aşıladığını da söyleyebiliriz.
Doğan Hızlan, bazen bir edebiyat tarihçisi gibi yazdı; önceki yazarları genç nesillere tanıtma işlevi de gördü onun yazıları. Yazılarının çoğunda yerli edebiyata ağırlık vermesiyle de dikkati çeken Doğan Hızlan; özellikle incelemelerinde akademik kalmadan anlamsal derinliğe ulaşılabilen metinler kaleme aldı. Dünle bugün arasındaki bağı kurma konusunda, onun, titiz bir yaklaşım içinde, yoğun bir yazınsal emek verdiğini söylemeliyiz.
Doğan Hızlan eleştiri/inceleme yazılarında belirli bir kurama fazlasıyla yaslanmadan, ancak o edebiyat kuramının incelenen metne göre hakkını da vererek yazmaya dikkat eder. Temellendirilmemiş kuramların kendisini rahatsız ettiğini belirten Doğan Hızlan, yazarken, kuramların sıkı ve değişmez kurallarının içinde boğulmamaya dikkat ettiğini; her sanat eserinin, kuramı değiştirebildiğini; ille de kuramın kalıbı içine dökmenin bir anlamı olmadığını söyler Sennur Sezer’e, aynı söyleşisinde. “Her kuram her sanat eseriyle yeniden gözden geçirilmelidir. Ayrıca ben türü içinde bir mukayeseden yanayım. Her kitabın hem kendi başına bir varlık olduğunu düşünüyorum hem de şimdiye kadar yapılanlara, yazılanlara bir zeyl.” der.
Doğan Hızlan, gazetedeki köşesinde, ilgisini çeken kitapların adlarını, zaman zaman küçük listeler halinde vererek, “çok satanlar” listelerine alternatif listeler oluşturdu. Gözden kaçan iyi kitaplara dikkat çekmeye çalıştı. İzlenimci eleştiri yöntemini uygulamakla birlikte nesnel eleştiriye de yer verdi yazılarında.
Doğan Hızlan’ın, eleştirmenlere dair yazılar yazması da güzel ve vefa dolu bir çaba. Mesela Nurullah Ataç, Fethi Naci, Asım Bezirci… için yazdıkları dikkate değer düşünce ve yorumlar içeriyor. Edebiyatımıza Dipnotlar’da, Fethi Naci için; “Fethi Naci’nin roman eleştirilerine odaklandığımızdan, şiire bakışını, şiir üzerine yazılarını ihmal etmişizdir. Elbette, roman eleştirileri, bütün roman okurları için bir başucu kitabı veya okuma rehberi niteliği taşır. Bence şiir eleştirilerini okumadan, onun eleştiri kavramına bakışını bütünleyemeyiz.” diyor. Fethi Naci’nin şiire bakışını anlatırken de ilginç önerilerde bulunuyor: “Ben özellikle Fethi Naci’nin şiir eleştirilerini de salık vereceğim okurlara. İyi bir roman eleştirmeninin tür makası değiştirerek, şiir eleştirisinde de nasıl farklı bakış açıları geliştirdiğini görmeleri için.”
Şiir sanatına ilişkin önemli tespitlerine de rastlıyoruz Edebiyatımıza Dipnotlar’ında: “Zaten bir şiire çoğu zaman sadece “insan” başlığı altında ve toplam bir açıdan değil de “insanın halleri” diye bakarım. Aşktan isyana, ölümden şiddete, teslimiyetten dirence kadar… Her şeyin ilkel primitif dönemleri vardır; şiirin asla. Çünkü şiir, imge ve betimleme yoluyla, aza indirgeme sanatı olduğundan mükemmeli hedef edinmiştir. Aza indirgeme, bence minimalizmin Türkçe karşılığıdır.” Doğan Hızlan’ın şiirin, aza indirgemeli ve özlü oluşuyla mükemmeli hedef aldığını dile getirmesi önemlidir burada. Çünkü az yazarken mükemmele varmak daha kolaydır. Gereksiz hiçbir sözcüğe ya da imgeye yer vermeden, anlamı en yoğun kıvama getirme çabası şiiri mükemmele, gerçek sanata yaklaştırır.
Lise yıllarında tiyatro eleştirileriyle yazıya başlayan, Cumhuriyet’te profesyonel yazı hayatına geçen, 1963’ten günümüze kadar, yani altmış yıldan beri, edebiyatın ve yayın dünyasının içinde durmaksızın çoğalan yazılarıyla, kitaplarıyla toplumu aydınlatan, insanımıza edebiyat zevki ve sanatsal bakış açısı kazandıran Doğan Hızlan, sekseninci yaşını çoktandır geride bıraktı.
Bunca yıldan sonra geriye baktığında neler görüyor acaba Doğan Hızlan? Sennur Sezer’in sorusuna verdiği alçakgönüllü yanıtından öğreniyoruz: “Benim yazı yoluna çıkış nedenim alçakgönüllüdür. Okuduğum, sevdiğim bir şeyi unutmayayım ve unutturmayayım istedim. Belki belleğimin zayıflığından. Ben hep güzellikleri paylaşmak istedim. Ömrümüzü adıyoruz, geriye baktığımızda, bir arpa boyu mudur, bir darı boyu mudur, hesabını yapmak istemiyoruz. Hayatımızın özeti, Hamlet’in Polonius’a verdiği cevapta gizli: Geriye baktığında ne görüyorsun diye sorsalar, kelimeler kelimeler… kelimeler… diyebilirim.”
Uzun bir zamana, neredeyse bir insan ömrüne yayılan yoğun edebiyat emeği dolayısıyla Sayın Doğan Hızlan’a teşekkür ediyor; daha nice yıllar, kelimeleriyle biz okurlarını selamlamasını; kelimelerinin sesinin, renginin ve ahenginin eksilmemesini diliyorum.