Kamil Erdem’in 2016’da Sel Yayıncılık’tan çıkan “Şu Yağmur Bir Yağsa” adlı öykü kitabı dilindeki çok seslilik, anlatımındaki duruluk, öykü evrenindeki sıcaklık ve sahicilik ile üzerimde tesir bırakmıştı. 2018’de okuduğum bu kitap, zaman zaman aklıma gelir, “Vay be, ne güzel kitaptı!” diye bir iç sesle bu hatırlanışı buruk bir hisse dönüştürürdüm. Şimdi baktığımda üzerinden 5 yıl geçmesi bile ona olan bu sıcak hissi bitirmemiş/bitirememiş. Bu duyguyu ancak kitap için bir şeyler yazarak bastırabileceğimin farkına varmak –epey bir zaman sonra farkına varmak düşünelisi bir durum olsa da- bu borcu ödemek benim için sevindirici. Okuyacağınız yazının yazılma sebebi bu ve daha nice sebep ama en çok güzel olan bir metne vefa borcumu ödemekle ilgili.
Kitap on bir öyküden oluşuyor. İlk öykü: Yağmur.
Tutunamayanlar’da şöyle bir pasaj var:
“Önce kelime vardı, diye başlıyor Yohanna’ya göre İncil. Kelimelerden önce de yalnızlık vardı ve kelimelerden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık. Kelimenin bittiği yerde başladı. Kelimeler yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde.”
Yağmur öyküsü, grevlerde, boykotlarda, gösterilerde ve insan haklarının korunmasında etkin rol oynamış, daha sonra işten atılıp dünyadan soyutlanmış “yalnız” bir adamın hikâyesi. Yazar Kâmil Erdem çok sesli bir öykü yazmış. Göndermeleri, çağrışımları ve ruhsal tasvirlerinin yanında dış dünya betimlemeleriyle de başarılı bir metin ortaya çıkarmış. Ece Ayhan’dan Suat Derviş’e, Şeyh Galip’ten Kantocu Peruz’a; madencilerden diğer işçilere kadar çeşit çeşit sesler duyarız öyküde. Sürekli anılan bir Filiz bu hatırlanışlara eşlik eder öykü boyunca. Yağmur bir yağsa, der yazar. İşte o zaman her şey daha farklı olacak. Yazar anlatıcının beklediği yağmur yağdı mı bilmiyorum ama öyküye güzel kelimeler yağmış. Bu kelimeler yalnızlığı güzel bir şekilde dile getirmiş. Kitaba adını veren cümle de bu öyküde geçmekte.
“Kendime bir kılıf bulmaktan vazgeçtim. Belki bir itiraf bulurum, (…) tüm iktidar heveslerinin altını çirezim, sendikaya girmek istediği için işten atılmış işçilerden sağlam tanıklar edinirim (…) şu yağmur bir yağsa.”(s.11)
Yağmur’un yağması bütün gebelikleri bitirecekti:
“Bugün yağmur yağsaydı, yılların oradan buradan taşıdığı geçmişte kalmış hataların, hamlıkların, yarımlıkların tortusu, arkasında ufak tefek izler, kırışıklıklar bırakarak akıp gidecek, çocukların, yaşlıların bir anlam çıkarmak üzere baksa da bir şey bulamayacakları yüzüm biraz yumuşayacak, yeniden lezzetli olmasa bile yenilir yutulur bir biçim alacaktı.”(s.7)
“Edebiyat okuyacaktım. Bu kent, bu deniz, bu okul, bu meydan, bu kitapçılar, sahaflar, martılar, her şey başımı döndürmüştü. Sonra bir gün solgun arkadaş buldum. Derse girerken başörtüsünü çıkarıyor, dışarıda örtüyordu.”(s.26)
Erdem’in öykü kahramanlarının vakur duruşları, iktidara ve haksızlığa direnen, direnmenin hayatın bir parçası olduğunun farkında olan bir yapısı vardır:
“Fakültenin basamaklarında sürüklenirken, bizi derslere almayanlara karşı direnirken öyle kendimden emindim ki yüce rabbim bütün kapılarını açacağına öyle güveniyordum ki kimilerinin yaptığı gibi bağırıp çığlık atmayı zül sayıyordum, suskunluğum ve imanım inançsızlara yeter diyordum.” (s.24)
Kâmil Erdem, öykülerini anlatırken ironiyi elden bırakmaz. Türkiye’nin bugünleri düşünüldüğünde ironi belki de en çok yakışandır bu öyküye.
Ev öyküsü Sadi’nin Gülistan’ına göndermesiyle ve “ev”in mekân olarak seçilip bunun her şeyin başlama noktası oluşunu imgelemesiyle önemli bir öykü. Uzun cümlelerin yanında tek kelimelik cümlelerle bir denge kurar yazar. Hatta bazı kısa tümcelerini şiirlerde olduğu gibi alt alta yazar. Böylece biçimsel olarak da öyküyü şiire yaklaştırmış olur.
Forum öyküsü, çok kültürlülükle harmanlanmış ve içinde şairlerin, yazarların ve daha birçok sanat erbabının olduğu bir öykü. Öyküde mekânlar sık sık değişir. Geçişler hızlı fakat uyumludur. Boykotlar, yürüyüşler, bildiriler, ezilenlerin hakları, burjuvazi öfkesi hepsi öykülerde yer bulur kendine.
“Sevdamız ülkemizdi, yoksullardı.”(s.73)
Erdem’in bu öyküsü ve daha birçok öyküsü anı türüne yakındır. Hatta zaman zaman anı’dan kopup anlatı türüne yaklaşır öyküleri. Ne anlatırsa anlatsın umut vardır Kâmil Erdem’in hikâyelerinde. Forum öyküsü şu cümleyle biter:
“Yarın güzel olacaktı.”(s.80)
Seyrek Yolcu öyküsünde çiçekli bir bahçede gibi hissederiz kendimizi. Yazar, öyküyü bol çiçekli bir anlatımla sunar bize. Rutin bir yürüyüşe çıkan kahramanımız, çeşitli nebatiler ve hayvanlarla yürüyüşüne ve öyküsüne renk katar.
“Kuyruksallayanlar, karatavuklar, pisçocuklar, çalı bülbülleri ve mağlaçlar günlük maişet peşinde, kimi münasip bir lisanla söyleşerek, kimi bağıra çağıra ötüşerek oradan oraya seğirtiyorlar. Arılar, sinekler, zongulcalar çoktan işe koyulmuşlar.”(s.115)
Kâmil Erdem’in öykülerinde dil çok sesli, katmanlı diyebileceğimiz bir düzende kurulur. Yazar, öyküleri anlatırken bilinç akışını anımsatan bir üslup kullanır. Bu yönüyle öyküleri başarılı ve farklı buldum ben.
Okuduklarım bende şöyle bir kanı oluşturdu; çok biriktirmiş, çok görmüş, çok okumuş ve bence en önemlisi de bütün bunları okurun gözüne sokmadan metne yedirebilme mahareti göstermiş bir yazar Kâmil Erdem. Kitapta özenli dil işçiliği, ayrıntıların zenginliği, betimlemelerin derinliği hemen göze çarpıyor. Öykülerin birçoğunda şairler, şairlerden dizeler, şiirlere selam yollamalar vardır. Erdem, anlatımına bu şekilde renkler katar. Öykülerde iktidarlar ve burjuvaziyle mücadele edildiği, kahramanın bu yüzden geçmişe sık sık zihinsel bir yolculuk yaptığı da Erdem’in öykülerinde öne çıkan bir diğer durum. Onun kahramanları eskinin muhalifleri, bugünün suskunlarıdır. Bütün bunlar onun yüksek gözlem gücünü ve birikimlerini öykülere yansıtabilme kabiliyetini gösterir. Kurgu’dan ziyade üslupla ön plana çıkan öyküler yazar Kâmil Erdem. Onu okumak –bence- farklı bir pencere açacaktır okura.