Varlığın sürekli devinen hızı içinde olgulara bağlı olayların tümünün tesadüfi oluşuna inanış aşamasında hepimiz belli oranda aynı görüş içine yerleşiriz. Belli kadim sistemlere tabi gibi duran bu zincirleme düzeneğin içinde üst ciddiyet arayışı sürerken toplumların en etkin bağlanma aracı olur dil; yadsımanın da kayışı rolünü üstlenir. Çünkü rastgele olduğu düşünülen şey – şeyler muhakkak kolaylıkla yadsınabilmek için ertelenir. Fakat burada sormak gerekliliği hissettiğim bir soru gelip kafama yerleşiyor: Yadsımanın, gerçek olanı tanımlamada en hünerli araçlardan biri oluşu göz ardı edilebilir mi? Ya da yadsımanın artık gerçekten evrensel uyarıcı etkenleri hizmete çağırması gerekli midir? Bizi gelip bu noktada, olumluluk ve olumsuzluk hissini ölçülü bir tezat kullanımıyla ortaya koyarak ‘ hiç ’ kavramının mantığı gereği ne ona ne buna bağlanmadan, şansa bırakılamayacak derecede değerli sözün zaviyesinden ‘‘ işte büyük karmaşa işte muhteşem düzen ’’ e bakmaya davet ediyor Nihilist Alarm.
Furkan Çirkin’ in ilk kitabı olan Nihilist Alarm, geçtiğimiz yılın son aylarında Artshop Yayıncılık’ tan çıktı. Kitap sırasıyla; ‘ Yontuk Rutin ’, ‘ Sayın Şair ’ ve ‘ Aşk ve Hiç ’ başlıkları altında toplanan üç bölümden oluşuyor. Genç bir şairin ilk kitabında genellikle ilk beklenen ana etken kitabın oluşturulmasında izlenmiş olan tutarlılıktır. Bu yönüyle baktığımızda kitabın içeriğini oluşturan bölümlerin nasıl bir işçilik ve şiiri elden bırakmayan düzenle bir araya getirildiğini görüyoruz. Göze çarpan en önemli özelliklerin başında ise, şairin kimliğini kurma aşamasında belki de çekimser yaklaşacağı, varlık-yokluk gibi kavramların yaşam gailesi içinde gerçeği tam merkeze koyup metafizik sorunsalları da harca katan bir söylemi oluşturuyor olması. Bu açıdan ‘ Nihilist Alarm ’ ı okumaya başladığımda aklımda belki hep bilinen ama çoğunluk sümen altı edilen başat sorunlardan birisi belirdi: Tefekkür edip doğruluğuna inandığımız her duygu, düşünce peşi sıra tezatını da bünyesinde barındırırken, herkesçe kabul görebilecek tek bir gerçekliğin ortaya çıkabileceği küçük bir olasılık ihtimali pekalâ düşünülebilir mi? Metafizik bir bulanma hali. Ancak bu bulantı, zıtların sözcüklerde ortaya koyduğu bileşim ile ‘ hiç ’ oluşun üstünde uzlaşılabilir bir hakikati desteklemekte. Bu yönüyle eşyanın her gününü – pek tabi eşyadan muaf olmayan şairin de – bir günce edasıyla ele alma çabası etrafında farklı niteliğini ortaya koyan ‘ Nihilist Alarm ’ madde ve metafizik boyutların bir sağlamasını gözler önüne seriyor.
Yontuk Rutin – Var Olanın Şekillendirilmeye Açık Ritmi
Başından sonunu kestirebileceğimiz, iyi ya da kötü son’ lu tüm seyahatler bir noktada gelip aynı tanımı üstlenir: Her haliyle sade bir düzen de, ona zıtlık oluşturacak düzeyde karmaşık ve karmaşık olduğu kadar çeşitli senkronize renkleri içeren çok yönlü yaşayış da göreceli bir rutini barındırır. Yontuk Rutin’ de bunun bilincine indirgenmiş şiirlerle karşılaşıyoruz. İzafi Hayat başlıklı şiirdeki şu satırlar: Başından öncesi de yok sonundan sonrası da / Bu hayat böyle iyi, aferin bana. Yaşama dair bilinmezliğin içselleştirildiği, varlık idamesinin kabullenişiyle gelen kutlama bir yerde ‘ bekleme odası ’ nın da ön koşullarından biri oluveriyor. Bahsettiğim bu ‘ bekleme odası ‘ kendisini onun yani bekleyiş eyleminin içinde ispatlandıran bir yaratılmış olma kimliği sergilemekte. Yaratılmış olmak bir durağanlık halini, bir son buluş’ u mu tespit eder? Ancak, başın ve sonun aynı özü taşıdığı, sonucun en baştan belli olduğu, ortak bir nihayetin olumsuzlanması hareketi sağlar: İçi boş kadehlerden kırmızı şaraplar içtim / Hiç adım atmadım ve tükettim yolu / Hem ben kazanmadım hem sen kaybettin / ( Hem sen kazanmadın hem ben kaybettim ) / Çünkü aslında beraberlik diye bir son yoktur.
Sadece Yontuk Rutin ile sınırlanmayan, kitabın bütününe yayılan ve her şiirin kurulumunda varlığı ve varoluşu sorgulayan bir nitelik betiğin her köşesine sirayet etmiş dememiz yanlış olmaz; ama bu özelliği yoğunluk buradaki şiirlerde görüyoruz. Tezat yaklaşımları öne sürüp, bahsettiğim bu her iki kavramı bir kütle içinde tek ana yönergeye; hiçlik düzenine yerleştiren zıtlık, dikkatli ve farklı fiiller üzerinden tekrarlayan biçimiyle her yerde karşımıza çıkmakta. Gerçek yaşamda, çevremizde eksik olmayan renklerin de imgesel anlamlar yüklendiği bir armoni mevcut ayrıca. Özellikle kırmızı ve kırmızıyı çağrıştıran sözcüklerin kullanımı da dikkatten kaçmıyor; kırmızı – ya da kan diyelim buna – belki de yaşam gibi şiirin de devridaimini sağlayan bir yakıt işlevinde: Ve bazı şairler, kanla da şiir yazmayı bilirler. Sergey Yesenin’ in dostu Vladimir Mayakovski’ ye son şiirini kanıyla yazarak ithaf etmesi bunun somut yaşamda da kanıtı değil mi! Şiirin kanla yazılabilir olması mecaz anlamının da ötesinde maddenin tüm bedensel boyutlarıyla ele alınışı yönünden de şiir – beden ortaklığını tasdikler gibi. Bu birlikteliğin belki de tek hareket noktası her şeye, her cisme ve düşünceye bürünebilen aşk; nihayetinde yaşamın içindeki en ağır noktalardan birini temsil etmez mi: Alarm inatçı mı? – inatçıydı, uyandım / Neyden uyandım neye uyandım: Bilinçsiz uyanış… / derken en hafif şeye, tüm safrasından sıyrılmış bilinçsizliğe aşkı giydirmek belki de ona yapılacak en ağır hamle; ama bu o inatçı anların getirdikleri. Soru şu olmalı: Gerçekten uyanmak isteyen kişi neden saatlere uysun ya da onları kursundu?
Söz ve onun sesi bir denge unsuru ise, bu terazinin tam ortasını işgal eden çizgi şairin ta kendisinden başkası değildir. Artık ulaşılmış olan o ‘ eşit ’ dağılımda ne eksik ne fazladan, ne güzel ne çirkinden sadece bir yönünde bahis açılamaz. Çünkü her zıt birbirinin içine girmiş, tek olarak değil, hepsi olarak serimlenmiştir. Bu, şairin zıt kutuplar içinde nereden bakılsa hepsi bir noktasıdır. Mutluluk ve mutsuzluğudur onun: Zaten tüm mutlulukların ve tüm mutsuzlukların toplamı bir yaşamaktır / – Ve bir yaşamak sadece bir yaşamaktan başka şey değil. Karşı var’ ın, cisim ve düşüncelerin her ne kadar bizim anlayışımıza uymadığında zıddımızda durduğuna inansak da bunların tümünün yargılarımız karşısında kendi içlerine tutarlı oturuşları hayran kalınası, hayreti besleyicidir. İşte tam bu esnada tanrısal olanın hedefine kaç sayısız patikadan ilerleyebilirliği fikri gelir bizi bulur. Elimizde olmadan düşünmeye başlarız: Acaba zıt veya onun karşıtı vizyona bürünen şeyler, tüm öğrenilmiş kavramların ötesinde; adlandırılmayan, henüz hiç dokunulmamış bir örtüye mi işaret ederdi? Mutlak Nötr’ e. Burada ironik üslup hissedilen ancak görünmeyen bir perdeye el atar: Tanrı da tanrı ha allahlık / Ne güzel ne çirkin / Nötr nötr. Yanılsama müzmindir, geçmeyecektir. Evrendeki yaratıcı kaynağın gözlerimizde seçilir seçilmez halde beliren hafif gülüşe son hatlarını verişidir bu belki de. Tümü bir yanılsama; şair de. Belki de böyle iyi.
Şairin konuşması en sade söyleyişte bile üst katmanlarda seyir edendir. Bu durum şiirin mayası gereği asla dışlanamaz; bir nebze seyreltilebilir. Sayın Şair de, Orphalese halkı içinde son konuşmasına başlayan El – Mustafa, mağarasından artık insanlar arasına yeniden inmeye karar vermiş Zerdüşt gibi; karşısına konuşurken aslında kendine söylemekten geri adım atmayan, yılmayan bir tavırla sözcüklerini sıralamaktadır. Toplumdan ayrıksı duruşu göze almaz, sokaktadır artık. Sokakta oluş onun için aşk kavramının bir başka versiyonudur: ‘‘ Ya kendi tenhanda bulanık düşün / Ya da başkalarının kalabalığında berrak ’’ / Dedi şayın şair / Zaten bütün şairler kendi şişesinden de halk çeşmesinden de içer / – ama her suyu değil.
Sayın Şair’ deki şiirlerde sözcükler ‘ bilinçsiz uyanış ’ tan bilinçli bir hatırlayışa doğru evrilerek yardıma çağrılmıştır. Türk Şiirinde her birisi usta bağlamında olan şairler de göndermeler kanalıyla görev başındadır. Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Edip Cansever, İsmet Özel ve Özdemir Asaf güncelin metafiziğine iştirak ederler Sayın Şair ile. Çünkü şair kendi içinde tekliğin saltanatını sürer; maddenin içinde herkesle yoğrulur. En önem arz edecek bilinçlilik düzeyini bu kanıtlamaktadır. Kendini bir yana bırakır belki ama hep imleyici, hatırlatıcı rolünü yedeğinde taşır.
Aşk ve Hiç – Toplumlar ve İnançları Sevgiliyi mi Tanımlıyor?
Çünkü şüphe götürmez ki toplum, tapınış biçimleri ve tapınç idolleriyle varlığını tanzim etmeyi şiar edinir. Tek yönlü bu değişmez karşısında benliğini çok daha ötelerde, o ana dek tadılmamış duyusal coğrafyalara zerk etmek isteyen birey – şair ise, yaşamsal tözün hakkından gelmiş, konforundan vazgeçmek istemeyen kurumlaşmış ritüel – kural ittifakının tam ortasında her zaman yeni ve en eski olan ile ‘ biricik ‘ mücadelesini vermelidir.
Tanrısalın merkezde olmadığı, tam tersine onun yaratısının çekirdeği oluşturduğu; ‘ her şeye gücü yeten ‘ in dış çeperi teşkil ettiği tersine döndürülmüş bir ayna temsilidir bu. Neden roller değişemesin? Eğer ki ben de ortaya pey koyup oyun dâhiline girdiysem. Artık o da en küçük hisseye sahip ortaklardan biri olabilir bu meselde. ‘‘ Yani onun felsefesi onadır, benim şiirim bana ’’. Buradaki bütün çekişmenin tek tanığı, ölüm ve kandırı arasında tüm cevapları varoluşunda gizleyen aşktır.
‘‘ Tanrı bir yaratır bir öldürür ’’ ya da ‘‘ Tanrı hiç kandırmaz ve kanmaz ’’ denirken, bunun tersini de söyleyebileceğimizi satırların berisinde duyar gibiyizdir: İnsan bu nitelikleri de yüklenebilirliğe vakıfken, tanrısal olan da kandıran, kanan; hep öldürüp, kapsadığı manalar ile ‘ hiç ’e olanca haşmetiyle kurulan bir ‘ tüm ’ olamaz mı? Ya da yeniden bunun tersi hale dönüşemez mi? Denebilir ki, kirlettikçe kirlenen, temizledikçe temizlenen nitelikler tanrısal olan ile beşer olan arasındaki ortak paydaları tarif etmektedir.
Okuyucuya, şiirlerin içeriğine bir de bu açıdan bakma fırsatı sunuluyor kitabın bütünsel ölçeğinde. Bilinçli bir seçimle bitirilmemiş bir soluk – ki bu şiirin sonlandırılamaz kudretinin her ihtimali barındıran güzelliği – verilerek hem hiçbir şeyin üzerine kapanabildiği gibi, her şeyi de üzerine kapatan tek bir şiir bütünlüğü içinde son buluyor. Ve oyunun değişmediği ama oyunu başlatanların yer değiştirebildikleri, sildikçe silinen silgilerin birbiri içinde eriyip geriye bıraktıkları ile inşa ettikleri bir din – devlet, tanrı – insan sarmalı içinde kendini duyuruyor Nihilist Alarm.