Tataryen Lokman’ın ‘İşte Öylece Göğe Bıraktım’ kitabından
aldığım şu dizelere bakalım:
“Sonra bir tabutun içinden
Upuzun bir nehri çıkarıp
Güneşli ormanın üzerinden
İşte öylece göğe bıraktım”
Şair, burada, yapılması zor bir eylem üzerinden duygu
sınaması yapıyor. Düşünsenize tabutun içinden nehir
çıkarmak kimin aklına gelebilir.? Masallarda olur böylesi.
Alıp nehri göğe bırakmak da işin cabası. Bence şair yolu
yokuşa sürmeyi seviyor. Zorluk çıkarmaktan yana, karşı
tarafa düşün payı bile bırakmayan biçimde kurguluyor şiiri.
Neda Ölsoy, ‘Çamur Prenses’ kitabında, şu dizelerle
sevdiğine ısınma turları yaratıyor :
‘gittiğimiz misafirlikte
bu yemeği, çok sever, onun tabağına çok koyun
demek istiyorum’
Eminim şairin sevgiliden bir beklentisi var. Gittiği
misafirlikte , ‘ne bulursan onu yiyeceksin’ diyeceğine,
gelen yemeklerden seçme yaparak sevgiliye torpil
geçiyor. O da yetmezmiş gibi bunu bize duyuruyor.
Bundan sonra şairi davetlerimizde fazladan tutmak
için, sevgilisinin hangi türlerden hoşlanacağını
sormak lazım.
Gökhan Akçiçek’ da ‘Patiska’ kitabında arkadaşlarınkine
benzer bir yerden giriyor:
“Sen söylemiştin galiba anne
Öyle kalmış aklımda besbelli
Dünya bir yorgandır, derdin
Astarı, ırmaklara teyelli”
Değerli şairim, dünyanın bir yorgan olduğunu anladık da,
astarını ırmaklara niye teyellediğini çözemedik. Irmağa
teyellemekle yorganı suya karıştırıp, akıtıp gönderiyorsun.
Derdin ne yorganla, hıncını ondan mı alıyorsun? Sende gizli
gelişen bir dünyadan kaçış öyküsü var. Misafirlerini aynı
şiirde tütün kolonyası, nar şerbeti ile gizlemekte de aranabilir
böylei. Ağırladığın misafiri uğurlamaktan bahsedişin de bu
sıkıntıda gizli..
Aba Müslüm Çelik’in ‘İstanbul Lotus’ kitabında :
‘Ben ol gece fi tarihine gittimdi
Dalgaların üstünde sessiz süzüldüler
İğildi öptü, öyle gönendim ki
Son ilikleri de koptuğunda ceketimin’
Aba Müslüm’ün her şeyi masal perspektifinden anlatması
var. Tarihe şaplak atan bir söylem, duruş. İronik olmayı
destanı masala karıştırarak yapıyor zaten. Şairde bir olayı
çözümlemede hep mecazi olaylar, düzlemler egemen.
Düz ve bildik yoldan anlatmayı sevmiyor. Allayıp pullayıp,
başka çağın eğrisinden sökün ettiriyor şiire..
Erkan Karakiraz’ın ‘İçgeçit’in de rastladığım bu dizeler de
çeviri şiire ne kadar yakın bir dilden ve batı ülkesinden
kucaklayıp tramvay işleten bir serüveni hatırlatıyor bize:
‘çözülsün, doymak bilmez tutkumuz
yol almaktan aşınmış tabanlarımız dinlensin
gecelerce uyanık kalır, yine de tutamayız
yakınımızda kır hayvanlarımızı’
Adeta Manş denizine yakın , ya da İskoçya’da kuzey denizine
bakan bir evin, sürekli rüzgar alan serüvenleri. Başka yere ait
başka sonuçlar. Erkan Karakiraz farklı bir sesle, ayrıksı bir
tınıyla yazıyor.. Onu okurken Rotterdam’da içimden geçen, bir
motor sesi çekiyor şiire beni.
‘Benden kalan artık koşamayacak kadar yorgun’ Nurgül Ulu’nun
‘Belki inanmaktır mavi’ kitabından aldığım bu usta işi dize, belki
değiştirimin iyi ve kanıtlı bir örneği. Rahat, fantazi yüklü ve
söylem aralığı geniş. Simgeler ortalarda gezinmiyor.
‘kalbim kırkından kalan kan köprüsü’ dizesinin sahibi de ‘Yer
Dediğin Göğün İçinde’ toplu şiirlerininin mucidi Salih Mercanoğlu.
İşin içine kan karıştırınca film kopuyor. Kan’a köprü kurmak da,
işin cabası.
‘iki yeni mısraya
kaç mandal veriyorsun sonbahar’
Dizeleri de Emin Şir’in ‘Kiraz Zamanı’ kitabından. İşin içine
mandal ile tutturmak girince, deniz kıyısından seslenen
müritler gelir hep. Kıyı bağımlıları, Kaçkar kaçkınları ve olabildiğince yayla havaları. Doğayla arasına salıncak kuran bir şairin şiirleri hep.
Güzel tesbitler.