Fatma Nuran Avcı:“Dünyada bir ana dil varsa o da sessizlikti,” diyor bir öyküsünde Gaziantep Nizip doğumlu, Türkçeyi ilkokulda öğrenen, şu an Türkçe öğretmeni, öykü yazarı İbrahim Halil Çelik. 2020 yılında “Korkunç Beyaz” adlı öykü kitabı yayımlanan yazara bu bilgiler ışığında ilk sorumu sormak istiyorum. Ana dilinizden sonra Türkçeyi öğrenmeniz zor oldu mu? İki dili genel anlamda biraz kıyaslar mısınız?
İbrahim Halil Çelik: Elbette çeşitli zorlukları oldu. Ancak çok ayrıntılı anımsayamıyorum maalesef. Sadece aklımda kalanlar çocukluğun şaşkın ve saf duyguları. İlkokula başladığımda, evde konuşulan dilden bambaşka bir dille karşı karşıyaydım, tek kelime Türkçe bilmiyordum. Ama şöyle bir durum yardımcı oldu bana. Birleştirilmiş sınıfta okuduğum için öğretmenin anlattıklarını genellikle üst sınıftaki arkadaşlar bize çevirirdi. Süreç bu şekilde ilerlerdi. Sonra okumayı, yazmayı öğrenerek Türkçe serüvenim başladı.
Her iki dil tamamen farklı gırtlak ve fonetik yapılara sahip. Sentaksları da öyle, yani söz dizimi. Bu açılardan iki zıt dil Kürtçe ve Türkçe. Özellikle “k” harfinin telaffuzu konusundaki farklılık beni hep zorlamıştı ve muhtemelen benim gibi birçok Kürt’ü de zorlamıştır. Ayrıca Kürtçe alanında çalışma yapan bir arkadaşım sentaksımın Kürtçeye benzediğini belirtti. Demek ki Türkçe yazarken bile ana dilim etkisini gösteriyor gizli gizli.
Fatma Nuran Avcı: İki dile sahip olmanın artı ve eksi yönlerini öğrenmek istiyorum. Hangi dilde daha çok düşünürsünüz? Kendinizi ilk anda hangi dille ifade etmeniz kolay gelir?
İbrahim Halil Çelik: Bunu zaman zaman düşünürüm. İki dilin bana kattığı şey ve bunun olumsuz tarafları nelerdir diye. Benim için eksi tarafı şu: Bazen Türkçe bir kelime ya da cümleyi kullanacağım zaman Kürtçede kullandığımız sözcüğe, cümleye göre çevirip kullanıyorum. Bu da anlatım bozukluğuna sebep oluyor tabii. Örneğin sular akmıyor yerine sular gelmiyor, elektrikler kesildi yerine elektrikler gitti, saçım büyüdü, tırnağım büyüdü gibi. Bu ve buna benzer birçok şey var. Kürtçe karşılıklarıyla çevirmek, gördüğünüz gibi, Türkçede yanlış veya eksik bir kullanıma sebep oluyor.
Ama diyebilirim ki artısı daha fazla. İki dilde insanın kendini ifade edebilmesi çok güzel bir duygu. Derdini bir dilde anlatamadın mı diğer dile geç. Bazen bunu yapıyorum. Eğlenceli de oluyor.
Yazarken ve okuldayken Türkçe düşünürüm. Evde veya sokaktayken Kürtçe. Bu da ilginç ama demek ki beynimiz bunu otomatikleştiriyor belli bir süreden sonra.
Fatma Nuran Avcı: Türkçe öğretmeni ve yazarsınız. Türkçe diline hâkimsiniz, bu alanda öğrenciler yetiştiriyorsunuz, öyküler yazıyorsunuz. Mesleğiniz bilinçli bir tercih miydi? Yazar olmak idealiniz miydi?
İbrahim Halil Çelik: Mesleğimi tamamen ekonomik kaygıyla (ataması kolay diye) tercih etmiştim. Yoksa niyetim edebiyat okumaktı ve sadece edebiyatla ilgilenmekti. Yazar veya şair olma idealim hep vardı. Hep güzel şeyler yazmak istedim. Bunun için de elbette çabaladım. Sonra ortaya Korkunç Beyaz’ın öyküleri çıkmaya başladı. Şimdi çok mutluyum çünkü beni anlayan okurlarım var artık diyebilirim.
Fatma Nuran Avcı: “Yarım kalan her şey ölümün başka türlüsü değil miydi zaten?” Bu cümle “Korkunç Beyaz” kitabınızın belki de temasını özetliyor. Hemen hemen tüm öykülerin merkezinde kayıplar ve kaybedenler var. “İkinci Ev” öykünüz kahramanıyla dikkat çekici ve ölüm gibi katı, ağır gerçekliği başka bir bakış açısıyla gösteriyor okura. Bu öykünün hikâyesini öğrenmek istiyorum. Nasıl doğdu bu öykü?
İbrahim Halil Çelik: Bu öykünün bende çok ayrı bir yeri var. Bir yakınımın ölümüne şahit olmuştum. Ona otopsi yapacaklardı. Biz hastane bahçesinde otopsi yapılmasını beklerken akrabalarımın ağıtları bu anın zorluğunu ve acısını daha da katlanılamaz hâle getiriyordu. Ani bir ölümdü. Çok etkilenmiştim. Hatta kitaptaki “Kar Taneleri Gibi” adlı öykü de az önce bahsettiğim o ölüm anına şahitliği konu edinir. Kayıplar nedense bana hep ağır gelir. Belki normal bir insana ağır geldiğinden daha fazla. Kitabın o temada yoğunlaşması de muhtemelen bu yüzdendir. Evet, yarım kalan her şey ölümün başka türlüsü zaten.
İbrahim Halil Çelik: Bunu bilmiyorum inanın. Yazarken sonu sürprizli bir öykü veya davetiyelerin bu şekilde başka bir yolu işaret eden bir hikâye olacağını bilmiyordum. İlk cümleleri yazdıktan sonra fikir aniden aklıma geldi ve oradan devam etmeye karar verdim. Sonra, sevdiğim bu öykü ortaya çıktı. Okuyuculardan bu konuda güzel dönüşler aldım. Bir de öykünün kahramanı olan Yusuf’a çok fazla beddua da aldım okuyuculardan. Kimisi gülerken kimisi Yusuf’a çok kızmış.
Fatma Nuran Avcı: Yolculukları, farklı topraklarda büyüyen insanların karşılaşmalarını, gerçeklik duygusunu yaşatarak yazıyorsunuz. Kısa öykülerinizin içi dopdolu. Siz bir öyküye nasıl başlar ve bitirirsiniz? Yazma eyleminizi daha çok ne etkiler ve tetikler? Devamında yazarken özellikle dikkat ettiğiniz noktalar nedir?
İbrahim Halil Çelik: Hep şöyle olmuştur: Yazacağım şey gelip beni bulmuştur. Önce küçük bir çekirdek oluşur içimde sonra o çekirdek büyür, artık beni yaz der. Genelde tek oturuşta öyküyü yazarım, ardından ufak tefek dokunuşlarım olur. Elbette üzerinde uzun zaman uğraştıklarım da oldu. Çalışmalarımı okuma zevkine güvendiğim arkadaşlarıma atarım. Onların fikirlerine göre değişiklikler yapmaktan da kaçınmam. Öykü yazarken en çok dikkat ettiğim şey dili akıcı kullanma. Yazdığımı kendim beğenmezsem asla kimseyle de paylaşmam. İnsan bir zamandan sonra kendi yazdıklarına da eleştirel bir gözle bakabiliyormuş demek ki.
Fatma Nuran Avcı: Yazın dünyanızı öğrendikten sonra kitaplarla olan yakınlığınızı sormak isterim. İbrahim Halil Çelik hangi yazarların, kitapların okurudur. Son dönemde okuduklarınızı paylaşır mısınız?
İbrahim Halil Çelik: Bu soruya günümüz kitaplarıyla ilişkili olarak cevaplamak istiyorum. Yazmak konusunda bana yol göstermiş, beni etkilemiş, iz bırakmış yazarlar ve kitaplar genel olarak şunlar: Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler’i ve Heba’sı, Yavuz Ekinci’nin Sırtımdaki Ölüler ile Bana İsmail Deyin’i, Kemal Varol’un Haw ve Âşıklar Bayram’ı ile Kara Sis’i, Emin Gürdamur’un Atları Uçuruma Sürmek adlı öykü kitabı, sizin Son Cevizlik adlı kitabınız, Burcu Ünlü’nün Kapanda Bir Hayal’i, Abdullah Ataşçı’nın Yara Bende’si, Ethem Baran’ın Güzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor’u ve Murat Özyaşar’ın Ayna Çarpması ile Gülhan Tuba Çelik’in Evsizler Şarkı Söyler’i aklıma ilk gelenler. Muhakkak çok güzel olup da adını sayıklamadığım birçok kitap var. Listeyi kısa tutmak istedim.
Bu güzel sorular için çok teşekkür ederim Fatma Nuran Hanım.
Fatma Nuran Avcı: Samimi cevaplarınız için ben teşekkür ederim İbrahim Halil Çelik Hocam.