Üç yakası ayrı denizlerle çevrili ülkemiz insanı,
estirdiği ayrı bir havada gözlenir. Karadeniz daha
dik ve yamaçlıdır, nemli ve yağmuru bol bir yöredir.
İnsanı ve huyu da değişiktir. İçtenliği farklı ve
tezcanlıdır. Akdeniz insanı iklimin sıcaklığı nedeniyle,
Ortadoğu’ya daha yakın duruşuyla, sevecen ve bağlı görünümüne rağmen,
daha sert mizaçlı biçim arzeder.
Ege ise tümüyle farklı bir görünümde her zaman.
Akdeniz kadar sıcak ama yakıcı değil. Daha ılıman,
çabuk sevdalanan, çabuk ışıyan yüreklere sahiptir.
Eski Selçuklu döneminin önemli kentleri Tire, Ayasulug
(Selçuk), Birgi (Ödemiş), Bademiye (Bademli) olduğu
hatırlanırsa, ve öncesi İyon, Roma uygarlıklarının
yaşanmış uygarlık izleriyle önemli duyarlıklar
taşıran bir bölge olduğu hatırlanır her seferinde.
Homeros’un sanki Menderes ve Bakırçay ,
kıyısında biriken her taşın uç tarafında yankısı vardır.
İnsanlar, bilgiler hep o taş köşelerinden doğar.
Bugün Manisa ovasında Gediz’in doğup taştığı
çizgi için ‘kıtlığın dünyada en son görüleceği yöre’
dendiği unutulmamalıdır. Verimli bir toprak,
İmbat, Poyraz vb. rüzgârlarla denizin ıslak
kumlar taşırarak yüzümüzü okşadığı tatlı bir
miskinlik. Ege’de sıcaklığın tarifi böyledir.
Oysa Çukurova’da sıcağın tarifi dayanılmaz
ölçüde çoğalır. Ege’nin bu ılıman duruşu
kimliklere ve yaratılara da sinmiştir.
Kemal Bilbaşar’in, Necati Cumalı’nın, Şükran Kurdakul’un,
Dinçer Sezgin’in, Nahit Ulvi Akgün’ün, Refik Durbaş’ın,
Samim Kocagöz’ün, Attila İlhan’ın ve nice şair ve
yazarın Ege toprağından koparttığı içten ve dokunaklı
rüzgârın ucu belki burada aranmalıdır.
Bu kadar Ege sözü etmişken, iki Egeli yazarın
yeni kitaplarına değinmeden geçemeyeceğim:
İkisi de şair kimliği yanında, öykücü yanıyla
duyarlı tavırlarıyla dikkatimi çekenlerden.
Belki anmamın altında, bu kitapların atlanmaması ve
onları anlatı dalında kitaplığımızda Ege hanesinde
yer alması aranmalı.
Hakan Unutmaz, 1991 Denizli Çivril ilçesinde doğmuş,
Muğla’da Türkçe eğitimi almış, öğretmenlik yapan
bir edebiyat meraklısı, yetenekli genç. Son olarak,
geçtiğimiz günler 2019 Antakya’da Altın Defne Şiir
Ödülünü aldığını hatırlayacaksınız. İlk Öykü
kitabı ‘Kuşlar Cesetken Ne Düşünür İbrahim’ 2018
de Kaos Çocuk Parkı yayınlarından basıldı. İçindeki,
kitaba adını veren ilk öykü de, 2017 yılında, 6. Homeros
Öykü ödülünü aldı.
Hem şiir, hem öykü yazan H.Unutmaz, bir dönem
Denizli-Çivril’de gazetecilik yaptı, şimdi Kiraz
ilçesinde öğretmenlik görevini yapıyor. Kısaca Ege’den
ve Edebiyattan kopmamış bir kimlik. En başta onun
özgün kalma gayretinden söz edeceğim. Herkes gibi
yazmamak, diğer öykücü tipleriyle aynı ayarda anılmamak
gibi bir kaygısı var. Anlatım konusunda hep bir
yenilik taşırma ön planda onda. Yer yer gerçeküstü
tekniklere başvuruyor, Anlatım tarzı hep kuralların
sınırında. Bazen şiirselliği andıran girişimlere de
rastladığımızdan söz edilebilir. Yer yer kesik duran,
söz eksiltmelerinden de yararlanılan bir yöntem.
‘Babam, üzerindeki şoku daha jiletleyemeden, her taşranın
yüz madalyonu olan meydana varmıştık’ (s:32), örneğinde
olduğu gibi: ‘Cümlesini noktalarken etrafını süzgeçliyordu.
Telaşı alnında terleşmeye başlamıştı ki dayanamadım sordum’
(s:34) Buna benzer örneklerden de anladığımız üzere,
Ece Ayhan, Sevim Burak, belki de Leyla Erbil, Bilge
Karasu örneklerinde rastladığımız, kelimenin binbir
türlü hali deneniyor, her türlü aşırılıktan yararlanan
yöntemlerle yepyeni dokulara geçiliyor. Bu haliyle
Hakan Unutmaz’ı kendine özgü ve yepyeni bir anlatım
tarzı içinde bulduğumu eklemeliyim. Yer yer Charlie
Chaplin’den Kemal Sunal’a, Midas’ın torunlarına,
Poseidon’a, evde susuz bırakılan papağan’dan
ev damına uğrayan martılara varan bir çeşitlilik.
Öykülerden bize uğrayan bir temiz hava, Ege
yeşilliği. ‘Portakallar de farkında civar apartmanlarda
kömür kokmayacağının. Sanki üzülüyor hepsi soba
üzerinde kararmayacak olmalarına.’ (s: 55)
H.Unutmaz’ın beni sevindiren tarafı edebiyata sıkı
sıkıya bağlı ve çalışkan duruşu: ‘Kitap görünce dayanamayan
bir selüloz seviciyim doğuştan, önceki yaşamımda ağaçmışım,
eminim. Taşrada kalmış bir yazarın ancak yaşlandığında
yayınlayabildiği öykü dosyasıyım’ (s: 55)
Tüm İzmir’in kuşçular kıralı olacağına yemin eden bir
öykücü. Dayko’dan Gültepe’ye uzanan İzmir semtlerinde
çingenelerle ahbaplık eden bir yürek gezgini. ‘Ödemiş
treni istasyona sokuldu, eski ray gıcırtısını duyamadım
kulaklarımda. Trenler de hızlandı artık insanlar gibi, zaman
gibi… Beydağ dolmuşlarına koşmam gerekti ‘ (s:37) diye
Ege’yi Eğirdir gölüne kadar tarıyor. Oralarda geçmişini
arıyor. Bol kanat çırpışlı, deniz ve yosun kokulu bir
açıkhava evreninin özgün yöntemlerle sıraya dizilişi.
Okudukça ve tanıdıkça seveceğiniz bir isim
Hakan Unutmaz.
Bir diğer Egeli şair-öykücü Necdet Aracı’da
‘Karıncanın Kardeşi Var’ kitabıyla konuma eklendi.
(Cinius yayınları, eylül 2018) Orta yaşlara kavuşan Turgutlu
kökenli, Manisa ovasında yetişen, Çal dağında maden
araştırması yapmaya çalışan yabancı gruplara karşı,
çevreci bir yapılaşmanın içinde yer alan duyarlı kimlik
N.Aracı… Önce şiirleriyle tanındı, arada öykü de yazdı.
Öncelikle yazmanın, sanatın dışında kalmayı sevmeyen biri.
Bu öykü kitabını okurken ilk anda, Süreyya Berfe’nin
ünlü ‘Kasaba’ şiirini hatırladım:
‘Tam önümde pencerede
Kasaba yavaş yavaş başlıyor
Çünkü üzüm dolu kerteller
Tütüncüler çeltikçiler
Akşamla kasabaya dönüyor’
Süreyya Berfe’nin bu lirik şiiri, kendisinin öğretmenlik
yaptığı Turgutlu (Kasaba) ilçesinde, eğip boynunu
ıssızlaştığı akşam saatlerinden, Karpuz Kaldıran suyu,
Koza pazarı gibi semtlerine dadanan o güzel çehresini
dile getirir; güzel bir kasaba portresidir söylenenler.
Tıpkı Necdet Aracı’da olduğu gibi. Turgutlu’nun Ege
çehresine yakışan türlü görünümleri, yaşanmışlıkları
(Tuvale Düşenler) seyir başlıkları arasında, şiirsel dokuyla
örülmüş, taçlandırılmış bir seyir manzarasına dönüşmüş.
Her yakasından duygu saçan, yürek gözüyle her yakaya
şiir ışıkları bırakan bir Anadolu motifi, Ege halısını andıran
bir anlatım bu! İnsancıl, toplumsal ibresini kazanmış,
kuşların gökte uzanmalarını dans olarak görmüş birinin dilinden.
N.Aracı bununla da kalmıyor. Tıpkı ‘Karpuz Kabuğundan
Gemiler Yapmak’ yönetmeni Ahmet Uluçay gibi, enfes
bir kasaba pastorali çiziyor karanlığa. Bazen annesini,
bazen marangoz ustasını, ağbisini, dostlarını, köyün delisini,
kedisini, fırıncılar, Foto Hamdiler, defne kokulu sabunlar vs.
Manisa ovasının enfes doğasını sokuyor devreye,
alabildiğine anlatıyor. İncitmeden, duygusal bakışını
bozmadan, şiirin öykünün tabanına yedirildiği , yalın ve
arı yöntemlerle.
‘Niobe benim hemşehrim’ diye mırıldandı. İkimiz de Manisalı
fiyakalı Çaldağı eteklerinde’ (s:52)
Üzümlerden şıra çıkarılıp, şıralardan pekmez yapılan günler.
Kara incir toplanırken babaların üzüm sergisinde çifteleri
patlattığı o aydınlık ova geceleri. Börülce salatasının süslediği
yer sofraları, fıstıklı keşküller, biberlerin acı olanının, narların
ekşi olanının arandığı yaz sonları. patlıcanlı altüst böreklerinin
sunulduğu güzel anneli saatler.. Süt beyaz tabaklarda konulan,
üstü keçi peyniriyle süslü domates salataları. Haziran şeftalileri,
Egenin ünlü misket üzümü.. Seke seke içilen çaylardaki oyun
oynama güzelliği..
Bence Necdet Aracı’nın ‘Karıncanın Kardeşi Var’ yapıtı,
‘Anı’ tadı veren, açık hava sergisinden koparılmış güzel
saatler demeti. Egeyi sevenlere, öğrenmek isteyenlere
içi dolu bir belge.
– Kuşlar Cesetken Ne Düşünür İbrahim, Hakan Unutmaz, Kaos Çocuk
Parkı yayını, 2018
– Karıncanın Kardeşi Var, Necdet Aracı, Cinius Yayın, 2018