Şiir sanatına yıllarını adayan ve şiir yazmayı bir yaşama biçimine dönüştüren Yelda Karataş’ın bütün şiirleri Hüznün Kısa Tarihi adlı kitapta toplanarak yakın zaman önce okurun beğenisine sunuldu.
Yelda Karataş’ın şiirlerini okurken aklıma önce “cesaret” geliyor. Duygularını büyük bir içtenlikle ve kendini asla engellemeden dizelere döken Yelda Karataş, yüzyıllar boyunca hayatın, zamanın, sanatın, tarihin, edebiyatın ve dolayısıyla şiirin dışında bırakılmış, duygularını şiir yazarak dile getirmesi kısıtlanmış kadınların sesi oluyor; özgür, bağımsız ve pervasız bir kadın sesini yükseltiyor. Bu yaklaşımıyla, özellikle Orta Doğu toplumlarında ataerkil feodal yapı nedeniyle kadının yüzyıllarca süren ezilmişliğine şiirleri yoluyla meydan okuyor âdeta. Onun sakınmasız dizeleri “yaralarım aşktandır” diyen, daha 1950’lerde özgürce yaşayan ve yazan İran’ın öncü kadın şairi Füruğ’a da bir selam gönderiyor sanki: “bir yara var biliyorum yar’dan gelir yaradan olur aşk’ı”. Bir söyleşide bana şunları söylemişti Yelda Karataş: “Korkumun beni engellemesine izin vermeden, nasıl yazmamı istiyorsa kalbim öyle yazdım. Çünkü şiir ‘için’ yazılmaz. Şiir, şiir için bile yazılmaz. Ne olur bunun altını çizin bin kere çizin. Bir ‘için’ varsa; var olmam içindir. Şiirsiz var olamam. Yazmadan var olamam. Önce yazmak için varım ben. Var olmak için de yazanım ben.” (Hülya Soyşekerci, Yelda Karataş’la Şiire, Öyküye ve Yaşama Dair Söyleşi, Akköy Edebiyat dergisi, Mart- Nisan 2012.)
Hüznün Kısa Tarihi, hayatın odağındaki hüznü dizelerine dokuyan bir şairin uzun yıllara yayılan yazma serüvenini içeriyor sayfalarında. Bu kitapta, başlangıçtan günümüze kadar Yelda Karataş’ın şiir yolculuğuna tanık oluyor; 1996’daki ilk kitabından itibaren kronolojik olarak düzenlenen bölümleri izlerken Yelda Karataş’ın şiirlerinde uğradığı durakları, değişmeden devam eden ve yenileri eklenen tüm izlekleri görüyor, onun şiirinin altyapısını oluşturan kültürel birikimi keşfe çıkıyoruz. Sanatçının, başlangıçtan günümüze, şiirindeki gelişim ve değişimleri, tema ve tarz farklılıklarını, biçim-içerik dengesini yıllar içinde nasıl sürdürdüğünü yakından gözlemliyor, böylece birtakım sonuçlara ulaşabilme olanağı buluyoruz.
Hüznün Kısa Tarihi on üç bölümden oluşuyor. Her bölüm, kendi adını, Yelda Karataş’ın daha önceki kitaplarının adlarından alıyor. Birbirinden ilginç oluşuyla ilgi çeken bu bölüm adları, Yelda Karataş’ın şiir izleklerine dair genel bir fikir veriyor: Ürperme, Alacaydınlık, Enel Aşk, Şems ve Mevlana, Zait, İstanbul Bir Dişi Orospu Beyoğlu Altın Dişi, Kitabe, Şahdamar, Sabır Masalı, Ten Divane, Büyüyünce Dansöz Olucam, Umut Günlükleri, Sayıklı Kelimeler.
Şiir, öykü, roman, resim, müzik, sinema ve tiyatro dünyasından pek çok sanatçıya ve onların yapıtlara göndermelerin yer aldığı dizelerde, Yelda Karataş’ın şiirlerinin soluk aldığı kültürel atmosferi daha yakından görüyor; şairle birlikte metinler arası bir yolculuğa çıkmanın heyecanını duyumsuyoruz. Şiirler bu yolculuk boyunca farklı anlam katmanlarına açılıyor ve zenginleşiyor. İkinci Yeni şiirine ve şairlerine birçok yerde selamı var Yelda Karataş’ın. Turgut Uyar, Edip Cansever ve Cemal Süreya, şiirlerinin başlıca kaynaklarından birini oluşturuyor. Öncelikle Turgut Uyar, hem unutulmaz varlığıyla hem de bazı dizeleriyle Yelda Karataş şiiri içinde de yaşamaya devam ediyor. “O büyük saatleri birlikte kurmadık mı? Cemal’in Y’si kaç iç çekişti” diye soran Yelda Karataş, Turgut, Edip, Cemal ve Sonsuzluk adlı şiirinde “O ‘büyük su yorumcuları’ derdi/ ‘bir mendil niye kanar’/Çünkü/ ‘sümbül diye genzine bastırırsın akrebi’/Çünkü bilinmezden çıkar bilinen/Dediği gibi Tonyalı Balıkçı’nın ‘ölüler sahipsizdir’/Ama bana kalırsa ölümün başlıca sahibidir insan” diyor.(s.425) Başka bir yerde de şöyle: “Bir umut belki/Kalbimin mavi atlasına bakarak/Avucuna çizdiğim bu son tramvay/ Laleli’den güvercin taşıyor hala” (s.312)
Dostoyevski, Kazancakis ve Attila İlhan’ın eserleri, bu metinler arası yolculuğun önemli duraklarından. Şairlere ve sanatçılara ithaf edilen şiirler de bu yolda önümüzü aydınlatıyor. Turgut Uyar, Hulki Aktunç, Haydar Ergülen, Sezai Sarıoğlu, Che Guevara, Theo Angelopoulos, Kieslowski… gibi pek çok sanatçıya ve siyasi kişiliğe adıyor şiirlerini Yelda Karataş. Bazen de oğullarına, annesine, babasına adamış olduğu şiirlerle karşılaşıyor; onun bir anne ve bir evlat olarak duyarlıklarına tanık oluyoruz. Anne başlıklı şiirde annesinin ölümünü şöyle dile getiriyor: “gül açma mevsimiymiş unutmanın. Kederi ve her şeyi /hangi söz anlatır o beyaz örtünün altında./karanlığa doğru bir kuş gibi küçülüşünü.” (s.71)
Yelda Karataş’ın şiirlerinde selam gönderip değer verdiği yazarlar arasında Oğuz Atay da yer alıyor. Ona adadığı Tehlikeli Oyunlar adlı şiirinde “Ah albayım, buluştuk işte yokluğunda sevginin/boş bir kalbin içinde kaldık” diyen Yelda Karataş, şiiri şu dizelerle bitiriyor: “ah albayım, insansız kaldık, kelime buna ne yapsın”
İstanbul’a ait imgeler, Yelda Karataş şiirinin vazgeçilmez unsurları arasında. Mesela, Gülkurusu adlı şiir şöyle başlıyor: “Galata’dan yokuş yukarı gülkurusu/ Ceneviz taşları ipe serili çamaşırların boynunda üşümüş/ Naylon da tükendi gülün yerine ne koyacaklar? Kan kırığı bir ay doğuyor üzgün gözlerine tersanelerin/ Şairler uykuda” (s.266)
Yelda Karataş’ın bir kitabına yazdığım Şiirin ve Aşk’ın Özgür Denemeleri başlıklı sunuşta şu cümleleri kurmuştum: “Yelda Karataş, yaşamını şiire, aşka, insanlığa adamış bir aydın; yapıtlarını birey- toplum-evren diyalektiğindeki dengeler üzerinde kurarak, bu sonsuz sarmala tüm varlığıyla katılan “sahici” bir insan. Onun şiirlerini çepeçevre kuşatan insan sevgisi, barış, kardeşlik, dostluk, adalet gibi toplumsal temaların ardından giderken, aynı zamanda dizelerde bireysel-evrensel aşkın en derin hallerinin içselleştirildiğine de tanık olursunuz. Yepyeni anlamlara açılan imgelerle; duygu ile ironinin uyumlu dansıyla; çağrışımlarınızı, düş ve düşünce dünyanızı zenginleştiren dizelerle buluşursunuz Yelda Karataş şiirinde. Kısa, etkili, çarpıcı söyleyişler ve anlam yoğunluğu şiirlere damgasını vurur. Sözün ve dolayısıyla sesin azalması, suskuda çoğaltır şiirsel anlamları. İncecik bir çizginin üzerinde yol alırsınız Yelda Karataş’ın dizelerinde; o ince çizgide, yaşam izlerinden, ışığın, renk ve gölgelerin oyunlarından, duyguların ipeksi söyleyişlerle dışavurumundan etkilenirsiniz…” Yelda Karataş’ın çok sözcüklü, uzun soluklu dizelerden oluşan şiirlerinin yanı sıra bazı şiirlerinde giderek sadeleştiğini, dize sayısını ve dize içindeki sözcük sayısını azaltarak çağrışımlara ve sezgilere daha çok seslendiğini de belirtmek istemiştim.
Yelda Karataş’ın, haiku’da evrensel başarıyı yakalamış bir şair olduğunu; 2007’de 10. Mainchi Uluslararası Haiku Yarışması’nda büyük ödül aldığını da belirtmeliyim. Ödül alan o haikuda diyor ki: “ölüme ne kadar yakın/unutulmaz çocukluğumun /ağır çiçekli ıhlamur ağacı” Yelda Karataş’tan başka haiku örnekleri de vermek istiyorum: “o kadar ince ki-/gönlümün yaprağı/güneşe tutsan görünecek”. Ayrıca: “yalnız çocuklara /ve şiire-/dayadım sırtımı” ve bir de şu: “sabahın seheri/toprağa karışan hayat/bir betona ne söyler bir çiçek”
Çağının, zamanının tanığı olan bir şairin toplumsal duyarlılığını taşıyan dizeler de yer alıyor Hüznün Kısa Tarihi’nde. Yoksulluk ve adaletsizliğe karşı çıkan, kadınlar üzerindeki feodal/ataerkil baskıya direnen, çağın savaş ve kıyımlarına yürekten karşı çıkan şiirlerin şairi Yelda Karataş. Sahteliklere karşı içtenliği ve özdenliği savunan ve dillendiren, bu sahici tutumundan asla ödün vermeyen Yelda Karataş, “bir göz bulun bana içinde insan ağlayan” dizesindeki dileğine, Şahdamar şiirinde kavuşuyor: “Acının şahdamarına düşerken kalbim/ İçinde insan ağlayan bir göz gördüm.” (s.336) Yelda Karataş’ta yara önemli bir imge: “açıp yaranızı gösteriyorsunuz hesapsız yaralı birine/ göz yaşları göz yaşlarınızın tuzuna dokunuyor kirpiği ile/ o kirpiğinin ucundaki insan, sizi anlatıyor kendini söylerken size/ insanı bunun için seviyorum işte: ‘Sonrası Kalır’ (s.412) Edip Cansever’in ruhu geziniyor şiirde. Yaraları aşktan, insanı sevmekten, acı çekmekten olsa da, o yaraların dermanı yine insan, yine insan sevgisi ve yine aşk. Ona göre, sevdalar, ayrılıklar, acılar, yoksulluklar, haksızlıklar, çaresizlikler yarayı kanatsa da kurtuluş insanda, insana inanmakta ve umut etmekte…
Umut, Yelda Karataş şiirinin önemli izleklerinden biri. Umut Günlükleri’nde “dünyayı değiştirmek zor/ ama bu kayıp çağın kalbinden çıkarıp almalıyız/ umutsuzluk hançerini” diyen şair, “Umudun yorgun kapısından bir daha geçiyorum/güneşten bir çavlanın altında /Işık oluyorum…” dizeleriyle umudu çoğaltıyor yüreğinde. Çocukların kalbinde ve masallarda saklı umudu da dokuyor dizelerine: “çocuklar düşlerini kelebeğin kanadında/ dokur…” diyen Yelda Karataş, Sevincin Şarkısı’nda “Yurdumun üstünden hüznü sil/Sussun çocukların yüzündeki tanrısal çığlık/büyüttüğün kadardır acılar/ve ‘sonsuzluk ve bir gün kadar’ dizelerinde umut, hüzün, çocuk imgelerini Theo Angelopulos’un Sonsuzluk ve Bir Gün filmine bir gönderme ile buluşturuyor. Yüreğinde umut ören bir şairdir Yelda Karataş: “Boşluğun gücüne dayanan bir yuvarlak/canlı ve kararlı/ yüreğinde örülmüş nice umutlar/örümcek sallanıyor geceye asılı.” (s. 43) Bu dizeler varoluşçu filozof Kierkegaard’ın sözlerini anımsatıyor: “Bir örümcek sabit bir noktadan nedenlerden dolayı sonuçlara doğru düşerken önünde hep boş bir mekân vardır ve hiçbir yere tutunamaz, her ne kadar çırpınsa bile. Ben de kendimi öyle hissediyorum; önümde hep boş mekân; ileri doğru sonuçlara doğru yol almamı sağlayan arkamda kalmış nedenler var.” Yelda Karataş’ın örümceği ise boşlukta olsa bile umuda ağ örüyor diyebiliriz. Her şeye karşın, umuda…
Yelda Karataş’ın şiirlerinin anahtar kelimeleri; hüzün, zaman, umut, doğa, çocuk, kadın, başkaldırı, aşk, erotizm, barış, sevgi, ışık, ten, ruh, masal… İnce duyarlılıklar, büyük ve derin yalnızlıklar, sonsuz aşklar, devrimci romantizm, yer yer felsefi ve soyut diyebileceğimiz bir söylemle dile geliyor dizelerde. Yelda Karataş, ayrıca tarihin ve mitolojinin gizemini de işliyor pek çok şiirinde.
Başta belirttiğim gibi, Yelda Karataş, duygularını sakınmadan dile getiren bir kadın şair. Cinselliğe, erotizme yer veren şiirlerinde sevgiyle, aşkla dolu; tam anlamıyla içten ve sahici. Cinselliği yazınsallık içinde dile getirme konusuna azami dikkat ve özeni gösteriyor. “Ben yağmurları en çok teninde sevdim” diye seslenen, “Aşk, sen ve ben olandır” diyen şair, aşka; “bir ve sonsuz” olmaya, felsefi, mistik ve mitolojik bir derinlik kazandırmaya önem veriyor. Aşkı her yönüyle işleyen, sorgulayan Yelda Karataş, aşkın öznesi olmanın; aşk ile hemhâl olmanın gizemini dile getiriyor. Önce insan olmayı, insan gibi sevmeyi ve sevişmeyi öğrenerek, gerçek aşkı yaşayıp yaşatarak dünyayı anlamlandırmanın değerini sezdiriyor. Her türlü ezberi bozan bir yaklaşımla, toplumsal baskılara, ataerkil yapının zincirlerine itiraz ediyor. Aynı söyleşisinde şunları da ifade etmişti Yelda Karataş: “Şiir edebiyatın yaramaz çocuğudur, ipe sapa gelmez, kontrole hiç gelmez. Şair isimleri karıştıran siyasilerin bolluğu ile tanınan bir ülkede ne yaparlar şiire: Okunmuyor, satmıyor derler. Bundan âlâ baskı mı olur. Dert büyüktür elvan elvandır. Kınamızı yakıyorlar ama bilmiyorlar ki biz ölmeyeceğiz o kınayı kendi münasip yerlerine sürecekler. Geleceğin çocukları isteseler de istemeseler de bizi okuyacaklar. Nâzım’a yaptıklarından bile ders almadılar. Cehaletlerine şaşıyorum bazen! Şiir gayri resmi sesidir dilin. O nedenle susmayacaktır! Şiir gerillasıdır edebiyatın; ölmeyecektir! Oto sansür kelimesi ile sanat kelimesi yan yana gelemez; şiirde hayal dahi edilemez!”
Yelda Karataş’ın bütün şiirlerini içeren Hüznün Kısa Tarihi, şiirin uzun tarihi içinde ve sessizce akan zamanda kalıcı iz bırakan dizelerle okuru derin bir içsel yolculuğa çıkaran dikkate değer bir kitap.
(Yelda Karataş, Hüznün Kısa Tarihi, Bütün Şiirleri, Karakarga Yayınları, Haziran 2019)