Gaye Boralıoğlu’nun geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’ndan çıkan Alâmetler Kitabı adlı eseri günümüzde karşılaştığımız sıkıntıları ve bize bir hayal gibi gelen salgının yaşattığı psikolojik travmaları farklı bir düş dünyasıyla önümüze seriyor. Hayra alamet olmayan şeyler artık bir kitabın sayfalarında ve distopyanın gerçek yüzüyle karşımızdadır. Bilincimizin kabul etmek istemediği nice durum bu kitapta önümüze çıkar ve bir felaket çağa hazır olmamızı bize fısıldar. Ürpertici bir zaman, çaresiz insanlar, hüzün, aşk, ayrılıklar ve ölümler. Yazar bize tarihin tekerrürünü gösterirken bir yandan da geleceğin karanlık günlerinden haberdar eder. Bu gerçeklik karşısında yapacağımız tek şey belki de korkmaktır. Gerçeğimizden korkmak. Geleceğimizden korkmak.
Kitapta on dört öykü var. Öyküler tematik olarak bir bütünlük içinde verilmiş. Birçok öyküde fantastik öğelerle gerçeklik iç içe.
Kitabın giriş kısmında Nazım Hikmet’ten bir alıntı yapılmış ve bu aslında nasıl öykülerin bizi beklediğine dair de bir ipucu veriyor:
Haram sevaboldu, sevap haramdır.
İlk öykü Barınak. Başlığa baktığımızda aklımıza ilk gelenlerin insanların dış dünyadan korunmak için yaptığı sıradan bir yapı veya hayvanlar için yapılmış korunaklı bir yer olması muhtemeldir. Fakat öyküde bu iki durum da söz konusu değil. Bir rol değişimine var mısınız, diyor belki de yazar. Daha doğrusu felaketler çağına hazır mısınız? Barınak öyküsü bu yönüyle ürkünç.
İnsan kendine bir dinleyici arardı hep. Karşımızda bir dinleyici yoksa hikâyenin, anlatmanın veya konuşmanın bir anlamı olur muydu? Alınyazısı adlı öyküde bir edebiyat öğretmeni olan Mesir Hanım’ın anlatma tutkusu ve Kiram’ın çaresiz tutsaklığı anlatılır. Bu tutsaklık sanıldığı gibi dört duvar arasında değildir. Sınırları çizilmiş bir özgürlük, özgürlük müdür sorusu zihnimizde oluşuyor bu öyküde. Yazar Boralıoğlu, Kiram’ı bu çerçevede kurgulamış. Mesir Hanımsa anlatamamanın sancısı içinde ‘ahhh’ çektiğinde biz de gerçeğimize şahit oluyoruz: Anlatamasaydık ne olurdu? Anlatamamak da bir felaket, kötüye alâmet.
Kitaptaki bir diğer öykü Baal Zebub. Her şey istediği gibiyse insanın, o insan ne yapardı? Yapacağı en makul şeytanlık ne olurdu? Öykü, bu çerçevede şekilleniyor. Masumane bir tavır, bir iftira nelere sebep olabiliyor bu öyküde açıkça görüyoruz.
Kitaptaki bir diğer güzel öyküyse Eşyanın Tarihi adlı öykü. Bu, gerilimi, harareti yüksek bir öykü. Yazar metnin sonuna kadar bu gerilimi, o merakla harmanlanan harareti koruyor. Değer-ölçer aletinin kabiliyetiyle gelişen öykü bizi merakla örülü bir kurgunun içine çekiyor. Boralıoğlu, bu kurguyu oluştururken bizi gerçeklerimizle de yüzleştiriyor. Ki bu yüzleşme atılan masumluk naralarının da ne kadar yersiz olduğunu bize gösteriyor.
Malum Şahıs adlı öykü kitabın bir diğer ilginç öyküsü. İnsan tutsak olduğunda sıradanlaşıyor mu? Öykü bu çerçevede yazılmasa da akıllara bu soru geliyor. Öyküde çok mühim birinin –ki bu bir siyasetçidir muhtemelen- hapse düştüğü an ve gardiyan Bahtiyar’ın bu olay karşısındaki tutumu anlatılır. O ‘malum şahıs’ cezaevine getirildiğinde Bahtiyar heyecanlanır. Ama kısa bir zaman sonra her şeyin eskisi gibi olduğunu görür. Hapiste herkesin sıradan ve eşit olduğunu görüp şaşırır. Dışarıdayken güçlü olan o şahıs artık çaresizdir.
Bir zamanlar bağırıp çağırarak etrafa emirler yağdıran, herkesi azarlayıp tehditler eden, kin kusan, gözü dönmüş adamdan eser yoktu.
…
Öykü belki de ölüme, mezara da bir atıfta bulunur. Hayattaki gücümüz, şanımız mezara kadardı. Ondan sonra her şey kaldığı yerden devam ederdi. Birtakım alâmetler olmaya devam ederdi bizsiz.
Gaye Boralıoğlu, derdi olan bir yazar. Yazdıklarıyla bize bu derdini, davasını anlatır. Derin Soruşturma adlı öyküde bu hassasiyeti görürüz. Türkiye’deki adalet sistemine değinen yazar öykü boyunca ironiyi kullanır. Anlatımın tahkiyeye yaslı olduğu bu metnin gerilimi yüksek, finali çarpıcıdır. Bir iletiyi bize vermenin sorumluluğunu da üstlenir yazar.
Zoltan adlı öykü kitaptaki diğer öykülerden hem içerik hem de üslup olarak farklı bir yerde konuşlanır. Dil konuşma diline yakındır ve anlatım tekniği iç monologtur. Öyküde gizli bir mizah ve ironi göze çarpar. Türkiye’nin yakın bir tarihte yaşadığı ve hâlâ yaşamaya devam ettiği olaylara göndermede bulunur. Öyküde bahsedilen Zoltanlar çok tanıdık. Ve elbette benzerleri aramızda dolaşmaya devam ediyor. Bu gerçeklik kaygı verici olsa da distopyanın asıl hakikatimiz olmaya başlaması bizi korkutması gereken ana öğe olarak karşımıza çıkıyor. Biz bunun farkında mıyız?
Anahtar Deliği öyküsü öne çıkan merak unsuru ve etkileyici finaliyle güzel bir öyküydü. Öykünün girişi ve devamındaki ironik sürpriz, finale gerek kalmadan küçürek bir öykü olarak kalsa bile, okuyucuyu doyururdu bana göre. Fakat yazar, sürprizim daha bitmedi dercesine bizi finale sürükleyip şaşırtıcı bir sonla okurunu selamlar.
Kanuni Orospu konusu itibariyle ilginç bir öykü. Binbir Gece Masalları’nın Şehrazat’ı bakire olsaydı ve bu bekâretiyle bir genelevinde çalışmak zorunda kalsaydı nasıl yaşayabilirdi, fikrinden yola çıkılarak yazılmış bir öykü gibi geldi bana. Atmosfer gerçekçi ve ikna ediciydi. Kahramanın karşılaştığı sorundan kurtulma çabası ve bulduğu çözüm bize Şehrazat’ı anımsatır. Öykü hem kullanılan dil hem de içerik yönünden de oldukça cesurdu.
Çalıntı Hikâye, insanın aldanışı üzerine bir öykü. Ustaca kurgulanmış bir öykü. Bir anda değişen dünyasını, hayatındaki güzelliği, yaşanırlığı sorgulamak yerine anın tadını çıkarmaya çalışan bir kadın. Sonrası o meşhur aldanış. İşte insanın tüm hikâyesi bu. Dünya kocaman bir aldanış yeri.
Haram adlı öykü, katil doğdum ben, diye başlıyor. Bu çarpıcı giriş bizi sarıp metnin sonuna kadar bırakmıyor. Öyküdeki akıcı dil, gerilim ve sıcak atmosferin yanı sıra öykünün bu kitaptaki başka bir öyküyle ilişkilendirilmesi, iki karakterin kendi öykülerinde ana karaktere dönüşmesi dikkat çekici bir hamle olarak karşımıza çıkıp bizi tatmin ediyor. Öyküde hüznün hâkim oluşu bize, ne hayatlar var be, dedirtiyor adeta. Belki de herkes kendinin veya bir başkasının hayatının katilidir. Öyküde buna şahit oluyoruz. Günlük hayatta şahit olduğumuz hayatlar gibi.
Denizkızı öyküsü insanın büyük çaresizliği üzerine yazılmış bir öykü. Birçoğumuzun şu veya bu şekilde tanık olduğu, duyduğu, belki de faili olduğu olaylar bu öyküde karşımıza çıkar. Savaş bütün o kirli yüzüyle karşımızdadır. İnsanın zalimliğiyle acizliği yan yanadır; yaşamla ölüm, tutsaklıkla özgürlük, sevgiyle nefret, geçmişle gelecek, düşle gerçek yan yanadır. Yaşamın acı yüzü.
Öykülerde tahkiyenin ustaca kullanılması, atmosferin gerçek ve inandırıcı olması, kurgunun iyi oluşu okunurluğu kolaylaştırıyor. Distopyanın gerçekliğinin de bize ne kadar uyduğunu göstermesi açısından önemli bir kitap Alâmetler Kitabı. Bu, aynı zamanda okuru mest eden bir anlatıya dönüşmesi açısından da mühim.
Alâmetler Kitabı okurda iz bırakacak öykülerle dolu. Daha çok okura ulaşması temennisiyle.