Ayhan Geçgin, kitabın adını Bir Dava olarak koyarken Kafka’nın Dava’sıyla aynı ismi taşıma endişesini taşıdığını zannetmiyorum. Her iki kitap da birbirlerine bazı noktalarda benzerken, birçok noktada farklı yerde konumlanıyor. Örneğin Kafka, kitabında görüş açısını daha yukarıda bir yerden tutarak meseleye daha geniş bir açıdan bakabilmiştir. Ayhan Geçgin’in ise davalı olduğu günümüzün hukuk yapısıdır. Kafka’nın da otoriteyle ve toplumla ilgili sorunları vardı muhakkak, ama o eserini bir ideolojist bakış açısından ziyade, felsefi ve sosyolojik bir sorun olarak kaleme aldı. Bu yüzden onun kitabında zaman, mekân ve kişiler çok belirgin değildir. Davalının adı bile kısaltılmış olarak verilmiştir.
Hukukun üstünlüğü ülkemizde yalnızca gücün üstünlüğü olarak uygulandı. Maalesef bunu birçok hadisede yaşadık. Faili meçhul cinayetlerden tutun da daha birçok kumpas meselelerle varıncaya kadar, örnekleri çoğaltabiliriz. Birilerinin boşanma davası iki dakika sürerken bazılarınınki yıllarca sürer. Aynı şekilde arsa davaları, bazı ticari davalar, hatta cinayet davaları çözülemeyecek hale gelerek uzayıp gider. Ama mevcut sistemde bunlar çok dile getirilmezken probleme sadece siyasi ve fikir suçları zaviyesinden bakılıyor. Kitapta da durum bunun aynısı. Soyut olan bir suçla karşı karşıyayız gibi bir imaj çiziliyor. Oysa Dostoyevski’nin cinayeti somut bir suçtu ve buna rağmen toplumun yargılanması gerektiğini vurguluyordu ve Roskolnikov’un neredeyse kendisini haklı çıkaracak argümanları bile vardı. Ama vicdanı devreye girdi. Belki bu tarz suçlarda da vicdan devreye girebilir. Ama toplumdan uzaklaşmış zihinler için, yani bir nevi yaşadığı toprakların yabancısı bireyler için işlemiş oldukları suçlar kendilerine bile anlamsız gelebilir.
Franz Kafka Dava’yı yazıldığı dönemde dünyanın birçok ülkesi, başka ülkeleri avlamaya çıkmış kafes gibidir. “Bir kafes bir kuş aramaya çıktı.” Kafka, ölümünden hemen sonra ortaya çıkacak Hitler’in, Mussolini’nin ve Stalin’in dünyayı kafesleme emellerini görmüş gibidir. Ayhan Geçgin’in kitapta oluşturduğu atmosferde, her ne kadar Dava’da olduğu kadar bu durumu göremesek de, okuyucular olarak bunu çıkarabiliriz. Evet, kitabın sözünü ettiği dönemde dünya karmakarışık bir hal almıştır. Ama Ayhan Geçgin bu durumdan tam söz etmemiş. Bu açıdan bakılınca yazarın penceresi daha spesifik bir mecraya yönelmiş. Davalının hayat görüşü mevcut iktidarın savunduğuyla taban tabana zıt, yani buradaki hesaplaşma sadece hukuk, yargı, dava hesaplaşması değil, iki farklı zihnin eşyaya, dünyaya, olaylara bakış farklılığından ileri geliyor. Aşağıdaki alıntı bu tezimi doğrular mahiyettedir.
“Anne, Cumhuriyet hep bundan korkmadı mı? Bir gün yıkıp yerimize geçecekler, dinciler gelecek, şeriat gelecek diye korkmadı mı?”
“Kızım, sen ne diyorsun? Sen bugün böyle okumuş bir kadınsan bunu cumhuriyete borçlusun. Şeriatta yetişseydin şimdi başın kapalı evde kocanı bekliyor olurdun.”
Kafka, eserlerinde başkahramanlarına zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik vs. gibi psikolojik durumları giydirir. Kafka’nın karakterleri, felsefi ve psikolojik bir tartışmanın aktörleridirler. İnsanoğlunun içine doğduğu toplumun tüm kurumlarıyla birlikte bireyi nasıl esirleştirdiğini anlatır.
Benzer bir okumayı da Ayhan Geçgin yapıyor. Ayrıca ruhbilimsel çözümleme yöntemi açısından romana baktığımızda süper egonun yani mahkemenin birey üzerindeki hâkimiyetini ve bireyin yine onun dilini bilmediğini ve bu nedenle iletişim kuramadığını görürüz.
Yaklaşık beş yüz sayfalık iddianamelerden, okunması neredeyse imkânsız hacimde olan dosyalardan, bilgi kirliliği oluşturan ve doğru yanlış tüm verilerin yamalı bohça gibi bir araya getirildiği iddianamelerden bahseder yazar.
Ortadaki suç… Eğer bir darbe planlamış olsalar bile ortada bir suç olması gerek, değil mi? Diyor. Bir adam öldürmeyi tasarlayıp sonradan vaz geçmek, hiçbir şey yapmamak suç teşkil eder mi? Peki darbe hazırlığı buna eş değer midir? Kafka’nın davasında geçiyor… “dava konusu hiç gerçekleşmemiş bir olay, suç fiili ortada yok. Bir fiil yoksa suçluluğunu kanıtlayamazsın, ama suçsuzluğunu da kanıtlayamazsın, değil mi?”
Ayhan Geçgin, tüm bunları bir kurguya sığdırmaya çalışmış. Davacının, davalının, hatta belki de davanın kendisinin bile hoşnut olmadığı bir yerden konuşuyor. Kendisi buna kurgu dese de bir zümrenin davasını üstleniyor.