Cortázar, Edebiyat üzerine Kaliforniya üniversitesinde verdiği derslerden birinde şöyle der: “Kendim için, yazı için, edebiyat için, bütün yazarlar ve bütün okurlar için savunduğum bir şey varsa o da yazarın vicdanının ve kişisel haysiyetinin ona yazmasını söylediği şeyi yazma mutlak özgürlüğüdür.”
Nedir bu ‘mutlak özgürlük’ , tam olarak nerede başlar ve nasıl cereyan eder? Zira aynı derslerde Cortázar’ın kendini eleştirdiğini de biliyoruz: “Arjantin tarafsız bir ülke olsa da, İkinci Dünya Savaşı’nın bizi de ilgilendirdiği hiçbir zaman aklımıza gelmedi. Aynı zamanda bir insan olan bir yazarın misyonunun sadece yorumun ya da savaşan taraflardan birine yönelik salt sempatinin ötesine geçmesi gerektiğini asla fark edemedik”
Bu fark edemeyiş ile yazma mutlak özgürlüğü arasındaki boşluğu birbirine lehimlemek; edebiyatın bir imkân olarak yaratılması mefhumu ile saf belagatten, içi boşaltılmış anlamlardan mürekkep yazın anlayışını birbirinin içine kırmak, dağıtmak elzemdir. Cortázar, yazarı saf bir yazar olarak görmez, fildişi kulesine gizlenmiş romantik yazar idealinden uzak olduğu kadar, o idealden bir o kadar da tiksinir. Çünkü hınç, yazma şehveti ve ‘yazının yolları’ bize aynı zamanda hakikat denen çarpıtılmış gerçeğin; sözcüklere inanmak gibi kuru ve veciz anlamlara örülemeyeceğini de göstermiştir elbette.
İnancımızı tümden değiştirmemiz gerekiyor belki de, bir metamorfoz, yakın olanı uzakta tanıyabilme cüreti. Evet psikanaliz bize şunu söylüyordu; insan kendisinin de efendisi değildir. Lacan daha ileriye taşımıştı bu önermeyi insan kendi dilinde dahi bir sömürge, fethedilen bir kıtadır. Adam Phillips de izah etmeye çalışmıştı Şiir ve Psikanaliz üzerine kaleme aldığı bir denemesinde, Freudcu bakış açısına temas ederek; insan, dil tarafından derdest edilip işkenceden geçirilen öznedir. Demek, dilin, o dilin içerisinde değerlenen kelimelerin bize karşı cephe alan, düşmanlaşan bir yanı mutlak bir şekilde vardır. Demek dil, o kadim sığınak dahi güvenilmez ve çoktan aşılmıştır. Kendinin efendisi olamayan bir bilincin yıkımları üzerine düşünmeye çalışıyoruz; sözcüklerle, harflerle bu yıkımı aşabilir mi yazar ya da aşmalı mı, işte onu tartışıyoruz.
Yazının haysiyet arayışı tehlikelidir. Zira yazarak teşhir edilmiş olanın yine yazıyla yüceltilmesi ikiyüzlü bir tavır olarak algılanabilir. İnanç Avadit’in; kalbin insanın en eksi yalanı olduğuna dair bir dizesi var, ve tabi bu dizenin öncesi; silah, insanın en eski organıdır. Buna şimdi şunu da ekleyelim, dil, bizim en eski tuzağımız; hayvanı faka bastıran alet, öldüren ve parçalayan. Ama işte duvarın dibindeki kül de o, ardındaki tepe de. Sontag’ın bıçakları burada devreye giriyor işte, bilinç bulanınca keskinleşen acının, metne sızdığı aralıkta. Ten, beden ve bunları tasavvur eden zihinle bu tasavvuru bastıran toplum miti yine kelimelerle usul usul örülüyor. Zihnin tamamıyla özgürleşmesi bir yanılsamadır. Doğuştan etimize işlenmiş ilk hakikat bu. Çünkü biliyoruz ki etin de bir cinsel politikası var. Barthes yazının erotikasından bahsederken dahi kendinden bahsediyordu. Daima ve her defasında kendi benliğine eğilen arzudan. İnsanın kendini Sontag’ın tabiriyle müthiş betimleme arzusundan. Delilik bunun neresinde? Ötekinin bakışına muhtaç olduğumuzu söyleyen ulu psikanalitik gelenek daha en başından bir burjuva aile yapısını dünyanın arzı kabul ederken, bu çizginin ötesine geçmiş olanın “ilkel” olduğunu dayatan kuralın kaynağı ne?
Canetti’nin kurtarılmış dil meselesinde, bakıcının sevgilisi tarafından kesilmekle korkutulan bir çocuğun dili ve o dilin kekemeliğinden sıyrılması süreci var. Yaşamda sözcüklerimizi bütünlüğünden koparan kekemeliğimiz için de bir alan var. Oraya ister bilinçaltı istersek de kuraldışı alan diyelim, sözcüklerin gücüne inanan bir edebi atmosferde düşmana karşı kuşanılan kılıç da elbette dil olacaktır. Ve o dili en başından beri sarmalayan kelimeler. Şişkin’in “Mektupların Romanı” isimli o şahane kitabında dediği gibi; size daha güzel şeyler hakkında yazmak isterdim, öyle ya bu metin kendini o meçhul okuyucu için bana dayatmakta. Ama elden hiçbir şey gelmiyor işte, yazıdan başka.