Oto- sosyobiyografi’nin nadide örneklerinden biri Boş Dolaplar. The New Yorker, kitabı tanıtırken Ernaux’un kitaplarının itiraftan ziyade bir tür kişisel epistemoloji olduğunu iddia ediyor. Bu tanımlamaya ben de katılıyorum. Ernaux tüm anlatısını kendi kişisel tarihine ışık tutmak üzerine kuruyor. Amacı geçmişte yaşananların, anıların, trajik yaşanmışlıkların açığa çıkması değil sadece; tüm bu anlatılar bir tür hesaplaşmayı, itirafı da kapsıyor. Anlatıcı kendi yaşamını merkeze alarak esas itibariyle yaşadığı toplumun sosyo-kültürel yapısını da ele almış oluyor. Anlatıcı olarak kendini seçmekten kaçınmaması, söylemlerinin etkisini artıran bir cesaret örneği. Sözünü sakınmadan ifade ediyor, fakat bunu yaparken slogan atmaktan imtina ediyor. Ajitasyon yapmıyor, trajik olanı ifşa etmekten uzak durarak hadiseleri hayatın olağan akışı içinde ele alması, anlatıcının başından geçen ve şahit olduğu durumların okur nezdindeki etkisini artırıyor.
Ernaux kendini yeniden inşa etmek için hiçbir mücadeleden geri durmayan hem kendisiyle hem de çevresiyle kavgalı, ama daha ziyade iç hesaplaşmalarla hayatını idame ettirmeye çalışan bir kadın karakterin, Denise Lesur’un hayatını mercek altına alıyor. Denise Lesur’un yükü ağır. Hissettikleri ve kafasının içinden geçenler onun önünü görmesini zorlaştırıyor, fakat bir kadın olarak, toplumun ona biçtiği rolleri eleştirerek bir nevi varoluş ve kendini yeniden inşa sürecine girişiyor. Denise Lesur’un tüm bu mücadeleyi çok genç yaşta girişmesi ve okul ortamının ana mekân olarak seçilişi hikâyeye çok daha geniş anlatım olanakları sunuyor. Herkesin malumu, bireyler en çetin sorgulamaları genellikle okul sıralarında yapıyorlar. Ernaux bu gerçekliği kitabında oldukça iyi kullanmış. Anlatıcı, okulun tıpkı kilise gibi yıkıcı bir kelime olduğunu, üstelik okulda akademik başarısı olmasına rağmen bunu söylüyor. Zihnindeki sorgulamaları kitabın başından sonuna kadar okuyoruz. Bir kadının içsel olarak yaşayabileceği tüm yıkıcı duyguları onun nezdinde görüyoruz. Hamilelik sürecini, bunu okuldan (yani toplumdan) saklamanın çetinliğini, kürtajı ve tüm bu yaşanılan yıkıcı anların insanı sürüklediği intihar düşünesini… Anlatıcının, kendi dünyasına ait olan hiçbir şeyin gerçek dünyada yerinin olmayışını itiraf etmesi onun ne kadar zorlu bir ruhi süreçte olduğunu ortaya koyuyor. Kendini çoğunlukla suçlu bulması, bazen narsist bir hale bürünmesi ve tüm yaşantısı boyunca bunun gibi gelgitleri fazlasıyla yaşaması onun duygu durumunun ne kadar çalkantılı olduğunu gözler önüne seriyor. Tüm bu sorgulamalar, kendini bir nevi çarmıha germeler, suçluluk duygusu, intihar düşüncesi esas itibariyle sonradan belirtilerini göreceğimiz yeniden var olma istencinin dip dalgaları. Anlatıcının kafasının içindeki sükunete ermeyen hesaplaşmalar kendini karanlıktan kurtarma çabası olarak da okunabilir.
Denise Lesure, ayak tırnağından saç teline kadar kendi belliğini sunmaktan kaçınmayan bir anlatıcı. Kendine dair itirafları cesurca. Yazımın başında da belirttiğim gibi yaşadığı toplumun yapısını gözler önüne sermek için kendisini bir nevi kurban olarak seçen bir kahraman. Anlatıcının sarfettiği sözler her ne kadar cesurca olsa da çoğu zaman kelimeler ölmek üzere olan bir sineğin vızıltılarının giderek azalması gibi anlamca kararıyor ve bulanıklaşıyor. Bu da Ernaux’un bile isteye kurduğu yapının bir parçası.
Son olarak Boş Dolaplar’ı Fransızca aslından çeviren, çevirmekle kalmayıp, kitabı adeta Türkçe olarak yeniden yazan Siren İdemen’i zikretmezsem büyük haksızlık etmiş olacağım. İyi okurlar çeviri kitapları çevirmenine göre tercih ederler, bu gayet anlaşılabilir bir durum. Bu yüzden Fransızca bilmeyen okurların Boş Dolaplar’ı büyük bir keyifle okuyacağını düşünüyorum.