Bazı kitaplar vardır, anlattığı coğrafyanın yazgısına benzer bir üslupla dile gelmişlerdir. Sert, hüzünlü, sıcak, yapay veya soğuk… Yıllar önce, Abdullah Koçal’ın Kürtçeden Türkçeye çevirdiği Spinoza’nın Günlüğü adlı eseri okuduğumda Abdullah’a; çeviri yaparken kelime tercihlerin çok sert ve doğal olmuş, keşke biraz yumuşatsaydın, dediğimde; o da kitabın anlattığı coğrafyanın sert ve acımasız olduğunu ve bu yüzden de kelimeleri o şekilde aslına uygun çevirdiğini bana söylemişti. Şener Özmen’in Kürtçe yazdığı bu roman Abdullah Koçal’ın çevirisiyle Türkçeye kazandırılmış önemli bir eser olarak bir kenara not edilmeli. Mustafa Orman’ın Everest Yayınları’ndan çıkan Ovada Paldır Küldür adlı öykü kitabını okuduğumda yazarın tercih ettiği dilin anlattığı coğrafya gibi sert, doğal ve acımasız olduğunu, oluşturduğu atmosferin gerçekliğine binaen bir Doğu gerçekliğini yansıttığını, zaman zaman şark kurnazlığının çürük ve temelsiz yapısıyla oluşan hayal kırıklıklarını ve birçok kimsenin cesaret edemediği, sansürlediği bazı yaşantıları da tüm çıplaklığıyla vermesi beni hem şaşırtmış hem de mutlu etmişti. Bu yönüyle kitap yukarıda bahsettiğim Spinoza’nın Günlüğü romanı hakkında Abdullah ile yaptığımız konuşmayı hatırlatmıştı. Ovada Paldır Küldür’ün Tahir Elçi’ye ithaf edilmiş olması dediklerimin anlaşılması açısından kıymetli bir ayrıntı bana göre. Elbette bunun üzücü yanı Elçi’nin bu kitabı okuyamayacak oluşudur. İlk kitabının ithafında, kitabı eline alıp hiçbir zaman okumayacak olan anneme, demesi de başka bir yazgı. Aynı duyguyu yaşamıştım. Annem Korkunç Beyaz’ı okuyamadı/okuyamıyor. Suç kimin? Birçoğumuzun!
Birinci öykü Mahcup İnsanlar Geçti. Tamirci Rıza Usta’nın öyküsü bu. Öyküde hırs, pişmanlık, özlem, korku ve daha nice duyguya yer verilir. Bir kazada yaralanıp iki ayağını kaybeden Rıza Usta, hatıralarına sarılmak ister ki bu da onu acıtır. Fotoğraflara bakar. Sokağa. Aynalara. Hiçbiri çare değildir. Tüm bunlara bir de kardeş özlemi eklenir. Ayaklarını kaybedince dünyaya bakışı değişir Rıza’nın. Eski günlerine dönmeyi arzular. Yürüyenleri kıskanır Rıza Usta. Yürüyen herkesi. Bir keçiyi bile.
“Belki de keçinin bile yürümesini kıskanıyor.”(s.40)
Askeriyede meşhur olan küfür gerçeğine de değinir Mustafa Orman. Ki askerlik yapan herkes bu konuda şahittir küfürlere. Öyle ki ben bir ara not alıyordum o garip küfürleri fakat sonra o defterim kayboldu veya çalındı. Gitti gül gibi özlü küfürler(!)
İkinci öykü Dağda Yel Sesi Var. Şöyle güzel bir cümleyle başlıyor öykü: Duyduklarımı fotoğraflara taşıyacak bir göz arıyorum. O göz, öykü boyunca geçmişle bugün arasında gidip geliyor ve o anları bize fotoğraflıyor. Sinematografik yazma biçimini bu öyküde de sürdürmüş Orman. Hikâye, Münip Usta ve Dara’nın çalıştığı bir marangoz dükkânında geçer. Ama dünya o dükkânın içindedir. Ölüm oradadır, savaş oradadır, umut oradadır. Hüzün orada. Ve yine gidiş de oradadır. Sessizlik de orada.
“Sessizlik eski bir zaman ağzıyla gelip aramıza oturuyor.”(s.78)
Dağda Yel Sesi Var adlı öykü de ilk öykü gibi uzun bir öykü. Orman’ın insanı saran bir anlatımı var. 2020 Fakir Baykurt Öykü Ödülü’nü alan eser için şöyle bir gerekçe sunulmuştu:
Öyküler içinde gizlenen öykülerle ilerleyen eser, sayfalarda katmanlar halinde yavaş yavaş açılıyor ve her biri bağımsız birer öykü olduğu sanılan olaylar bütünleşerek tek bir öyküye dönüşüyor. Bu durum okuyucuda, öykülerin bir bütün olarak yeniden okunması isteği yaratıyor.
(…)
Bütün bunların yanında anlattığı olayları edebiyat duyarlılığından uzaklaşmadan kavrayan yazarın, anlatımındaki özen, dili kullanmadaki çeşitlilik, betimlemelerdeki imge zenginliği ve öyküleri yansıtılan kişilerin sahiciliği kayda değer bulunmuştur.
Bana görü ödülü hak etmiş bir eser.
Son öykü Kesişme. Diğer iki öykünün devamı niteliğinde bu öykü. İç içe geçmiş bir kurgu sunuyor bize Mustafa Orman. Ve geçmişin yakamızı bırakmayacağını dile getiriyor diğer iki öyküde olduğu gibi.
Ovada Paldır Küldür, yukarıda değindiğim ve daha değinemediğim birçok güzel yönüyle daha çok okunmayı hak eden bir eser.